Aramızdan Ayrılanlar

KAYBETTİKLERİMİZ
KAYBETTİKLERİMİZ
Çağrı Güler Mustafa Baykut M. Ali Güneş Urus Kemal Gülsüm Çakıl Ayşe Ibrık Hüsne Zorkun Bağdat Elmas Emine Güler Dursun Sivri Havva Rande Cennet Mağara Hüsne Berk Hortlu Hacı Vakkas Kaya Kazakçı Yusuf Yusuf Kırıcı Mustafa Dinler Semerci Durdu Emine Yarbaş Mercen Yıldızlı Mahmut Ali Sultan Karagöz Elif Dolgun Ramazan ve Ülkü D.Şehitleri Emine Kozak Ambarcı Elif Doruk Ali Fatık Onaran Ahmet Dinler Osman Ahmet Zeynep Gök Hasan Dilbaz Hanifi Kekil Mısto Hüseyin Ömer Çirkin Zeynep Nurhak Sinan Dolgun Azzıkçı Ali Hava Kekeç Ümmusün Mehmet H.Kökenöz Ayşe Kökü Hanım Tükel Mehmet Aygörmez Elif Aygörmez Ayak Cuma Mehmet Yalçın Hatice Sarıaltun Beser Mustafa Recep Mehmet İmam Cuma Ayşe Kınalı Mehmet Koca Ayşe Karabıyık Ayşe Demir Nalbant Hasan Ahmet İğde Bömrklü Onbaşı Mehmet Havuç H.Temizyürek M.Onaran E.Çetinkaya Cengiz Sümbül Fatma Berker U.Ahmet Gök Fatih Yakar ve Eşi Hasan Arı ve Eşi M.Ali Arı Hatice Yıldızlı Fahri Yıldızlı İsrafil Yıldızlı Abdurahman Çolak ve Eşi Alırza Ünal Kızı emine Mehmet Kardeş ve Eşi Akif Kuş Fatma ve Merve Koca Furkan ve Nursel Mehmet Dilik ve Eşi Ayşe Dilik Teslime Dilik Ayşe Dilik Salman Malkoç Beser Malkoç Fadime Malkoç Esin Malkoç Beser Mıstık Kasım Zorkun Duran Tekin İbrahim Kozak Nurgül Kozak Canan Kozak Cansu Kozak Enes Kozak Edanur Çalışkan Elif Yeşil Emre Çalışkan Gülsüm Çalışkan Hatice Sivri İsa Filiz Mehmet Canlı Mehmet Çadır Muzaffer Deşir Nursel Hasırcı Ramazan Kırıcı Salman Erinci Yakup Zorkun Yusuf Kelle LİNK ADI Cahal Berk Ebili Berk Mehmet Berk Ökkeş Berk Mıstık Berk Ayşe Berk Selver Berk

26 Kas 2019

BENİM YAŞADIKLARIM 9

      Bölüm (9)
      UNUTAMADIKLARIM:(2)
      Biçmoluk'ta tek katlı yüz metrekare ahşap bir evimiz vardı. Evden beş yüz metre aşağıda kara ardıcın yazı dediğimiz yerde büyük bir ardıç ağacı vardı. Rüyamda ardıcın altında oturuyormuşum. Aşağıdan yukarı tanıdığım bir köylümüz geldi. ‘’Ali burada ne yapıyorsun?’’ dedi ‘’Oturuyorum.’’ dedim. Adam yanımdan ayrılırken sağ tarafına dön. Peygamber efendimize bak.’’ dedi. Dönüp bakmama kalmadı öyle bir tokat yedim ki anlatamam ağlayarak uyandım.
       Sesime babam ve annem uyandılar. ‘’Ne oldu?’’ dediler. ‘’Biri bana tokat attı.’’ dediğimde babam ‘’Ne tokatı sen rüya görmüşsün. Yat yerine.’’ dedi. Yattım ama uyuyamadım. Sabah kalktığımda sağ yanağım kızarmış. Annem ‘’Yüzüne ne oldu?’’ dedi aynaya bakmadım ama gece ‘’Gece yediğim tokatın izi olabilir.’’ dedim olamaz deyip şaşırdılar. Kimseye söyleme dediler. Ve bugüne kadar kimseye anlatmadım. O gün gördüğüm rüya bugün görmüşüm gibi hafızamda durur...
-------------------------------
          UNUTAMADIKLARIM:(3)
          1973 Yılında mezarlığa yakın köye uzak iki katlı ahşap bir ev yaptırdım. Güzün eve taşındık. Yoldan geçen insanlar “Bu adam ne kadar korkusuz? Mezarlığın yakınına ev yaptırdı.’’ diyenler oluyordu. Köyde elektrik yoktu. Ortalık karanlık. On yedi Kasım Cuma gecesi saat iki'de dışarı çıkmıştım. Mezarlıkta iki metrekare genişliğinde, iki metre yükseklikte beyaz bulut şeklinde bir ışık yanıyordu. ‘’Acaba birisi mezarlığa el feneri düşürmüş olabilir mi?’’ dedim. Kendi el fenerimi alarak evden çıkıp ışığa doğru yürüdüm. Yaklaştığımda ışık benden uzaklaşmaya başladı. Dualar okuyarak ilerledim.
Mezarlık çok taşlı olduğu için yürümekte zorlanıyordum. Yaklaştıkça ışık daha da uzaklaştı.
       Bir müddet sonra kayboldu. Bulunduğum yerde etrafıma baktım. Işık ilk gördüğüm yerde tekrar gözüktü. Yanına yaklaşırken yine kayboldu. Eve geldim. Dönüp baktığımda ilk gördüğüm yerde yanıyordu, şaşırdım. Gördüklerim ne hayal, ne rüya, gerçekti. Bir müddet seyrettim. ‘’Bu işte bir hikmet var.’’ dedim. Mezarda yatanlar için üç ihlâs bir fatiha okuyup odama girip yattım. Fakat sabaha kadar uyuyamadım. Yarım Saat’ta bir çıkıp baktım şafağa karşı aniden havaya savrulup kayboldu. Aradan kırk sekiz yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen. Geceleri her dışarı çıktığımda o ışığı bir daha görür müyüm diye mezarlığa bakıyorum… 
         VAAZ HOCASI OLACAKTIM:
       1955 yılında köyümüze Seyit Çelik isimli Kayserili bir vaaz hocası gelirdi. Köylü yediden yetmişe hoca gelirken hocayı karşılamaya giderdi. Her sene Ramazan ayında gelir, bir ay boyunca Keziban Hatun Camisinde vaaz ederdi. Hocanın ünü bir anda çevre köylere de yayıldı. Köyde namaz kılmayan insanlar bile namaz kılmaya başladılar. Hocanın vaazın dinlemek için camide oturacak yer bulamazdık.
         Hocanın ünü komşu köylerece yayıldı. Komşu köylerden bile gelenler olurdu. Hoca o gün vaazının birinde insanoğlunun aya gideceğini söylemişti cemaat şaşırmıştı. Gün geldi 15 yıl sonra Amerika aya indi. Ben bu hocadan çok etkilenmiştim. Birinci hedefim dini dersler alıp vaaz hocası olmaktı. Bende okuyup bu hoca gibi vaaz hocası olacağım derdim. İkinci hedefim iyi bir ressam, olmaktı. Bir gün İkindi namazının ardından Kur’an-ı Kerim’den bir bölüm ezber okudum. Okurken tökezledim. Camiden çıktık. Ayakkabılarımı giyerken kulağımı bir çeken oldu. Baktığımda cemaatten bir yaşlı adam
       “Sen kimin oğlusun? Hocan kim?” dedi. Cevap vermeme kalmadan adamdan bir tokat yedim. İkinci tokatı yemeden adamın elinden kaçtım. Yaşlı adama kızarak okuyup vaaz hocası olmayı kafamdan silip attım. Bu adam benim vaaz hocası olmama engel oldu. Namaz kılmayı, Kur’an okumayı bıraktım. Yıllar sonra yaptığım yanlışın farkına vardım amma iş işten geçmişti. Cami cemaatinden rica ediyorum. Camiye gelen çocuklara kaba davranmayın. Tatlı dille hatalarını düzeltmesini söyleyin. O yavrunun kendisine çizdiği yoldan alı koymayın. Gün gelir bedduasını alırsınız. Çünkü ben o amcaya o zaman çok beddua eyledim...
        VEBALI TUTMUŞTU:
       Amcamın Öksüz Dağı yamacında iki katlı taş duvarlı üzeri topraklı bir evi vardı. Yaz kış orada otururdu. Davarı, koyunu çoktu. Evin yanında su yoktu kış günü kar eriterek davarlarını sulardı. Evin etrafında tarlası, bağı, ormanı vardı. Ara sıra amcama giderdim. Çocuklarıyla orada yatardım. O yıllarda kar çok yağar, amcam kamalak ve ardıçlarına altına cırık düşürmek için habban kurar, günde en az on tane cırık yakalardı. Yengeme börek yaptırırdı. Hep beraber yerdik.
        “Amcamın bir sürü güvercinleri vardı. Güvercinlerden iki tanesi akşam yuvasına dönmezdi. Bir gün o güvercinleri yakaladı. Kış günü kanatlarını tek, tek kopardı, tüylerini de yoldu. “Hadi bundan sonra git bakalım gidecek misin?” dedi. Güvercin uçamadı bir gün sonra donup öldüler. Aradan iki gün geçti. Amcam davarlara dal keserken sol gözüne bir dal parçası değdi. Maraş’a doktora gitti. Gözü tamamen görmez olmuş, o gözünü almışlar. Amcam, “Güvercinlerin günahı beni tuttu kör oldum.” derdi...
        YAYAN GİDERLERDİ:
       Babam ve köylünün birçoğu senede bir defa alışveriş için yürüyerek Maraş’a giderlerdi. Gidip gelmeler üç gün sürerdi. Bize elbiselik için karalı alaca siyah bir bez, birkaç kilo mercimek, pirinç, makarna getirirdi. Babamın getirdiği karalı alacadan anam ayağımızın ucuna kadar uzun bir fistan dikerdi. Belimize keçi kılından yapılmış siyah kuşak bağlardık. Atleti bilmezdik. Beyaz bezden birer tane atlet yerine köyneğimiz olurdu. Fistanın altından giyerdik.
        Söylemesi ayıp popumuzda kilotumuz olmazdı. Yazlık kışlık elbisemiz yoktu. Yazın da kışın da aynı fistanımızı giyerdik. Bir de şalvarımız olurdu. Elbiselerimiz kirlendikçe evlerde su olmadığı için anam ve köyün kadınları elbiseleri Keziban Hatun Camisinin yanındaki çevirmeye götürür, orada yıkarlardı. Teşt denen büyük leğende bizi çimdirirdi. Şimdi çimmenin adına banyo yapmak deniliyor. Teştten çıktığımızda yedek elbisemiz yoktu. Üzerimize bir bez veya çarşaf örter, ateşin başında elbiselerimizin kurumasını bekler elbise kuruyunca giyinirdik...
       YER OYNAMIŞTI:
      Yedi sekiz yaşlarımdaydım. Anam bir gün Ayşe halama ekmek yapmaya gitti. Beni de beraberinde götürmüştü. Üç beş kadın ekmek ederlerken bizde halamın torunuyla oynuyorduk. Birden bire büyük bir gürültüyle raflarda tepsi leğen kalmadı yere döküldüğü gibi damların üzerinde loğdurlar yere düşmüşlerdi.
      O sırada anam ekmeği bırakıp üzerime kapandı. “Bu gürültü neydi?” dediğimde “Korkma oğlum! Yer oynadı.” dedi. O günkü yer oynamasının etkisini bir müddet üzerimden atamadım. İkide bir soruyordum yine “yer oynayacak mı? Dediğimde oğlum korkma bir daha olmaz.” diyerek geçiştirirdi. Bu gün dahi o depremde korktuğumu unutmuyorum...
        YOĞURT DÖKMÜŞTÜM:
       14 yaşında idim Maraş’ta Hamallık yapıyordum. Bir kaç gün çalıştım. Bir gün sabah erken sebze halinde geziyordum. Bir adam geldi. İki külek yoğurt aldım. “Bizim eve götür.” dedi. Yoğurtları sırtıma aldım. Adam “Beni takip et.” dedi. Peşinden yürüdüm. Geri dönüp ardına bakmıyor, iyice yoruldum. “PTT binasının önünde dinleneyim.” dedim. Duvara sırtımı dayarken külekteki yoğurdun biri başımdan aşağı döküldü. Diğerinde de az bir yoğurt kaldı. Her tarafım bembeyaz oldu. Beni bu halde gören, çocuklar başıma toplanıp gülüyorlar ıslık çalıyorlardı. Bir adam düşen küleği sırtıma verdi yukarı doğru yürüdüm. Yoğurt sahibi yakınlarda gözükmüyordu. Adam biraz ileride oturmuş beni bekliyormuş. Beni görünce şaşırdı. “Sen yoğurdu mu döktün dedi. “Evet, döküldü.” dedim.
      “Hepsi mi?” dedi. Küleğe baktı birinin dibinde az yoğurt kalmış.“Bari bunu götür.” dedi. İt tepesi mahallesinde bir eve vardık. Kapıyı çaldı. Kapı açıldı. Avluda dört tane bayan ekmek yapıyorlardı. Beni görünce şaşırdılar. “Bey bu çocuğun hali ne?” Dediler. “Konuşmayın. Çocuk acıkmış. İki bazlama yapın.” dedi. Bayanlar bazlamaları yaptı. Kalan yoğurdu bir tepsiye koyup bana “ye” dedi. “Karnım tok.” dedim.
       Eline bir sopa aldı. “Zorla yiyeceksin.” dedi. “Dayak yiyeceğime yoğurdu yiyeyim.” dedim. Birkaç lokma aldım.“Yoğurdu bitir.” dedi. Hanımı kızdı. “Bey aklı başında bir hamal tutsaydın çocuğun. Ücretini ver de gitsin eziyet etme dedi. Ücrette filan gözüm yok ağlıyordum. Hanımına “Bu rızkın tamamladı. Bana bir kazma kürek getir.” dedi. “Ne yapacaksın kazmayı, küreği bey.” dedi. “Mezar deşip bunu diri diri avluya gömeceğim. Otuz kilo yoğurdumu döktü. Bari başka birinin yoğurdun dökmesin.” dedi.
       “Eyvah! Beni öldürecek.” dedim ve kaçmanın yollarını arıyordum. Kaçmam imkânsızdı, ağlıyordum. Evin her yanı kapalı, Yalvardım “Ne olur beni bırak.” Gidip para kazanıp yoğurdunuzu ödeyeyim dedimse dinlemiyordu. Halime acıyan bayanlar ekmek yapmayı bıraktılar. Beni kaçırmak için adamın üzerine çöktüler. Bayanın biri Yoğurt küleklerini sırtıma verdi. Kapıyı açtı. “Durma kaç!” dedi. Hem ağlıyorum, hem kaçıyorum. Dökülen yoğurt vücudumda kurudu. Beni rahatsız ediyor ve ekşi ekşi kokuyordum.
       Çarşıya doğru yürüdüm. Bu defa da mahallenin çocukları peşime takıldı. Arkam sıra ıslık çalarak beni takip ettiler. O tarihte Maraş’ın Belediye binası Ulu Cami’nin karşısında dört yol kavşağında idi. Kalenin dibinde yolun sağ tarafın da bir değirmen vardı. Çocuklardan kurtulmak için değirmene girdim. Değirmenci elinde ağaç küreği yarma dövüyordu. “Sen kimsin? Ne bu hal? Peşindeki çocuklar neci? Çık dışarı.” Dedi.“Çocuklardan beni kurtar.” dedim. Değirmenci “Başımın belası mısın?” deyip küreği çekti. Beni değirmenden dışarı attı. Hale vardım külekleri teslim ettim. “Daha tövbeler olsun. Yoğurt götürmem dedim”... 
---------------------------------

Hiç yorum yok: