Aramızdan Ayrılanlar

KAYBETTİKLERİMİZ
KAYBETTİKLERİMİZ
Çağrı Güler Mustafa Baykut M. Ali Güneş Urus Kemal Gülsüm Çakıl Ayşe Ibrık Hüsne Zorkun Bağdat Elmas Emine Güler Dursun Sivri Havva Rande Cennet Mağara Hüsne Berk Hortlu Hacı Vakkas Kaya Kazakçı Yusuf Yusuf Kırıcı Mustafa Dinler Semerci Durdu Emine Yarbaş Mercen Yıldızlı Mahmut Ali Sultan Karagöz Elif Dolgun Ramazan ve Ülkü D.Şehitleri Emine Kozak Ambarcı Elif Doruk Ali Fatık Onaran Ahmet Dinler Osman Ahmet Zeynep Gök Hasan Dilbaz Hanifi Kekil Mısto Hüseyin Ömer Çirkin Zeynep Nurhak Sinan Dolgun Azzıkçı Ali Hava Kekeç Ümmusün Mehmet H.Kökenöz Ayşe Kökü Hanım Tükel Mehmet Aygörmez Elif Aygörmez Ayak Cuma Mehmet Yalçın Hatice Sarıaltun Beser Mustafa Recep Mehmet İmam Cuma Ayşe Kınalı Mehmet Koca Ayşe Karabıyık Ayşe Demir Nalbant Hasan Ahmet İğde Bömrklü Onbaşı Mehmet Havuç H.Temizyürek M.Onaran E.Çetinkaya Cengiz Sümbül Fatma Berker U.Ahmet Gök Fatih Yakar ve Eşi Hasan Arı ve Eşi M.Ali Arı Hatice Yıldızlı Fahri Yıldızlı İsrafil Yıldızlı Abdurahman Çolak ve Eşi Alırza Ünal Kızı emine Mehmet Kardeş ve Eşi Akif Kuş Fatma ve Merve Koca Furkan ve Nursel Mehmet Dilik ve Eşi Ayşe Dilik Teslime Dilik Ayşe Dilik Salman Malkoç Beser Malkoç Fadime Malkoç Esin Malkoç Beser Mıstık Kasım Zorkun Duran Tekin İbrahim Kozak Nurgül Kozak Canan Kozak Cansu Kozak Enes Kozak Edanur Çalışkan Elif Yeşil Emre Çalışkan Gülsüm Çalışkan Hatice Sivri İsa Filiz Mehmet Canlı Mehmet Çadır Muzaffer Deşir Nursel Hasırcı Ramazan Kırıcı Salman Erinci Yakup Zorkun Yusuf Kelle LİNK ADI Cahal Berk Ebili Berk Mehmet Berk Ökkeş Berk Mıstık Berk Ayşe Berk Selver Berk

26 Kas 2019

BENİM YAŞADIKLARIM 2

       Bölüm  (02)
        BALI YEMEZDİK:
       Zamanında babamın otuza yakın kara kovan arısı olurdu. Şimdikiler gibi babam petekleri eliyle kovana koymazdı, arılar kendisi yapardı. Şeker şerbeti vermezdi. Tükenmez balımız olurdu. Babam balı yelo esnafına verirdi. Yerine helva alırdı. Yemeklerden sonra anam bize birer dürüm helva verirdi. Zevkle yerdik.
        BAŞIMA GELENLER:
       Daha önceleri nüfus cüzdanları defter halindeydi. Soyadımın Ataş olması bana kaba geliyordu. (A) harfin sildim. Yerine (E) harfin yazdım. Soyadım kabalığın yitirdi. Ateş oldu. 22.11.1968 tarihinde Ali Ateş olarak askere gittim. Yirmi dört ay askerlik yaptım. Dönüşümde Nüfus cüzdanımı değiştirdim. Soyadımı yine Ataş yazmışlar. Müdür beye niye böyle dedim kütükte neyse biz onu yazdık dedi. Önceleri yılda bir kez devlet yoklama yapıyordu. Engizek obamızda adını bilmediğim
      Lakabına deli bekçi dedikleri bir amca vardı. Ona üç beş kuruş verirdik Maraş’a askerlik şubesine gider nüfus kâğıtlarımızı onaylatır getirirdi. Köyümde 35 yıl esnaflık yaptım emekliliğim gelmişti Bağ-Kur benden askerlik şubesinden evrak istedi. Şubeye gittim. Görevli askere nüfus cüzdanımı verdim. “Soyadınız defterde Ateş, nüfus cüzdanın da Ataş yazılı.” diye asker bana evrakı vermedi.
       Askere kafa tuttum. Komutan görmüş bizi yanına çağırdı. Meseleyi anlattım. Soyadımı deftere yanlış yazan askerlere kızdı. “Komutanım askerlere kızma ben (A) harfini silip yerine (E) yi yazmıştım.” Deyince “Peki, bunun suç olduğun bilmedin mi?” dediğinde “Suç olduğunu bilsem yapmazdım. Yaptığımın suç olduğunu otuz yedi yıl sonra anladım.” Dedim. Komutan “Nüfusa git aile nüfus kayıt örneğini getir. İstediğin evrakı verelim.” dedi. Cerit nüfus müdürlüğünden aile kaydımı alıp şubeye vardım. Gereken evrakı alıp Bağ-Kur müdürlüğüne götürdüm. Böylece 2004 yılının Şubat ayında 300 Tl ile emekli oldum. Değerli okuyucular bu suçu ben bilmeden işledim. Siz yapmayın. Bir başka harf de sizin başınızı ağrıtabilir.
        BEDDUA ETTİ:
       1985 yılında komşu köylerden birinde bir ailenin evinin elektrik tesisatını yapmaya gittim. Evde bir yaşlı teyze, bir de kızımı, gelini mi biri vardı. Teyze nereli olduğumu sordu “Cerit’liyim.” dedim. “Kızı sana Cerit’li birini sorsam bilirmisin?” dedi. “Sor.” dedim. “Sizin köyde (Âşık Ali) diye biri varmış.” “Var.” dedim. “Görürsen benden o terbiyesize söyle. Âşık mıymış neymiş bizim köyün kızlarına görgüsüz demiş. Biz görgüsüz müyüz?” diyerek başladı beddua etmeye. Anladım ki 30 yıl önce yazdığım bir şiirden dolayı bana kızıyordu.
.
                   Gördüğüne sırrın açar,
                   Sonunda kalırlar naçar,
                   Görgüsüz insandan kaçar,
                   Bak şu Cerit güzelleri.
.
      Tamam dediklerinizi Âşık Ali’ye söylerim dedim.” Annesi kızdı. “Elin adamına beddua etme.  Akrabası filan olur ayıp olur.” Dediyse de kızı dinlemedi. Bedduaya devam etti. Aşık Ali şimdi elinize geçse ne yapardınız” dediğimde “o terbiyesizi boğarım.” dedi. “Buyurun işte o Âşık Ali benim.”boğun beni dedim. “olamaz” dedi. Annesi “Ben sana akrabası filan olur dedim dinlemedin Adamın yüzüne karşı beddua ediyorsun.” deyince koşarak başka bir odaya girdi kapıyı içerden kilitledi. Ben o evden gidinceye kadar dışarı çıkmadı…
        BİR YUDUM ÇAY:
       İlkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. Cumartesi, pazar günleri Mahallelerde ayna, tarak, iğne, cıncık boncuk satıyordum. Hem okul harçlığımı kazanıyorum, hem aileme katkım oluyordu. Yıl 1959 18 Mayıs gecesi rüyamda baltayı alıp sözüm ona merkeple Yalağa’ya oduna gittim. O tarihte yalağa’da çok çam ağaçları vardı. Çam ağaçlarının içinde, Bılız ve Kalaycı lakaplı Ahmet
Yurtal isimli amcayla karşılaştım. Orada Ahmet amcanın tarlası vardı. Tarlanın başına ateş yakmış mavi ve dışı kirli bir Çaydanlıkta çay demliyordu. Beni yanına çağırdı. Vardım. Öyle bir çay demlemiş ki simsiyah içileceği yoktu. Çaydanlığı ateşten aldı, su bardağına çayı doldurdu, bana uzattı. Bardağı almadım.
       “Korkma sıcak değil.” diyerek bardağı elime değdirdi. Gerçekten bardak buz gibiydi. Şaşırdım. Bardağı aldım.“Ahmet amca bu içilir mi?” dedimse de çayı bana içirmeye çalıştı. Bir yudum alabildim. Geriye kalanın döktüm. Aldığım bir yudum ile sarhoş gibi oldum. Ayakta duracak halim kalmadı. O anda uyandım ki rüyaymış. “Yarabbi! Sana şükür.” dedim. Uyandığımda başım dönüyordu. Kalktım elimi yüzümü yıkadım. Tekrar yattım. Uyuyamadım. Sabahı zor ettim. Sabah kalktığımda kahvaltımı yapmadan okula gittim. Öğretmenime rahatsız olduğumu söyledim. İzin alıp eve geldim. Bu rahatsızlık bende bir müddet devam etti. Yemek yiyemedim. Anam bana kızdı. Gördüğüm rüyayı olduğu gibi anama anlattım. Şaşırdı. “Öyle iş mi olur? Rüyada içtiğin çay sana zarar vermez. Akıllı ol!” dedi. Bir türlü anamı inandıramadım. Bu rahatsızlık bende epey devam etti bir müddet sonra rahatladım...
         BURNUN KIVIRMIŞIM:
        1973 yılında elektronik kitaplar okuyarak kendi kendime radyo tamirciliğine başladım. Kısa zamanda radyoculuğu öğrendim. Gündüz yaptıklarım gece rüyama girerdi. Rüyamda bir radyonun anahtarı bozulmuş yenisini taktım. Anahtar diye hanımın burnun tutmuşum burnun kıvırıyormuşum. Hanım “Sen ne yapıyorsun?” diye yüksek bir sesle beni uyardı.“Radyoyu açmaya çalışıyorum dur” Dedim. “Burnumu kıvırıyorsun dedi.” Uyandım ilk radyocululuğumda böyle bir anı yaşadım…
         ÇIRAK DURDUM:
        İskenderun çarşısında şiir satıyordum. Bir marangoz ustası “Şiir satmayı bırak, haftalığına iki buçuk lira vereyim yanımda çalış.” dedi. Ustanın teklifini kabul edip işe başladım. İş yeri denize yakındı. “Yatacak yeriniz yoksa şurada küçük tahta kulübemiz var. Burada yatarsın.” dediğinde sevindim. Yatağım filan yoktu. Bir savanın arasında yatardım. Eski elbiselerim yastığımdı. Bir hafta kadar marangoz da çalıştım. Çalışmaktan yorulmuş olmalıyım ki gece beni Kulübeyle götürüp, denizin kenarına koymuşlar. Uykumun arasında bazı sesler duyuyordum, uyandım ki dalga kulübeye vuruyormuş. Üstüm ıslanmış. Gece saat üçtü. Kalktım. Her şeyim ıslanmış dışarıya çıktım. Dışarıda sabahladım. Korkumdan ustanın yanına gidip paramı da almadım. Oradan kaçtım. Gaziantep’e gidecektim. Yol param yok. Bir otobüse bindim. Biraz gidince muavin para istedi. “Yok!” dedim. “Paran yokta niye bindin?” diye bana kızdı. Şoför görmüş, muavini yanına çağırdı ve kızdı. “Parası yoksa beleş gitsin.” dedi.
         Antep’e indiğimizde şoför beni yanına çağırdı. “Nerelisin yiğit?” dedi. “Maraşlıyım.” dedim. “Harçlığın filan var mı?” diye sordu, Seslenmedim. Nere gideceğimi sordu. Maraş’a dedim. Yemek paramı da verdi. “Git karnını doyur gel. Seni Maraş’a göndereyim.” dedi. Karnımı doyurup geldim. Şoför, tanıdığı bir şoföre “Bu yiğidin parası yokmuş. Ben İskenderun’dan getirdim. Sen de Maraş’a götür.” dedi. Şoför olur götüreyim dedi. Kendi kendime “Demek ki dünyada merhametli insanlar tükenmemiş. Allah böyle insanlardan razı olsun. Böyle insanları daima var etsin.”dedim...
        DONUYORDUK:
       Yıl 1967, 28 Şubat mevsim kış. Her taraf kar Maraş’tan pazarcığa geldik beş arkadaş, Pazarcık’tan bir cip kiraladık Bozlar köyüne gelebildik. Bozlarda kırk santim kar vardı. Şoför devam etti. Fıstık ağacına kadar zor geldik. Cipi bin bir rezillikle geri çevirdik. Beş arkadaş karda kışta yayan yürüyerek tuttuk Cerit yolunu. Beş yüz metre kadar ilerledik. Önümüzde bir anne üç kızı ile beraber, yürüyorlardı. Onlar bizden önce gelmişler kızlardan büyüğü öğretmenmiş.
       Onları tanımıyorduk. Hayırdır yolculuk nereye dedik Cerit’e dediler. Kar yağıyor tipi fırtına esiyor siz bu günde nasıl yola çıktınız donarsınız dedik. Beraber geldiğimiz arkadaşlar ayrıldılar. Arkadaşlar bu bayanlar ne olacak dediğimde “bize ne bizimle mi geldiler. Biz kendimizi kurtarırsak yeter deyip yürüdüler.” Ben yalnız bırakamazdım. Çünkü ortalık felaket beraber gidelim ölürsek de beraber ölelim dedim. Yüz metre İleride iki avcıyla
        Karşılaştık onlara da durumu anlattım biz öleceğiz yardım edin dediğimde “biz çok yorgunuz sizi bekleyemeyiz deyip avcılarda gittiler.” Kar kalınlığı bir metreyi geçiyordu. İlerledikçe kar daha da çoğalıyordu. Küçük kız yorulmuştu. Kızı hopuma aldım öğretmen ve annesi ayakkabıları ellerine alıp ayak yalın yürüyorlardı. Çünkü çok kötü kar yağıyordu karşımızdan fırtına esiyordu. Yürümeye halleri kalmamıştı. Ben olmasaydım donup öleceklerdi. Velhasıl beşimizde donup ölmeden ne hallerle aksuya yetiştik. Bayanları orada Derviş Ali emmiye, Bunlar sizin misafiriniz dedim. Yarın bir katır kiralar gelirler dedim. Sabah kalktıklarında anne ve kızının ayaklarının altı su toplamış. Böylece hem kendi hayatımı hem dört kişinin hayatını kurtarmış oldum. Aksudan tek başıma yayan yürüyerek akşam namazı Ak dere’ye geldim. Bir eve misafir oldum aynı evde 2 arkadaş daha vardı. Sabah kalktığımızda 3 metre kar vardı hanifoğlunun dibine ce zor geldik oradan ulu dereye yönlendik. Ulu dereye geldik sular coşuyordu. Bazı yerlerde suyun kenarından bazı yerlerde suyu geçerek bir saatlik yolu 3 saatte Cerit’e geldik. Ogün benimle yolculuk eden bu gün dört arkadaşım vefat ettiler. Kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum…
       ELEKTRİK ÜRETTİM:
      Bahar aylarında Biçmoluk’a göçerdik. Kabak Tepe’de taş duvarlı üzeri mertek ve çapkılı toprak örtülü bir evimiz vardı. Evin bir bölümünde sığırlarımız bir bölümünde ailemiz kalırdık. Tepede gece ve gündüz rüzgâr eksik olmaz. Babama “Eğer izin verirsen ben elektrik üreteceğim.” dediğimde “Ne elektriği lan. Nasıl yapacaksın.” dedi. “tamam, izin verdim hadi yap görelim dedi.” dedi. Bisiklet dinamosunun elektrik ürettiğini biliyordum. Dinamoya iki tane kanat taktım. Evin önündeki ardıç ağacına monte ettim. Çıkışına kablo bağlayıp içeri götürdüm. Ucuna 6 voltluk bisiklet ampulü taktım. Dinamo dönmeye başladığında ampul pırıl pırıl yanıyordu. Sevincimden hopluyordum. Böylece yaylaya göçtükçe geceleri evimizi dinamoyla aydınlattım. Bir kaç yıl dinamonun ışığında oturduk. Babamdan aferimler almıştım. Böylece gaz lambasının kokusundan kurtulduk babamı da masrafından kurtarmış oldum...

Hiç yorum yok: