YAŞANMIŞ GERÇEKLER (Tümü)
--------------
ADAMIN
MI? VARDI?
Lakabına daşo
derler. Tüm çevre onu tanır. Herkesçe sayılan sevilen muhterem ve saf bir
insandı. Aksu Mahallesinde ikamet ederdi. Nasrettin Hoca misali güldürür, bazen
düşündürür. Bu insanın sürüyle davarının olduğu söylenir. Devamlı davar
otlatarak vakit geçirirmiş. Bir gün akşam davarı eve getirdiğinde hanımı “bey
evde tuz kalmadı” der.“Peki, hanım yarın davarı sen otlat” Ben de Gölbaşı’na
gider.” tuzu getiririm der. Anlaşırlar sabah erkenden kalkar. Merkebine biner,
Gölbaşı’na varır. Evine ve davarlarına bir yıl yetecek tuz alır. Merkebine
yükler. Yola koyulur. Azaplı, İnekli köylerin geçer Başpınar köyüne geldiğinde
merkep yorulur. Asasıyla merkebi döverken arkadan iki jandarma gelir. Daşo goca
askerden çok korkarmış. Askerler “amca yazık değil mi? Dili yok, dişi yok
hayvanı dövüyorsun.” derler. Askerlere “oğlum dili de var, dişide var.”
Kurnazlık ediyor gitmiyor der.
Askerler
Daşo’ya “bir daha merkebi dövdüğünü görürsek ellerine kelepçeyi vurur seni,
karakola götürür biz de seni döveriz.” derler. “Komutan oğlum vallah billâh bir
daha dövmem.” der. Askerlerin uzaklaşmasını bekler askerler uzaklaşınca merkebi
bir daha döver. “(..diğim) demek karakolda da adamın vardı ha!” der. Merkebi
iyi bir döver hadi askerleri çağır da seni kurtarsın der. 1313 doğumlu olan
Daşo goca 18 Nisan 1965 tarihinde vefat eder. Kendisine Allah’tan rahmet
ailesine baş sağlığı diliyorum...
ARAYIN, ARAYIN BULURSUNUZ:
İlçemizde çok
dindar beş vakit namazını kılan, güzel Kur’an okuyan Kerem Salman efendi bir
kişiliğe sahipti. Bu insan bir ara kafayı üşüttü. Sağa sola saldırır. Esnafları
rahatsız eder, dükkânların, arabaların camlarını kırar. O günün Belediye
başkanı zabıtaları ile bu kişiyi Adana’ya Balcalı Hastanesine gönderir.
Adana’ya varırlar Şoför Balcalı hastanesini bilmez. Birkaç kişiye sormuşsa da
kimse hastanenin
Nerede olduğunu
bilmez. Bunları duyan arabanın arka koltuğunda yatan Salman Şoföre “Arayın,
arayın ancak (..kimi) bulursunuz” der. Şoför abi bu hastaneyi sen biliyorsun
tarif ette bir an önce varalım der. Salman bana ne Şoför değil misin bul der.
Şoför birkaç çarşı sokak geç dikten sonra nihayeti hastaneyi bulur. Ve Salman’ı
hastaneye yatır dönerler. Salman siz gidin ahmaklar arkanızdan gelirim der...
ARDINDA NAMAZ KILINMAZ:
Yaşlı bir
amcamız her nedense Cami imamına kızar. Bu muhterem amcamız 5 vakit namazını
camide kılan biridir. Her ne sebeptense o gün camide, cemaate döner: “Ey cemaat
bu imamın arkasında namaz kılınmaz.” der.
Ve kendiside camiyi terk eder. Namazlarını evinde kılar.
Camiye alışık olan amcamız tekrar camiye gitmeye başlar. Cemaat tan meseleyi
bilen biri sormuş “Hani sen bu imamın arkasında namaz kılınmaz
demiştin.”deyince “Ben imamın ardında kılmıyorum ki. Beş saf geride, direğin
arkasında kılıyorum.” der...
AYAKTA UYUYAN ADAM:
Yine Cerit’li
bir vatandaş Merkebiyle komşu köylerden birine saman almaya gider. Samanı alır,
merkebine yükler Çatalağaç yolunda. Merkep önünde kendisi arkada hem uyuyor,
hem yürüyor. Geriden bir kamyon gelir. Şoför korna çalar, duymaz. Şoför “Bu
adam sağır galiba.” der. Şoförün yanında oturan biri; “Usta bu adamı tanıyorum.
Cerit’lidir hem yürür, hem ayakta uyur” der. Adam kamyondan iner yolcunun
yanına varır. Yolcu gerçekten uyuyor. “Adam yolcuya uyan!” deyince birden
irkilir.”Yolcuya kızar sende kimsin beni korkuttun” der. “Adam Merkebi kenara
çek biz geçek sen hem uyu hem yürü” der...
ARKADAŞINA MİSAFİR OLUR:
Mevsimlerden
kış, Adam Bir akşam arkadaşına misafir olur. Evde bira içildiğini görür. Adam
orada bir kaç şişe içer bana eyvallah der yoluna devam eder. Düşe kalka evin
yolunu tutar. Adam nere gittiğini bilmez yoldan dışarı çıkar bir evin süyüğünün
altına yürür Kafasını süyüğe vurur. Oracığa oturur acaba bana kim vurdu diye
düşünürken biraz sonra ayıkır ben kafamı kendim süyüğe vurmuşum der kalkar
yoluna devam eder. Düşe kalka eve gelir. Evin önünde ayağı kayar oraya düşer.
Oracıkta yatar uyur
uyandığında üzerine yarım metre kar yağmış elbisesi ıslanmış. Tamamen ayıkır
evine çıkar. Elbiseyi değişir yatar iki gün iki gece sonra uyanır ve bir daha
da içkiyi ağzına almaz...
BAKARAK BELLER: 1
Çoban Güccük.
Terzilik öğrenmek ister. Fakat köyünde terzi olmadığı için Maraş’a gider. Çarşı
da gezerken bir terzi dükkânına rastlar. Güccük bu terziyi bir müddet uzaktan
seyreder. Ustanın buyur yiğit gömlek mi diktireceksin, şalvar mı?” demesi
üzerine “Bir gömlek, bir de şalvar diktireceğim.” der. Usta “hazır var ölçünüze
uyarsa verelim” der. “Yok, bana yenilerin dik” der. Usta adamın ölçülerini
alır. Şalvarı gömleği dikmeye başlar. Güccük iyice seyreder. Usta gömlek ve
şalvarı hazırlar Güccük’e teslim eder.“Sen nerelisin?” diye de sorar.
“Ceritliyim.” der. Usta “Cerit’li
olduğunu bilsem seni dükkâna bile koymazdım.” der. Güccük “neden?” der. Usta
“Ceritli her şeyi bakarak bellermiş.” der. Güccük gömleğin, şalvarın parasını
verir köyüne dönerken bir de dikiş makinesi satın alır. Evinin bir odasında
çalışmaya başlar. Böylece terzi olur. İşini çok iyi yapan Güccük kısa zamanda
iyi bir terzi olur. Cerit'te ün alır. (1940) doğumlu olan Güccük lakaplı Mehmet
Kırıcı (2012) yılında vefat etti Allah'tan rahmet diliyorum...
BAKARAK BELLLER: 2
Çoban lakaplı
Hacı Kırıcı Çoban Gücüğün abisidir. Hacı her şeye kafası çalışan bir insandı.
Bir sabah kalkar Maraş’a gider. Çarşı pazar dolaşırken Sobacılar Çarşısına
girer. Soba yapan ustayı bir müddet uzaktan seyreder. Soba ustası Hacı’yı
çağırır sorar.“Buyur yiğit sobamı borumu alacaksın?” der. Hacı “Bir soba, bir
dirsek, birkaç tane de boru yaptıracağım.” der. Usta “Hazır sobamız borumuz
var.” der.
Hacı “Yok
bana yenilerin yap eskileri almam.” der. Usta sobayı yapmaya başlar. Hacı
dikkatle ustayı seyreder. Soba, dirsek ve borular yapılır. Hacı bir bakmaya
orada sobacılığı öğrenir. Ustanın parasın verir. Usta Hacı’ya “sen nereliydin?”
deyince. “Cerit’liyim.” der. “Bunu baştan söylesen ne vardı. Seni dükkânıma
bile koymazdım.” der.
Hacı “Neden?”
diye sorar. “Cerit’liler sanatı bakarak bellermiş. Seninki soba almak değil,
sobacılık öğrenmekmiş.” der. Hacı “Bildin.” der. Usta “Al şu sobanı bir daha
buralara gelme” der. Sobasını alır ayrıca çarşıdan soba yapma malzemelerini de
alır köye gelir. Akşamdan sobacılık tezgâhını dükkânına kurar. Sabah erkenden
çalışmaya başlar. Kısa zamanda iyi bir soba ustası olur...
BANA MI SORDUN?
Öğretmen
öğrencilerinden birine “İki kere iki kaç eder?” der. Öğrenci öğretmeninin gözüne
bakar. Öğretmen “Ne bakıyorsun evladım duymadın mı? İki kere iki kaç eder?”
deyince. “Öğretmenim sen bilmiyorsun da bana mı soruyorsun?” der. Arkadaşları
kahkaha atarak gülerler...
BANA ÜRMEDİN:
Engizek’li
Culha bir gün Cerit’e gelir. Köyde gezip dolaşırken bir arkadaşı ile
karşılaşır. Konuşurlar, hoş beşten sonra adam arkadaşına “Galiba sen beni
tanıdın” deyince Arkadaşı “Tanımaz mıyım.” der.“Peki, tanıdın da niye bana
kuyruk sallamadın?” der. Arkadaşı “Ben it miyim de sana kuyruk sallayım” der.
Ve arkadaşına küser. Bir daha da konuşmazlar...
BAYRAK SEVDALISI:
Tola, 1971
doğumludur doğuştan zihinsel özürlü mecnun biri. Köy Halk’ı tarafından sevilen
birmecnun dur. Kimseye bir zararı olmaz. Esas adı Mehmet’tir. Onun lakabı Tola.
Bazen öfkeli, bazen neşeli, bazen kendi kendine konuşur, gezer. Tanıdığı her
insana gülümser. Kendisine sorulan soru ne olursa olsun “He” diye cevap verir.
Başka bir şey diyemez. Tola’nın en büyük sevdası
Türk Bayrağı’na
olan aşkıdır. Bir müddet elinde Türk Bayrağı ile gezdi. Bayrakla yattı,
bayrakla kalktı. Tola parayı bilmez ve konuşamaz. Acıktığı zaman tanıdığı
insana yaklaşır, açlığını ispat etmek için midesini gösterir. O zaman aç
olduğunu herkes bilir. Bazı esnaflarımız Tola’ya paket pirinç, makarna ve sebze
verirler. Çok sevdiği esnaf Hacı Hüseyin Kuş’a götürür yemek yapmasını ister.
Hacı Hüseyin
Kuş olurda Tola’yı hiç kırar mı? Tola’nın yemeğini hazırlar. Salatasını yapar,
karnını doyurur, çayını içirir. Tola Hüseyin Kuş’a söver ayrılır. Tola zihinsel
özürlü olabilir ama Bayrak sevdalısıdır. Bu ülkede yaşayıp da Bayrağımızı
yerden yere vuranlar asıl zekâ özürlü olan o kişilerdir. Beyin özürlülere en
güzel cevabı bizim Tola vermiştir. Tola’nın son günlerde iki gözleri de görmez
oldu kolay, kolay evden çıkıp gezemez. Rabbim yardımcısı olsun...
BEDDUA ALMIŞ:
Cerit gençleri
eskiden Cuma geceleri evlerin bacalarından torba salındırırlar. Hane sahibi
torbaya bastık, sucuk, ceviz, tarhana ve meyve gibi yiyecekler koyar. Bacada
bekleyen gençler torbayı yukarı çeker. Torbadaki yiyecekleri kendi aralarında
paylaşır yerlerdi. Mahalle evlerinin bacaları tek, tek gezilirdi. Yine bir evin
bacasına gelip torbayı salındırırlar. Baba çocuklara “Siz bunları oyalayın, ben
geliyorum.” der. Ve ağıla iner. Bir tepsi davar zibili getirir.
Torbanın içine
koyar, torbayı yukarı çekerler. Torbanın içi davar zibili dolu. Bacaya eğilerek
“Allah senin iki gözünü alsın” derler. “Torbaya koyduğun zibil senin ağzına
burnuna dola.” derler. Bu sözleri duyan adam yaptığına pişman olur. Acele
dışarı çıkar. Ev iki katlıdır. 0n saniye içinde evin etrafını dolaşır. Damdan
ne inen ne çıkan var, çevrede kimse yok. Adam şaşırır. Yüksek sesle “Kimsiniz
Nerdesiniz? Gelin, yaptığıma pişman oldum. İsteğinizi fazlasıyla vereyim de
halelleşelim.” der. Çağrılarına cevap alamaz. O kişiler çoktan kaybolmuşlar.
Birkaç yıl
içinde adamın iki gözü görmez olur. Doktora götürürler, meseleyi anlatırlar.
Doktor şaşırır, “Olmaz öyle şey. Kimmiş o adamlar bedduadan adam kör olur mu?”
der. Göz damarları kurumuş buna çare yok. Böyle yaşamaya alışacak götürün.”
der. Adam üç beş yıl böyle yaşadı. Bir gün sabah namazına kalktığında dışarı
lavaboya giderken hangi yöne gittiğini bilmez kapıdan aşağı ağıla düşer.
Çırpınarak
davarın zibiline karışır. Ağzı burnu zibil dolar. Oracıkta hayatını kaybeder.
Aile; “Bacamıza torba salındıran kişilerin bedduası tuttu.” derler. Sevgili
okuyucular, siz bunu bir hikâye sanmayın. Kimsenin bedduasın almayın. Ben bu
olayı bizzat ailesinden birinden dinledim olayı bilenler var. Mahallenin
birinde yaşanmış gerçek bir olaydır...
BEN DE SİZE EDERİM:
Derviş Ali
Aksu’da misafir sahibi sayılan sevilen birazda saf muhterem bir insandır.
Maraş’tan bir vatandaşın arazi keşfine bir bayan hâkim gelir, keşfini yapar.
Derviş Ali’nin evine misafir olurlar. Yiyip içtikten sonra hâkim hanım “Ali
amca her şey için teşekkür ederiz.” der. Ali amca “Kızım ben de size ederim,
ben de size ederim.” diye tekrarlar. Hâkim şaşırır. Etrafındakilere bakarak “Bu
amcamız ne demek istedi.” der. Orada bulunanlardan “Efendim sizin ettiğiniz
teşekkürün karşılığına kendisi de teşekkür etmek istedi.” derler. Kendisi çok
muhterem sayılan sevilen misafir perver bir insandı...
BEN DE SİZE KURBANIM:
Adamın lakabı
Ateş dir. Kışın evlerde su olmadığı için sığırlarını sulamaya pınara götürür.
Pınarın Yakınında çul çuval dokuyan iki bayan üşümüşler birinin adı Fadime’dir.
Çardakta ekmek sacının üzerine ateş yakıp ısınıyorlarmış. O kadar üşümüşler ki
Kadınlar “Uy ateş kurbanım sana.” “Hissemiz kadar ne bu dünyada, vaz geçeriz ne
öbür dünyada senden vazgeçmeyiz.” derler. Bunu duyan ateş lakaplı kişi “Uy
Fadime ben de size kurbanım. Ben de sizden vazgeçmem.” der. Bu sözü duyan
hanımlar “Bire adı batası biz sana mı dedik?” deyince adam “Ne fark eder. Ha o
ateş, ha ben ateş.” der. Yıllardır bu laf her zaman söylenir...
BEYİ NEREDE?
Bir vatandaşın
hanımı rahatsızlanır.
Kahramanmaraş’a
doktora götürür. Hastayı hastaneye yatırır. Doktor “hastanın beyi nerde?” der.
Adam “Hocam bir bakayım.” deyip hastanede bey arar bulamaz. Geri gelir “Hocam
bey bir ilaç ismi mi?” der. Doktor “Adam sen neden bahsedersin. Hanımın kocası
kim?” der. “Öyle desene hocam benim buyur.” der. Doktor adamın saf olduğunu
anlar. Bu defa hemşire adama “Git çarşıdan bir ördek getir.” der. Adam çarşıya
çıkar. Esnaflara ördek sorar.
Biri “Bende
var.” der. Ördeği alır, bir karton kutuya koyar, hastaneye getirir. Hemşire
adama “Hani ördek?” der. “Aha getirdim.” deyip. Ördeği ortaya bırakır. Hemşire
kızar. “Be adam ben senden canlı ördek istemedim. Hastanın kullanacağı plastik
ördek istedim.” der. Adam şaşırır. Hemşireye “Sen ördek istedin, getirdim. Niye
kızıyorsun?” der. Hemşire “Çabuk eczaneye git. Hasta için ördek dersen verirler.”
der. Adam, gider eczaneden plastik ördeği alır getirir. “Hemşire hanım
plastikten de ördek mi olurmuş?” der. Adam hemşireye canlı ördeği de evine
götür kes ye der...
BİR TREN ALIRIM:
Engizek’li
Dıraz lakaplı Duran emmi ile bir arkadaşı çalışmak için Kahramanmaraş’a
giderler. Birkaç gün çalışırlar. Kazandıkları üç beş kuruşu evlerinin
ihtiyacına harcarlar. Heybelerini omuzlarına atıp bir yük kamyonu ile Narlı’ya
gelirler. Ceplerinde para yok ki şoföre vereler. Narlı’dan trene kaçak binerler
tirendeki görevli tekmeleyerek trenden indirir. “Sen indirmesen bile zaten biz
inecektik.” der. Duran emmi memura döner. “Bu acıyla bana bir tren aldırırsın.”
der. Memur“Trene binmeye yol paranız yok. Nasıl tren alacaksınız?” der. “Duran
emmi sen orayı karıştırma.” derler...
BÖREK YEDİĞİ GİBİ:
Ceritli bir
vatandaş Kahramanmaraş’a çalışmaya gider. Çarşı pazar gezerken börek satan
birine rastlar. Börekçi “Börek ye, börek ye.” diye çağırır. Adam zaten aç börek
tezgâhına yaklaşır. Böreklerden yer. Karnın doyurur. “Hadi bana eyvallah.” der.
Börekçi “Böreklerin parasın ver de git.” der. Adam “Oğlum ne parası sen ısrar
ettin ben de yedim.” der. Börekçi polis çağırır. Polis gelir “Derdiniz ne?”
dediğinde börek satan adam “Efendim saymadım belki on tane böreğimi yedi.
Paramı vermeden gidiyor.” deyince, adam polise “Bu adam yalan söylüyor. Kendisi
ye diye ısrar etti, ben de yedim.” der. “Neden parasın vermedin?” deyince adam
“Oğul param yok, kendisi de bizim eve gelsin istediği kadar börek yesin.” der.
Polis “Sen nerelisin?” der.“Cerit’liyim” der. Polis “vay börekçi emmi vay” der.
Böreklerin parasını polis öder. Böylece Ceritlinin lakabı da börekçi olarak
kalır...
CAMİDE ÖLEN KARDEŞLER:
İlçemizin saygın
kişilerinden lakapları garip Mehmet Garip Veli, Bu kardeşlerin lakapları gibi
kendileri de gariban insanlardı. Kardeşlerin soy isimleri (Kutlu) Garip Mehmet
(1918 doğumlu idi) 08 02 1998 tarihinde kurban bayramının 2. günü Cuma namazını
kılmak için büyük pınarda abdestini alır Keziban hatun camisine girer üç adım
atar ileri gidemez oracıkta ruhu hakka teslim eder.
Kardeşi Garip
Veli Köyümüzün ilk berberlerinden idi. Yıllarca berberliğine devam etti biraz
yaşlanınca sanatını oğullarına devretti. Garip Veli (1926 doğumlu idi)
30 Ocak 2010 tarihinde evinde abdestini alır akşam namazını
kılmaya Hafızların camisine gider. Caminin çardağında müezzinle karşılaşır
oturup sohbet ederler vakit geldiğinde müezzin ezan okumak için minareye çıkar.
Garip veli camiye girer. Kardeşi Garip Mehmet gibi içeri üç adım atar ileri
gidemez oracıkta ruhu hakka teslim eder. İkisinin de ölüm kaderleri aynıdır.
İkisi de kutsal mekânlarda ruhu sahibine teslim ederler. İkisine de Rabbim
rahmet eylesin mekânları cennet olsun...
CEHENNEM’E GİDERSİN:
Cerit köy
düğünlerinde teh çalan komik birisine. Bir hacı amca günah işliyorsun oğlum
günah der. Öldüğün zaman cehenneme gidersin.” der. Adam Cehenneme tek başıma mı
giderim, yoksa bu toplulukla beraber mi giderim?” der. Hacı amca “Evet, hepiniz
beraber gidersiniz.” deyince Adam Hacı amcaya “orada da böyle devam ederse, bu
şenlik kimin eline geçer der. Ben o Cehenneme seve, seve giderim.” der. Yaşlı
Hacı amca“ adama Allah hayrını versin. Devam et, devam et.” der...
CEP HASTALIĞI VAR:
Hanım bir gün
beyine “Romatizmalarım arttı, Ilıca’ya gidelim.” der. Bey “Benim de aklımda,
amma önce bir doktora danışmalıyız.” der. Mukallit adam doktora gitmez. Bir gün
sonra hanımına; “Doktor, bana sende cep hastalığı var. Ilıcaya gidemezsiniz?”
dedi der.Hanım şaşırır “Bey bu hastalık da nerden çıktı.” Der. Adam;“Ne bileyim
doktor dedi işte.” der. Hanım o gece uyuyamaz. Sabahleyin kalkar yakın bir
komşusuna gider. “Komşu benim beyde cep hastalığı varmış” deyince komşusu
“Nasıl olur paranız mı yok?” der. Hanım “Yok, yok doktor cep hastalığı var.”
demiş. Komşusu “Sen deli misin? Cep hastalığı olur mu? Senin bey mukallit biri
paramız yok demiş. Sen yanlış anlamışsın.” der. Hanım eve gelir. “Bey şu cep
hastalığını bana anlat.” der. “Hanım sen anlamıyor musun? Bende cep hastalığı
varmış dedik ya” der ve güler. “Hanım sen gerçekten safmışsın. Cep hastalığı
parasızlıktır.” der. Parası olmayan ılıcaya nasıl gitsin der. Hanımı da böylece
rahatlamış olur...
CERİTLİ BİRİNİ DÖVERLER:
Köyde
vatandaşın biri Muhtar ve azalar aleyhine laf konuşurmuş. Muhtar bekçilerini
gönderir. Adamı alır muhtarın odasına Getirirler. Muhtar ve azalar dövmek için
karar alırlar. Adam gelir önce bir selam verir selamını alırlar. Daha
oturmadan, Muhtar sen Aleyhimizde laf edermişsin işimize karışırmışsın deyince,
Adam evet sende dürüst iş kes der. O anda muhtar adama sopayı çeker bir tane
vurur ikinciyi vuramaz. Adam muhtarın elinden sopayı kaptığı gibi üç azayı ve
muhtarı kibarca döver. Dışarıda bekleyen bekçiler gürültüyü duyunca odaya girerler.
Birer ikişerde bekçilere vurur. Altı kişi bir olup ellerini Ayaklarını
bağlamaya çalışırlar bağlayamazlar bırakırlar yarın olsunda sizinle görüşürüz
deyip evine gider. Bir gün sonra K.Maraş’a gider. Muhtarı iki azayı mahkemeye
verir. Gün gelir hepsi bir arabayla mahkemeye giderler.
Birkaç mahkeme
sonrası hâkim muhtara 40 gün hapis cezası verir. Cezayı az bulan adam elini
kaldırır konuşabilir miyim deyince hâkim buyur konuş der. Hepsi bir olup beni
dövdüler. Dişlerimi kırdılar, muhtara verdiğiniz ceza az oldu deyince, Hâkim,
Sende bunları dövmüşsün deyip Muhtarın suçunu paraya çevirir. Hâkim davanız
berat der. Hepsi bir dışarı çıkarlar. Adam ya! Muhtar ben niye yanlış yaptım.
Keşke dilim bağlansa da demeseydim sen kırk gün yatsaydın yüreğim soğar dı der.
Muhtar geçti borun pazarı sür eşşeğini cerit’e der...
ÇAY DÖKER MİSİN: ?
Bir arkadaşın
evine birkaç misafir gelir. Sabahleyin kahvaltılarını yapıp sohbet muhabbet
derken yeniden Çay demlenir sofraya gelir. Herkes birer bardak doldurur içer.
Misafirin biri ev sahibine çay döker misiniz der. Ev sahibi biraz komiktir hay,
hay tabi ki dökerim deyip Demliği götürür bahçedeki ayva ağacının dibine döker.
Boş demliği getirir. Misafirler “hani çay” derler. “Şu arkadaş dök dedi bende
döktüm” der. Misafir ben bardağa dök demiştim deyince ev sahibi siz bana
bardağa dök demediniz. Çay döker misiniz dediniz işte bende götürüp döktüm
der...
ÇARDAĞA ATMIŞLAR:
Aksu
mahallesinden lakabıyla anılan Tatar Hocanın rahmetli dedesi çok âlim bir hoca
ünvanını alır. Dedesi cinleri emrine alır her dediğini yaptırırmış. Hoca bir
gün yine cinleri emrine almaya çalışırken cinler hocayı götürür Keziban Hatun
camisinin dışarıda bulunan çardağın altına atarlar. Kimsenin haberi yok orada
24 saat yatar. Cami cemaatlerinden biri rastlar, çardağın altında bir adam
uyuyor onu uyarır.“Kimsiniz burada ne işiniz var?” dediğinde hiç pot kırmadan
“uykum gelmişti yatıp uyumuşum” der. Cinler beni buraya attı dememiştir...
DEVEDEN RAHATSIZIZ:
İnsanlar eskiden
sürülerini otlatmak için yaylalara göçerdi. Kavak yaylasında iriyarı öfkeli bir
amca vardır. Sülale adı don kızlar Cüceler oymağının sürülerini yakın çevresine
koymazmış. Cücelerden bir komşu bir komşusuyla karşılaşır. Birbirlerine hal
hatır sorarlar.
“İyiyiz iyide
fakat deveden rahatsızız.” der. Komşusu “Elinize bir değnek alın Kovalayın
gitsin.” der. Diğer komşu “Yok yok o deve değil. Kavak’ta oturan deve gibi biri
var.” der böylece adamın lakabı deve kalır. Diğer komşu iri yarı olan o adamla
karşılaşır. Falan komşu sana deve gibi adam diyor der. Kendisine deve diyen
komşusuna “Çomuluğuna da bakmaz bana lakap mı takmış.” der. İri adamın lakabı
deve kalır deve diyen komşu hanımın lakabı da çomu olarak kalır. Böylece iki
kişi bir birlerinin lakabını pekiştirirler...
DİRSEK KESKENİR:
1959 larda
Küçükcerit ile Çağlayancerit’in yayla yüzünden araları açılır. Küçükcerit’li
Çağlayancerit’linin sığırını, davarını yaylada otlattırmaz. Bunun üzerine
köylüler arasında kavga çıkar. Silahını kuşanan dağa çıkar. Karşılıklı
birbirlerini korkutmak için ateş ederler bir Cerit’linin eline küçükceritli
biri ele geçer Küçükcerit’liyi döverler. Bu olayı duyan Küçükcerit’li bir teyze
çok korkar. “Oğlum Halil kaç beşiği de al da kağnı yoluna aşağı kaç.” der. Bu
kavga çok sürmez. Köylülerin ileri gelenleri bir araya gelerek işi tatlıya
bağlayıp barışırlar. Cerit’li bir yaşlı amcayı kızdırmak için. “Amca
Küçükcerit’liler bizimkilerden birini dövmüş.” der. Amca öfkelenerek Küçükcerit
köyüne uzaktan uzağa dirsek keskenerek “bakın lan aklınızı başına alın beni
oraya getirmeyin ha!” der...
DOKTORA GİDER:
Cerit’li bir
amca rahatsızlanır doktora gider. Şehirde kimseyi tanımaz. Birilerine sorar.
“Doktor nerede?” der. Adam “Hangi doktor?” der. “Fark etmez hangisi olursa
olsun. Hastayım işte.” der. Adam“Daha karşıda levhası gözüküyor. Git.” der.
Amcamız levhayı takip edip doktoru bulur ve Doktora ben hastayım.” Der. Doktor
“nereniz ağrıyor der.” “İçerim ağrıyor.” der. Vardığı doktor cilt doktoruymuş.
“Senin hastalığından ben anlamam. İç hastalıkları doktoruna git.” der. Yine
çarşıya çıkar, doktor arar. Birilerine sorar. “Hastalığımı bilen bir doktora
gideceğim.” deyince adam “Nereniz ağrıyor?” der.
Karnını
göstererek “Aha şuram.” der. Bir doktor tarifi daha alır gider. Doktorun
kapısını çalar. Odacı içeri alır. “Doktor beni muayene et.” der. Odacı “Ben
doktor değilim. Doktor birazdan gelir bekle.” der. Doktor gelir. “Buyur amca
neyiniz var, neren ağrıyor?” der. Amcamız “Sen bilmiyon da bana mı soruyorsun.
Hastayım işte.” der karnını gösterir. Doktor kulakcağını takar.
Kalbini dinler,
sırtını dinler, nabzını ölçer, reçetesin yazar eline uzatır. Reçeteyi alıp
giderken Doktor “Amca ücretimi ödemediniz.” der.“Ne ücreti oğlum sen bana ne
yaptın ki. Koluma bir şey takıp kolumu şişirdin. Sağımı solumu yumrukladın.
Sırtıma vurdun beni dövdüğün için mi sana para vereceğim.” der ve çıkar gider.
Doktor beyde yürü git der...
EKMEĞİ ELİNDEN ALIRLAR:
Komik Adam
sabahleyin kalkar. Hanımı “Bey! Ekmek alıp gel de kahvaltımızı yapak.” der.
Adam ekmek almak için bakkala gider. Bakkaldan iki ekmek alır. Eve dönerken
önüne iki tane adam çıkar. “Nerden geliyorsun?” derler. Adam “Ekmek aldım, eve
gidiyorum. Buyurun eve gidelim, kahvaltı yapalım.” der. Adamlar adamın elinden
ekmekleri alırlar, ensesine birer tokat atarlar ve “Yürü git!” derler. Adam
seslenmez. Birkaç adım atar, geri döner. Adamlar ekmekleri ellerine alarak gâh
güdü güdü diye güdületirler. Yani adamı it ederler. Senin bize yaptıklarından
haberin var mı? İşte hayfımızı aldık derler. Adam sessizce eve varır. Hanım
“Hani ekmek?” der. Adam “Ekmekleri elimden aldılar. Yufka ekmek sula da
kahvaltımızı yapalım.” der. Hanım beyine “Ekmeği niye elinden alırlar? Sen
zamanında onlara ne yaptın ki onlar da şimdi ekmeği elinden aldılar?” der...
ENGİZEK’TE BİR KEÇELİ:
Cerit’tli bir
esnaf. Buğday, arpa, nohut satar. Bir gün dükkâna başı keçeli bir adam gelir.
Param yok bana bir ton buğday ver pamuktan gelince borcumu öderim der. Keçeliye
“adın ne demez?” nerelisin der adam“Engizek’liyim” der. Keçeli buğdayı alır
merkeplerine yükler gider. Esnaf adamın ismini soy ismini bilmez. Deftere
Engizek’te bir keçeli yazar. Alacak zamanı geldiğinde keçeli getirip borcunu
vermez.
Cuma günü
sokaklarda keçeli arar. Gördüğü keçeliye bana borcunuz vardı borcunuzu verin
der. Kimse borcu üstlenmez. Keçeli’nin ismi yıllarca defterinde kalır. Bir gün
defteri önüne alır, borç listesinden Engizek’te bir keçeli ismini bulur. “Meram
Engizek’te böyle bir keçeli yokmuş, defterimde ne işin var.” deyip öfkeyle
keçelinin üzerini kalınca çizikle çizer. Bir ton buğdayın parasında alamaz..
EŞŞEKLİK YAPIYORUM:
Bir amcamız
ilkbaharda yaz evine göçer. Sözüm ona bir de merkebi varmış. Evinin bir
kenarına merkebine yatacak bir yer yaparken akrabalarından bir bayan gelir “Ede
eline sağlık ne yapıyorsun?” deyince “Ne yapayım bacı eşeklik yapıyorum.” der.
Kadın “Hele bir daha de.” deyince “Eşeklik yapıyorum eşeklik.” Der. Ede “Sen
iyi bir insansın. Eşeklik sana yakışır mı?” der. “Bacı sen yanlış anladın.
Üşümesin diye eşeğe yer yapıyorum” der. Bacısı ha! öyle de sene der...
EKMEK TAŞIN ALTINDA:
Aksu
mahallesinde lakabına Daşo derler muhterem bir dede varıdı. Bu mukallit dedemiz
her gün dağda davar otlatırmış. Sözüm ona evinde bir de köpeği varmış. Köpek
davara gitmezmiş. Bir gün köpeği zorla davara götürür. Vakit öğle zamanıdır.
Daşo dedemiz acıkır. Bir meşe gölgesinin altında azığını yer. Köpek karşısına
geçip oturur ekmek bekler. Daşo dedemiz bir parça ekmek alır, üzerine irice bir
taş koyar. Köpek tırnaklarıyla ekmeği taşın altından çıkartmaya çalışır.
Dedemiz “(…diğim) davara gitmen evde yatarsın ha! Yatana ekmek yok der. Bak
işte bir ekmek bir taşın altında kolaysa çıkart ta ye sene.” der...
EZAN OKUYUP KAÇMIŞ:
Cerit’li Komik
mi komik bir vatandaş. Çarşıdan eve giderken, akşam ezanı okunmak üzereymiş.
Acele minareye girer. Ezanı okur, çıkar bir akrabasının evine varır. Akrabası
“Az önce ezan okuyan sen değil miydin?” der. “Evet” der. “Neden namazı
kılmadın. Senin müezzinlik yapman gerekiyordu.” der. “Akrabam ben ezanı okudum
geldim. Camide bir sürü cemaat var biri müezzinlik yapar der...
FARKINDA DEĞİLMİŞ:
Adam bir gece
odasında uyurken cürüt denen bir böcek durmadan ötüyormuş. Cürütten rahatsız
olur bir türlü uyuyamaz. Genelde sol tarafına uyurmuş. Başını kaldırıp sağ
yanına dönüp yatar. Cürüt sesini keser. “Adam hanıma hele şükür cürüt sesini
kesti der.” Hanım, “Ne Kesmesi ötüyor.” der. “Yastıktan başını kaldırır gerçekten
ötüyor. O zaman anlar ki sol kulak ağır işitiyormuş da farkında değilmiş.
Böylece sol kulağının duymadığını öğrenmiş olur...
FİRAR ETMİŞLER:
Cerit'li iki
kafadar İhtiyatlık askerliğine giderler. Birlikleri K.Maraş piyade alayıdır. Bu
kafadarlar bir ay sonra askerden firar edip köye gelirler. Anneleri ve babaları
“Niye geldiniz?” deyince “Sizleri göresimiz geldi.
Dayanamadık,
geldik.” derler. Babaları “Çabuk gidin birliğinize teslim olun. Yoksa sizi
karakola şikâyet ederim der. Elinizi kolunuzu bağlayıp götürürler.” deyince
korkarlar. İki gün sonra gidip birliklerine teslim olurlar. Komutanları
“Neredeydiniz?” diye sorar. “Komutanım!
Ailemize gittik.” derler. Temmuz ayının sıcak günleridir. Komutan bunları
cezalandırmak için alayda bir elektrik direğine sırt sırta bağlar. 8 saat
direkte bağlı kalırlar. Direkte karıncalarda varmış. Karınca ikisini de dalamış
sıcak bir yandan derken. Komutan yanlarına gelir. Adamları karınca sarmış
terlemişler, suları akıyor. Komutan “Ne güzel sırt sırta vermişsiniz. Size
kimsenin gücü yetmez artık.” der. “Komutanım! Estağfur tövbe olsun bir daha
firar etmeyiz. Bizi bırak.” derler. Komutan “Peki! Bir daha giderseniz sizi şu
gördüğünüz kalın ağaca bağlarım. Ne haliniz varsa görürsünüz.” der. Gidin
elbisenizi değişin yemeğinizi yiyin silahlarınızı alın eğitim alanına gidin
der...
GİDERKEN DİNLERİM:
Komşu köylerden
bir vatandaş radyosun tamir için Cerit’e tamirciye getirir. Radyoyu tamir
ettirir, radyo tamir edilirken radyo güzel bir türkü söylemeye başlar. Vatandaş
“Usta kapat, kapat ben onu giderken dinlerim.” der. Usta“O türkü şimdi biter
radyoda kalmaz.” der. Tamir parasını öder yola çıkar. Yolda radyoyu açar. Radyo
başka şeyler çalar. Kendi kendine “Usta yaptığını beğendin mi?” der. “Radyoyu
acele kapatmadı türkü bitmiş.” der. Aradan zaman geçer. Usta adam ile
karşılaşır.“Ustam o gün radyonun söylediği türküyü dinleyemedim.” der. Usta
“Ben sana söylemiştim. Radyo programları geçicidir fakat siz bana inanmadınız”
der...
GÖZÜME BAK HELE:
Ali ile Osman İki akraba yaylaya
aldıkları kengeri getirmeye giderler. Kengeri döverler, harallara basarlar.
Katır bendeğe çekilir. İkisi, bir haralın birini yüklerler. Diğer tarafı
yüklemek için biri yüke Dayak durur, diğeri zorda olsa haralı tek başına
katırın sırtına kaldırır. Diğeri yüke dayak duramaz. Katır yükü atar. Ali
Osman’a öfkeyle“Gözlerime bak hele.” deyince. Osman “Bakıyorum bakıyorum öteden
beri bozarıp geliyor.” der. Adam katırı bırakır Osman'ın peşinden koşar yakalar
Osman'a iki vurur. Çok sürmez geri barışırlar. Katırı yükleyip gelirler...
GÜN GÖSTERMEDİN:
Geçim
sıkıntısı, çocuk sıkıntısı derken Cerit'li karı koca bir gün kavga ederler.
Mevsimlerden kış hanım kocasına “Yazıklar olsun sana. Evlendik evleneli Bana
gün göstermedin.” der. Kocası “Ayıp oluyor hanım. Şimdi mevsim kış, güneş
gözükmez. Yaz gelsin de inşallah sana bol bol güneş gösteririm.” der...
HALIM YOK:
Komşu
hastalanır. Diğer komşular ziyaretine gelirler. Hasta komşu soranlara “Halım
yok, halım yok.” der. Komşulardan biri bir halı alır, hasta komşusuna götürür.
Halıyı gören hasta “Komşu bu ne?” der. “Bilmedin mi halı, halı.” der. Komşu
“Niye zahmet ettin” deyip, “Kızım şu halıyı içeri götür.” der. Hasta “Komşu ben
halı istememiştim. Hastayım, halım yok demiştim. Yanlış anlamışsın. Zaten
halımızda yoktu getirmişsin sağ ol.” der Komşu “Ne yapalım her geldiğimizde
halım yok, halım yok deyip duruyordun.” der. Bende halı getirdim o zaman güle, güle
kullan der...
HAMDİ İLE HANİFİF SALMAN’IN HİKÂYESİ (1)
Hamdi ile
Hanifi Salman ikilisi bir birlerini çok severlerdi. Hamdi, Hanifi Salman’a
misafir olur. Salman anlatmaya başlar. “Geçen hafta kar yağmıştı, ava gittim.
Topal Ali’de Cırık sürüsüne rastladım. İçinde on saçma bulunan tüfeğimi cırıklara
doğrultup sıktım. On tane Cırık, iki tane de serçe vurdum.” der. Bunun yalan
olduğunu anlayan Hamdi kendi kendine “Dur şuna bir yalan da ben söyleyim” der.
Şimdi Hamdi
anlatmaya başlar. “Bende geçenler de Engizeğe odun etmeye gittim. Bir kamalak
yıktım. Kırk katır yükü odunu çıktı.” Deyince Salman “Arkadaş bir kamalaktan
hiç kırk yük odun çıkar mı?” der. Hamdi hemen Salman’a karşılık verir. “Sen on
saçmayla on cırık iki de serçe vurursunda, ben bir kamalaktan kırk yük odun
edemem mi” der. Hanifi Salman tekrar söz alarak “Arkadaşım cırığın bir kaçıyla
beraber serçeleri önceden vurmuşlar. Orada unutmuşlar gitmişler ben de varıp
aldım der...”
HAMDİ İLE HANİFİ SALMAN’IN HİKÂYESİ (2)
Hanifi Salman
ile Hamdi samimi arkadaşlar bir gün ava giderler. Akşama kadar avlanırlar. Bir
tavşan vururlar. Tavşanı alıp yaylada oturan bir eve misafir olurlar. Evin
hanımına bacı bir tavşan vurduk akşama içli köfte yap da yiyelim derler. Hanım
akşama köfteyi yapar. Köfte sıcak sıcak sofraya gelir Hanifi Salman tuh “Keşke
köftenin yanı sıra tarhana da ıslasaydın. Hamdi köfte yemez” deyince kadın;
“Kadın daha önce söylesen başka Yemek hazırlardım.” der. “Yok, yok sen bir
tepsi tarhana getir.” der. Tarhana gelir Hamdi utanır.
Ne tarhanadan, ne köfteden bir lokma bile
yemez, aç yatar. Sabahleyin erkenden
kalkarlar, kahvaltılarını yapıp evden çıkarlar evden uzaklaşınca Hamdi Salman’a
silahını doğrultur. “Hamdi sana ne ulan benim köfte yemediğim. Ellerini kaldır
seni vuracağım.” der. Hanifi Salman yalvarmaya başlar. “Yapma Hamdi ben şaka
yapmıştım. Sende gerçek anladın yemedin” der. Salman korkudan titriyor. Hamdi
“bir daha böyle gevezelikler yapmayacağına yemin et bakalım” Der. Salman yemin
üstüne yemin eder böylece işi tatlıya bağlayıp barışırlar...
İKİ YAŞ BENDEN BÜYÜK:
Aksu obasından
çocuklarını nüfusa düşürmek için bir vatandaş Maraş’a gider nüfus müdürlüğüne
varır. Memurlardan biri “Buyur amca.” der. Saf ve temiz insan “Çocuklarımı
nüfusa yazdıracağım.” der. Memur “Kaç çocuğunuz var?” deyince “Yedi sekiz tane
var.” der. Memur tekrar sorar “Çocuklarının sayısını bilmiyorsun, bari
isimlerini say.” der. Yaşlı amcamız yine düşünür. Bir kaçının ismini söyler
diğerlerini unutur. Memur “en büyük çocuğun kaç yaşında?” der. “Çocuklarımın en
büyüğü kızım. O da benden iki yaş büyük.” der. Memur “Amca sen bizimle dalga mı
geçiyorsun?” deyince “Doğru söylüyorum. Oğlum inanmıyorsan bizim eve gedek.
Kızım mı büyük ben mi büyükmüşüm gözlerinizle görün” der...
İNANMIYORUM:
Birkaç kişi akşamüstü
bir hocanın evine misafir olurlar. İçlerinde namı değer bir hoca efendi varmış
hocanın yaptıklarını eleştiriyorlarmış. İçlerinden biri hocaya,“Hocam sizin
marifetlerinize inananlar var fakat ben kesinlikle inanmıyorum.” der. Hoca
“İnanmayabilirsin ben yaptıklarıma inan demiyorum. Ben inandıklarımı yaparım.”
der. Sohbet devam ederken gece yarısı olur herkes evine gider. Hocaya inanmayan
kişi o gece rüyasında hocanın kendisine eziyet ettiğini, görür. Sıkıntı
içerisinde uykudan uyanır.
Hanımı “Bey ne
oluyor. Sen böyle değildin.” der. “Sorma hanım gözlerimi yumdum hoca peşimde
bana öyle eziyetler verdi ki anlatamam.” der. Tekrar uyumaya çalışır. Uyuyamaz
elbisesini giyer, gece gidip hocanın kapısını çalar. Hoca dışarı çıkar. “Hocam
ne olur, Allah aşkına beni rahat bırak uyuyayım. Bana eziyet etme. Sana
inandım.” der. Hoca “Ben bir şey yapmadım oğul sen korkmuşsun git oku üfür yat”
der. Adam eve gelir yatar, uykuya dalıverir. Adam bir daha değil hocaya
inanmamak, hocanın lafının olduğu yerden bile kaçar...
İKİSİ DE ÇIKSA GENE YERİM:
Abuzer amca
mukallit biri. Esprileriyle herkesi güldürür köy Halk’ı tarafından sayılan
sevilen muhterem bir insandır. Abuzer amca domatesi, acı biberi, üzümü çok
severmiş. Fakat gözlerinden rahatsızmış. Oğlunun birine bir gün “Beni doktora
götür” der. Oğlu babasını alır doktora gider. Oğlu espri olsun diye doktora
gizlice “Babama domates, acı biber, üzüm yemeyeceksin” der. Doktor muayene
ederken “Amca senin gözlerin berbat olmuş. Acı biber, domates, üzüm yemeyeceksin.”
deyince. Abuzer amca “Ney ney! Hele bir daha söyle.” der. Doktor aynı kelimeyi
tekrarlar. Abuzer amca “Doktor oğlum o dediklerini. Gözümün ikisi de çıksa yine
yerim.” der...
İKİMİZ DE KAZIK YEDİK:
Çok eski
yıllarda Cerit’li iki akraba K.Maraş’a hamallık yapmaya giderler. Akşama kadar
günleri sırtlarıyla yük taşımakla geçer, acıkırlar. Her gün çorba içerken hele
bu günde lokantaya gidelim derler. O tarihlerde lokantalarda en pahalı yemek
yüz elli kuruşmuş. Hamallar birer tabak pirinç pilavı, birer tabak fasulye
sulusu Yerler. Sıra gelir hesaba, dört kap yemek altı yüz kuruş eder. Hamallar
şaşırır. Bir haftalık kazançları bile o kadar yok. Lokantacıya “cebimizde olanı
verelim kalan borcumuzu sonra gelir öderiz.” derler. Lokantacı kabul eder.
Ceplerindekini verip dışarı çıkarlar biri diğerine sorar. “Yahu biz ne yedik ki
bu kadar para tuttu?” der. “Diğeri ikişer kap yemek yedik.” der. Bir diğeri
“Yok, yok ikimiz de iyi bir kazık yedik keşke gide de çorba içeydik.” derler...
KABAĞI KOYUN SANMIŞ:
Cerit’li bir
vatandaş kaçak yoldan, Almanya’ya gitmek ister. Şebeke vatandaşı gece
Edirne’nin bir köyünün yakınına getirir. “Yunanistan’a yaklaştık.” deyip
gecenin karanlığında ıssız bir yere indirilir. “Şu istikameti takip et.
Sabahleyin buluşuruz.” derler. Vatandaş gecenin karanlığında bir yer bilmez
verilen istikameti takip eder. Karanlıkta sessizce koyun sürüsü sanarak bal
kabağı tarlasına girer. Bu sırada yağmur yağıyor. Koyunlarda ses yok, adam
çobana seslenir kimse yok. Koyun sandığı kabağın birine usulca dokunur. Meğerse
girdiği koyun sürüsü değil, bal kabağı tarlasıymış. Dört taraf bembeyaz, her
kabak gözüne bir koyun görünür. Tarladan çıkar. Elbisesi ıslanır, yürümeye
devam eder. Uzaktan bir ışık görür. “Galiba Yunanistan’ın bir köyüne geldim.”
Der.
Yunanlılarla
iletişim kuramayacağını düşünürken köyde bir cami görür.“Allah Allah demek
Yunanistan’da da namaz kılanlar varmış.” deyip caminin bekçisi ile karşılaşır.
“Bekçi dur sen kimsin nerelisin?” der. adam şaşırır.”Bu adam Türkçe biliyor.
Anlaşırız.” deyip “Cerit'liyim” der. Bekçi adamı camiye koymaz. Bekçiye “Kardeş
burası nere?” der. Bekçi “Edirne” der. Adam şaşırır. “Dolandırıldık desene
deyip bir kenarda sabahın olmasını bekler. Sabah olunca şöyle bir etrafa bakar
“Vay be!” der. Cebinde parası da yok Vatandaş aç kalır. Oğlunu arayarak
dolandırıldım Almanya’ya gidemedim ben Edirne’deyim gel beni götür der...
KALKTA SALMA:
İki genç zamanı
gelir evlenir. Kocası çok kıskançmış hanımını evden dışarı çıkartmazmış anasına
babasına bile göndermezmiş. Bu kıskançlık evlilik boyu devam etmiş. Yaşları
ilerler. Artık 70/80 yaşlarına gelirler. Hanım bir gün beyine “Sen neden bu
kadar kıskançsın. Yeter artık Allah’tan Kork benim neyimi kıskanıyorsun” der.
Kocası “seni çok sevdiğim için kıskanıyorum ne var bunda” der. Hanım kocasına
“Benden evvel ölürsen sana yapacağımı ben biliyorum.” der. Kocası “Ne
yapacaksın hanım?” der. Hanım “O benim bileceğim iş” der. Gün gelir Kocası
ölür. Kadın mezarlığa ziyarete gider. Duasını okur ayaklarını yere döver “aha
anamgile gidiyorum kalk ta salma bakalım” der...
KALKDA TOPLATMA:
Yaşlı bir
adamın üzüm bağının etrafında badem ağaçları varmış. İki tane genç çocuk,
‘’Gidelim falanın bademlerinden badem toplayıp yiyelim." demişler. Bağ
sahibi devamlı bademlerini bekliyormuş. Çocuklar varır doğrudan ağaçlara
tırmanır toplamaya başlarlar. O arada bağ sahibi gizlice gelir, çocukları
ağacın başında yakalar.
Onları aşağı
indirip ikisini de döver. Çocuklar ağlayarak evlerine giderler. Bağ sahibi
yaşlı vadesi yakınmış. Bir hafta sonra ölür. Daha cenazesi kalkmadan çocuklar
gider adamın bademlerinden birer poşet toplarlar. ‘’Kalk da toplatma!’’ sene
derler...
KIRMIDIN GÖLÜ:
Öğretmen
sınıfta bir öğrencisini tahtaya kaldırır. Öğrenciye “Türkiye’nin en büyük gölü
hangisi?” der. Öğrenci hiç tereddüt etmeden “Kırmıdın gölü öğretmenim” der.
Sınıftakiler kahkahayla gülerler. Öğrenci “Ne gülüyorsunuz gidin bakın Kırmıdın
Gölü ne kadar büyükmüş siz de görün.” der...
KIŞA GETİRSEYDİ:
Daşo dedenin
tükenmez hikâyelerinden biri daha. Mevsimlerden Temmuz. Ekinlerin hasat zamanı,
havalar sıcak. Ramazan ayı yaz mevsimine rastlar. Daşo dedemiz çocuklarıyla,
tarlaya ekin biçmeye gider. Mevsim oruç Evden çıkarken cebine yiyecek bir
şeyler alır. Buğday biçmeye başlarlar. Çocuklar oruç tutuyor. Kendisi oruçlu
görünse de haliyle yaşlıdır. Oruç tutamaz, acıkır. “Çocuklar, ben biraz
yoruldum.
Gidip şu
ağacın altında dinleneyim.” der. Cebine aldığı yiyeceklerden yemeye başlar.
Babaları gecikince çocuklardan biri; “Babam gelmedi. Acaba uyudu mu şuna bir
bakıyım.” deyip babasının yanına gider. Babası cebindekileri yiyor çocuk,
babasının yanına varır “baba sen orucu yiyorsun” Deyince baba hemen cevabı
yapıştırır: “Oğlum bunu bana söyleyeceğine Cerit’e git de İsmail Efendi’ye
söyle Temmuz’un sıcağında oruç tutulmaz. Kendisine oruç gerekse orucu kışa
getireydi?” der...
KİBAR İLE GICONUN HİKÂYESİ:
Ceritli kibar
Hasan ile Gıco bir eve misafir olurlar. Evin bebeği durmadan ağlıyormuş. Gıco
evin hanımına “Şu çocuğunu sustur. Yoksa ben de ağlarım.” der. Hanım “Bebeği
Susturamadım. Bir de sen başıma bela olma kalkın şuradan der.” Bu söz üzerine
Gıco ağlamaya başlar. Çocuk sesini keser, Gıco’yu dinler. Kibar Hasan, “Gıco’ya
sana ne oldu sus.” dese de Gıco yalandan ağlamaya devam eder.
Kibar “Niye
ağlıyorsun altını mı ıslattın?” deyince. Gıco “Pekmez canım istiyor.” der. Ev
sahibi hanım bir tepsi pekmez getirir. “Al da zıkkımlan.” der. Pekmez gelir bir
tepsi de. “Yoğurt istiyorum.” der. Yoğurtta gelir. Gıco pekmezi yoğurdu yer. “Doymadım”
deyip bir daha ister. Bir tepsi pekmez, bir tepsi yoğurt daha gelir. Gıco “Ben
böyle yemem. Yoğurdu pekmeze katın.” der. Yoğurdu pekmeze katarlar. Gıco bu sefer
“Pekmezden yoğurdu seçin yoksa yemem.” der. Kibar Hasan “Yoğurt pekmezden
seçilmez. Yiyorsan ye yoksa ben yiyeceğim.” der. Gıco “Olmaz seçeceksiniz.”
der. Kibar Hasan pekmezi, yoğurdu, alır Gıco’nun başından aşağı döker. “İşte
şimdi yoğurdu pekmezden seçtik.” der...
KİM OLSA O OKUR:
Okuma yazması
olmayan Ceritli Ahmet amca, Kahvehanede vakit geçirirken masadaki gazete gözüne
ilişir. Gazeteyi alır tersinden bakar. Bunu gören bir Vatandaş “Ahmet amca sen
gazeteyi tersinden mi okuyorsun? Öyle gazete okunmaz.” der. Ahmet amca pişkin
bir şekilde “Doğrusuna kim olsa okur. Maksat benim gibi tersinden okusunlar.”
der...
KITLAMA İÇERİM:
Muhterem Tatar
Hoca bir eve misafir olur. Yemeğini yer. Çay içmeyecek miyiz der. Çay demlenir
sofraya gelir. Hoca bir bardak çaya iki şeker atar, karıştırır bir yudum alır.
Peşinden iki şeker daha atar. Yine karıştırır bir yudum daha alır. İki şeker
daha derken üç şeker daha atar. Ev sahibi “Hocam sen nasıl çay içiyorsun? Bir
bardak çaya dokuz şeker attın. Ciğerini yakmıyor mu?” dediğinde hoca, “oğlum
ben çayı kıtlama içerim kıtlama.” der. “Benim ciğerim yanmıyor amma şekerler
gittikçe senin yüreğin yanıyor” galiba der...
KOMUTANIYIN ADI NE?
Bir sabah
komutan alayda mıntıka temizliği yapan
Askerlerden birini yanına çağırır. Tesadüf mü bilinmez.
Komutanın çağırdığı asker Cerit’lidir. Cerit’li asker komutanın karşısına
dikilir. Komutan, askere “Alay komutanının adı ne?” der. Asker “Bilmiyorum”
der.“Sen nasıl askersin? Komutanının adını bilmezsin.”der ve askeri azarlar.
“Hadi git” der. Asker iki adım atar geri döner. Komutan, “Ne var?” der. Asker
“Komutanım bizim köyün muhtarının adı ne?” der. Komutan, “Ben sizin köyün
muhtarının adın ne bileyim.” deyince adam, “Komutanım ben sizin alay komutanınızın
adını nerden bileyim?” der...
KÖYE GİDİYORUM:
Çağlayancerit
otuz beş yıl önce Kahramanmaraş’ın ve Türkiye’nin en büyük köylerinden biriydi.
1986 yılında kasaba, 1987 yılında ilçe oldu amma köy kelimesi bir türlü
hafızamızdan silinmedi. Vatandaşımız, bir yerden bir yere giderken başka bir
vatandaşla karşılaştığın da “Nerden gelip nereye gidiyorsunuz?” dediğinde
“Köyden geliyorum.” veya “Köye gidiyorum.” diyor. Aradan otuz beş yıl geçmesine
rağmen bu kelime hafızamızdan kazınmadı. Ben vatandaşın “Köye gidiyorum veya
köyden geliyorum.” cevabını haklı buluyorum. Ne yazık ki yıllardır ilçeyi
yöneten beyler bir türlü köylükten kurtaramadılar...
KUYRUK SALLAMADIN:
Engizekli Cuhla
emmi bir Cuma günü Cerit’e gelir. Pınar başında eski bir arkadaşıyla
karşılaşır. Hoş beşten sonra “Arkadaşım beni tanımadın galiba.?” der.Arkadaşı,
“Ne demek seni tanımaz mıyım?” deyince adam “Peki, tanıdın da neden bana kuyruk
sallamadın?” der. Arkadaşı yazıklar olsun sana efendi ben İtmiyim ki sana
kuyruk sallayım der ve bir daha konuşmazlar...
MASADA NE VAR?
İlk defa
bilgisayar alan biri bilgisayarı öğrenmeye çalışır. Bir gün bilgisayarda bir
sorunla karşılaşır. Arkadaşına telefon eder “benim bilgisayarın ekranı karıştı”
der. Arkadaşı “masada ne var?” der. “Bir kolonya bir de çiçek var” der.
Arkadaşı “Bilgisayar masasında değil bilgisayarın ekranında ne var” der. “Ha!
Öyle desene” deyip ekranda olan birkaç dosya adını söyler ve böylece
Bilgisayarda masanın ne olduğunu da öğrenmiş olur...
MERCİMEK YOLDURUR:
Aksu
mahallesinden Muhterem lakabıyla Tatar Hoca, adı Ahmet soyadı Tepebaşı’nın
rahmetli dedesi Çok âlim bir hoca imiş.Tatar Hoca dini derslerini dedesinden
almış. Dedesi cinleri emrine alır her dediğini yaptırırmış. Hoca bir dönümlük
tarlasına mercimek eker. Mercimeğin yolunma zamanı gelir, ırgat bulamaz.
Cinlere yoldurmaya karar verir. Cinleri yanına çağırır. “Falan tarlada bir
dönüm mercimeğim var. Irgat bulamadım, gidin bu mercimeği yolun.” der. Cinler
hocanın sözüne “Tamam!” derler. Hoca “Yalnız dikkat edin. Yetişmemiş göy olan
yerleri yolmayın.” der. Cinler hocaya “tamam” deyip yanından ayrılır. Cinler o
gece mercimeğin tümünü yolarlar. Mercimeği tarlanın ortasına harman ederler.
Cinlerden birisi hocaya gelerek“Mercimeğinizi yolduk.”
Hoca cinlere
teşekkür eder. Sabahleyin mercimek tarlasına gider. Hoca ne görsün tarla birden
yolunmuş. Bunu gören hoca kızar. Acele cinleri yanına çağırır.“Neden mercimeğin
göylerini de yoldunuz. Emeğimi mahvettiniz.” deyince cinler hocaya “Gece
yolduğumuz için karanlıkta fark edemedik.” derler. Hocadan özür dilerler.
Sevgili okurlar Bu olaya birçoğunuz inanmayabilirsiniz. Fakat bu olay gerçekten
Aksu’da yaşanmış bir olaydır. Anlattığım bu muhterem hocamızın dedesi öyle sıradan
bir hoca değilmiş.
Kaynak kişi: Akdere
mahallesin den Köküş Ahmet'tir. Ben önceki meseleyi de bunu da ondan
dinledim...
MERKEP ELİNİ ISIRIR:
Köylünün biri
merkebinin yularından çekerek bahçeye otlatmaya götürür. Yolda giderken merkep
aniden sahibinin elini ısırır. Eli kopma derecesine gelir. Adam bağırır.
Merkebe bir tane vurur. Merkep elini bırakır, eli kanar. Koşarak sağlık ocağına
gider “Eşek elimi ısırdı.” der. Sağlıkçılar yarayı pansuman edip. Adama tatanoz
aşısı yaparak. Sağlıkçılar eve gelirler. Merkep evin önünde bağlıdır. Merkebi
muayene ederler. Kuduz olmadığı ortaya çıkar.“Sen yinede bir hafta bize gelip
merkebin durumu hakkında ilgili bilgi vereceksin.” derler. Adam “Tamam!” der.
Sağlıkçılar gider, merkebe sopayı çeker. “Sağlıkçılar sana önem verdiği kadar
bana önem vermediler.” deyip merkebi iyi bir döver. Merkep anırsa da dinlemez
merkebe döner “Ben seni aç koymadım, susuz bırakmadım. Bu elimi niye ısırdın.”
der. Merkebi ikinci kez döver. Birkaç gün merkebe ne yem nede su verir. Merkebe
derki adamların geldiklerinde beni şikâyet edersen seni defalarca döver seni
öldürürüm der...
MESES KESİYORUM:
Bir çiftçi
tarlasında çift sürerken mesesi kırılır. Çiftçinin kulakları duymazmış. Meses
kesmek için tarlanın kenarında bulunan iğdeden meseslik keserken. Oradan geçen
bir yolcu çiftçiye selam verir. Çiftçi, yolcuya “Meses kesiyorum meses.” der.
Yolcu tekrar dönüşünde çiftçiye kolay gelsin der. Çiftçi “Kısa olursa bir daha
keserim der. Yolcu çiftçinin iyi duymadığını anlar. “Hadi bana eyvallah. Kolay
gelsin” çifçi baba der. Meses: çift sürerken öküzlere vurmaya yarayan iğdeden
yapılmış çiftçinin el sopasıdır...
MİSAFİR BULDUĞUN YER:
Kara Ömer
hanımına “Cano ile şurada kırk yıllık komşuyuz. Bir gün bizi davet etmedi. Bari
biz kendilerini davet edelim.” der. Cano’ya çocuk gönderirler. Çocuk “Cano emmi
akşam bize davetlisiniz.” der. Komşu daveti kabul eder. Kara Ömer hanımına
“Misafire ne yemeği hazırlayacaksın?” deyince Hanım ‘Tarhana ıslarım yesinler.”
der. Komşu akşam hanımıyla beraber gelirler. Hoşbeşten sonra sofraya ıslanmış
tarhana getirilir. Cano hanımına, hanım Cano’ya bakar. Birer lokma alıp
çekilirler. “Yiyin komşu yiyin.” deyince “Cano tarhana bizim evde de var.
Komşumuz kırk yılda bir bizi davet ettiğine göre bir tavuk kesmiştir.” Dedik
der. Kara Ömer “Komşu kırk yılda bir defa siz De bizi davet edeydiniz de bir
bardak su vereydiniz?” der. “Bize gelen misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.”
der...
MUSKA YAZDIRIR:
Mercen obasında
ikamet eden bir vatandaş kayın validesinin ineği hastalanır. “yavrum bizim inek
hastalandı. Köye gittiğinde Molla hacıya bir muska yazdır” der. 250 kuruş para
verir. Parayı alır köye gelir harcar. Molla Hacı’yı arar bulamaz. Damat bir
köşeye oturur cebinden bir parça kâğıt çıkartır Kâğıtlara rasgele bir şeyler
yazar. Muska şeklinde dürer. Eve geldiğinde kayın validesi “hani muska” der.
Damadı muskaları çıkartır tarif eder. “Şunu suya ısla, üç gün suyunu içir”
der.“ Şunu boynuzuna tak. Şunu da ulu bir ağacın dibine göm” der. Kayın valide
damadının dediklerin yapar ineği iyi olur...
MERAKLIYMIŞ:
Daşo dedenin
bitmez tükenmez gerçek yaşadıkları var. Daşo durmadan topal merkep alırmış.
Aldığı topal merkepleri eve getirir, hanımı kızar. “Ne yapacaksın bu topal
merkepleri. Kime satacaksın?” der. Daşo “Hiç sorma hanım. İnşallah benim gibi
bir meraklısı gelirde hepsini birden satarız. Epey paramız olur.” der...
MEVLİT OKUTTUĞU GİBİ:
Komik ve yaşlı
adam Kara Ömer, namazını her gün Keziban Hatun Camisinde kılarmış. Bir ikindi
namazı sonu Kara Ömer ayağa kalkar. Cemaat “bu akşam Mevlit okutacağım, bize
buyurun.” der. Kendisi acele camiden çıkar. Eve gelir kapıyı içerden kilitler.
Biraz sonra cami cemaati gelir. Bakarlar kapı kilitli. Hiçbir şeyden haberi
olmayan hanım, kapıyı açar. “Hanım kapıyı açma beni döverler” der. “Önce beni
sakla, kapıyı öyle aç.” der. Hanım Kara Ömer’i saklar. Kapıyı açar, bekleyen
misafirlere “Buyurun ne diyorsunuz?” der. Cemaatten biri “Ömer amca mevlit
okutacağın söyledi geldik deyince.” Bu sesi duyan Kara Ömer saklandığı yerden
hanımına, “Gelen misafirlere söyle, mevlit okuyacak hoca bulamamış başka zaman
gelsinler.” der. Hanım kocasının dediklerini cemaat’a söyler. Herkes çekilir,
evine gider. Hanım “Ömer niye Millet’e yalan söyledin. Ayıp olmadı mı?” der.
“Boş ver onları kandırdım. Akıllı olalar kanmayalardı der...
NEREYE KONACAKSINIZ?
Çağlayancerit
halkı ilkbahar gelirken kar alacasında köyden yaz evlerine göçerlerdi. Köyde üç
beş ev ya olurdu ya olmazdı köy ıssız kalırdı. Gündüz bile sokaklarında gezmeye
insanlar korkardı. Mevsimlerden ilkbahar Osman isimli şakacı bir muhterem amca
sözüm ona merkebinin bir tarafına üç beş soba borusu bir kalbur bir sarat
beraberinde bazı ev eşyaları yüklemiş hanımıyla birlikte bahçe evine giderken
geriden gelen biri Osman amca nere konacaksınız? Deyince hazır cevaplı Osman
amca "oğlum ileride falan yere konacağız tamir edilecek kalburunuz
saradınız varsa getirin der." Bu sözü duyan hanımı öfkelenir herif biz
kalbur mu yapıyoruz ne diyor bu adam der. Osman amca "hanım kalbur
yapmıyoruz da merkebin üzerindekiler neci der." Hanım geri döner oğlum biz
kalburcu filan değiliz git işine bak buna inanma kalbur filan getirmeyin der...
ON KURUŞUMU BİLİRİM:
Bir gün
motosikletim ile giderken mahallede bir tavuk tepeledim, tavuk öldü. Sahibi bir
amca yanıma geldi.“Tavuğunuzu tepeledim neyse parasını vereyim” derken içerden
ağlayarak Bir kız çocuğu geldi.“Tavuğumu öldürdünüz benim paramı ver” diye
ağlıyordu. Çocuğa bir lira verdim almadı. Ben on kuruşumu bilirim dedi. Amcaya
beş lira verdim. Kendisi de çocuğa yirmi beş kuruş verdi. Çocuk parayı alınca
ağlamaktan vaaz geçti. Meğerse on kuruş diye yirmi beş kuruş istermiş...
ORUCU YİYORMUŞ:
Aylardan
ramazan ay’ı imiş yani oruç ay’ı bu ayda büyük küçük herkes oruç tutar. Bir gün
komşunun biri komşusuna gelir komşusu oturmuş yemek yiyor. Komşuya soruyor
“komşu bu ay ne ayı demiş” Oda ramazan ayı demiş. Sen oruç yiyorsun günah değil
mi der.? Bak hele komşu Allah’a oruç lazımsa bana şeker hastalığını musallat
etmeyeydi de. 30 gün değil bir yıl oruç tutaydım demiş. Komşu anladım, anladım
afiyet olsun ye komşu ye demiş...
PEŞİN ALIRIZ:
İki usta bir
vatandaşın evin yapıyorlarmış. Öğleye kadar çalışırlar. Bakıyorlar duvar
uçacak. İkisi bir duvara dayanırlar. Ev sahibi gelir. “Niye Çalışmıyorsunuz”
der. Ustalar “Biz borca çalışmıyoruz. Yevmiyemizi peşin vereceksin. Yoksa
yaptığımız duvarı geri yıkarız.” derler. “Ev sahibi ev bitmeden para verilir
mi? evimi bitirin, paranızı alın.” der. Duvar zaten yıkılacak. “Para peşin
değilse Bizde duvarı geri yıkıyoruz.” deyip ikisi bir duvarın önünden kaçarlar.
Yaptıkları duvar da kendiliğinden yıkılır...
PENCEREYİ AÇ:
Adamın biri
bilgisayar alır. Ama kullanmasını pek bilmez. O zamanlar MSN çok meşhurdur. İlk
defa bir arkadaşıyla çetleşiyor. Karşısındaki adam; “pencereyi açar mısın?”
deyince kalkıp odanın penceresini açar. Aradan az bir zaman geçer tekrar sorar
pencereyi “açtım” der. “Ben sana kamerayı aç dedim” deyince “kameradan pencere
mi olurmuş doğrudan kamerayı aç deseydiniz” der. Ve kamerayı açar. Arkadaşıyla
görüntülü olarak sohbet eder görüşürler...
REZİL Mİ OLAYIM:
Cerit’li
esnafa bir komşusu gelir komşu “Birine borcum var bana on lira ver yarın geri
veririm.” Deyince komşusu, “Borçlu yarına kadar bekleyemiyor mu? Deyip dur
paraya sorayım. Ver derse vereyim.” der adam cebinden parayı çıkartır.“Komşu
seni istiyor verip de mi rezil olayım, vermeyim öylemi rezil olayım.” der.
Sonra komşuya döner; “Paraya sordum verme rezil ol daha iyi dedi.” der.
Komşusuna on lirayı vermez komşuda komşusuna küser gider...
SARIKLI GÖRSEYDİN:
Lakabına Daşo
derlerdi. Bu insan Nasrettin Hoca gibi biriydi. Bir gün Bozlar köyüne çalışmaya
giderken yolun kenarında bir gazete parçası bulur. Okuma yazması olmayan Daşo
kâğıdı eline alır. Yolun kenarına oturur. Kâğıda bakarken başı sarıklı bir
yolcu gelir. “Amca elinizdeki ne?” der. “Oğul şurada bir kâğıt parçası buldum,
bakıyorum Benimle konuşmuyor der. Yolcu, “Gazete insanlarla konuşmaz” der.
Gazeteyi Daşo’dan alır sesli sesli Okumaya başlar. Daşo merak ederek dinler. “Allah
Allah benimle neden konuşmaz diye düşünür.” Yolcu oradan ayrılır. Daşo tekrar
gazete parçasını eline alır bakar bakar ses yok “Konuş sene (..diğim) şimdi bir
başı sarıklı görsen dil verir söylerdin.” der. Daşo emmi (1965) yılında vefat
etmiştir. Kendisine Allah’tan rahmet diliyorum. Kaynak Kişi oğlu Hıdır
Aygörmez...
SARI ÇİZMELİ ADAM:
Esnafımız beş
vakit namazlı abdestlidir. Vakit öğlen ezan okunur. Dükkânı çocuğa bırakır.
Camiye gider. Birazdan dükkâna bir adam gelir. Çocuğa babasın sorar. “Camiye
gitti.” der. “Birkaç parça alacaklarım var.” der. Çocuk verir. “Hani para?”
dediğinde, “Şöyle bir kenara yaz. Geldiğinde babana söyle, o beni tanır.” der.
Çocuk, “Amca isminiz ne?” der. “Sarı çizmeli adam.” der. Çocuk kenara sarı
çizmeli adam yazar. Babası camiden gelir.
“Ne yaptın oğlum ?”der. “Birkaç parça sattım baba.” der
“Hani parası deyince adam borca yazdırdı. Adını aha şura yazdım.” Baba okur
Oğlum kim bu sarı çizmeli adam?” der “Ne bileyim ayağında sarı çizmesi vardı.
Senin tanıdığını söyledi.” “Oğlum ben ne bilirim sarı çizmeli adamı desene bir
üçkâğıtçıya düşmüşsün.” Adam acele çarşıya çıkar, sarı çizmeli birine
rastlamaz. Dükkâna gelir sarı çizmeli adamı defterinden siler. Çocuğa tembih
eder “Oğul ben olmadığım zaman sarı çizmelide olsa siyah çizmelide olsa sakın
kimseye borca mal satma!” der...
SAVCIYA ÇÖKER:
Kerem Salman
zamanında üç beş yıl esnaflık yapmış bir insandı. Beş vakit abdestli namazlı
muhterem bir kişiliğe sahipti. Sonraları kafayı üşüttü esnafların dükkânlarının
camlarını, arabaların camlarını kırmaya başladı. Birkaç defa akıl hastanesine
gönderildi yine bildiğinden geri kalmadı. 06.06.1997 tarihinde Akdere
Mahallesinde elektrik direğine tırmanır,Yüksek gerilim hattına kadar çıkar.
Elektrik çarpınca direkten düşerek oracıkta vefat eder.
Kerem Salman
öldüğünde Ejder çok sevinmişti. Ejder’le Araları pekiyi gitmezdi. Vatandaşın
biri Ejder’e Savcı Bey, Kerem Salman’ı geri diriltmiş der. Bu lafı duyan Ejder
soluğu adliyede alır. Savcıların hâkimlerin çıkacağı kapıyı bekler, Aslında
Ejder savcıyı hâkimi tanımaz, ilk gelen bir hâkim olur öfkeyle sen Kerem
Salman’ı dirilttin ha deyip üzerine saldırır hâkim şaşırır. Vatandaş Ejderi
Hâkim’den zor ayırır. Hâkim ayağa kalkar Ejder’e tokat atarken. Orada bulunanlar
Efendim o bir mecnun derler. Hâkim kızar herkes delisine mecnununa sahip olsun
der. Ejder’i salondan dışarı çıkarırlar. Olayda böylece biter. Olay Cerit
adliyesinde yaşanmıştır. Ejder 28.12.2006 Tarihinde Kahramanmaraş’ta vefat
eder. Allah her ikisine de gani, gani rahmet eylesin…
SARHOŞ İLE DEĞİRMENCİ:
Eskiden köy
kahvelerinde bira içmek serbestti. Adamın biri herkes içiyor bari bende içeyim
demiş. Kış geldiğinde Cerit’e üç dört metre kar yağardı. Adam içer, içer iyice
sarhoş olur. Kalkar evine doğru yol alır.Yolun kenarında bir değirmen vardır.
Değirmenci hava almak için değirmenden çıkmış. Karşıdan bir sarhoş düşe kalka
gelir değirmenciye selam verir değirmencinin üstü başı bembeyaz un içinde,
sarhoşa “dur hele der.” Sarhoş durur. “Değirmenci bak hele ben kime dönmüşüm
deyince” sarhoş sen kâfire dönmüşsün sen Yahudi’ye dönmüşsün Ve daha birçok
laflar eder. Değirmenci güler sarhoş ayıkır. Bire değirmenci sen yönünü bana
dönmüşsün bana kelimeler saydırıyorsun deyip değirmenciyi değirmenine kadar
kovalar...
SEN SİLİKSİN:
Gerçeği
gizlemeye gerek yok. Âşık Ali’ye bir arkadaşı Avrupa’dan Philips marka bir teyp
getirir. Devamlı çalıp söyleyen Ali bir akşamüstü yeni teybine çalar söyler bir
kaset doldurur. Teybi çocuklara verir kaldırın bunu der. Aradan birkaç gün
geçer çocuklardan birine şu teybi getirinde geçenlerde çalıp söylediklerimi
dinleyelim der.
Teybi getirirler play tuşuna bastım kasette ses yok.
Çocuklar bunu siliksiniz dedim çocuk yok baba sen siliksin dediler. Ben silik değilim
dedim Çocuk biz sana silik demedik sen siliksin dedik der. Çocuklar yeminle
baba vallahi sen siliksin diye ısrar ettiler değilim dedim. Böylece konuda
kapanmış oldu...
SEN SOR SENE:
Rahatsız olan
babayı oğlu Doktor'a götürür. Baba biraz mecnun, Doktor amca “Neyin var, neren
ağrıyor?” dediğinde ben ne bileyim sen“Doktor değil misin bil” Der. Doktor
muayene eder. Hastaya bazı sorular sorar. Hasta Doktor'un sorularına hep ters
cevaplar verir. Doktor hastaya tekrar döner “Bu senin oğlun mu?” der. Hasta
doktorun gözüne bakarak “ben ne bileyim sen sor sene sen küskün müsün?” der...
SEN DEMİ BİLİYORDUN?
Seksen
yaşlarında saf fakat sinirli biri olan bir amcamız vardı. Lakabına (Pico)
derlerdi. Mahallede çocuklar ona takılırlardı. Çocuklara çok sinirlenen amca
tuttuğu çocuğu döverdi. Bir sabah evden çıkar, bahçeye çalışmaya gider. Bahçede
çalışır. Eve dönme vakti gelir. Elma ağacına serçe türü bir kuş konar. Başlar
viç, viç, Vico diye ötmeye kuşa sinirlenir. Sen adımı nerden biliyorsun diyerek
eline bir taş alır kuşa fırlatır. Tesadüf müdür bilinmez attığı taş ile kuş
yaralanır. Kuşu yakalar eline alır, boynunu sıvar. “Doğru söyle benim (pico)
olduğumu sana söyledi?” der. Kuş bakar durur. Aynı soruyu tekrar eder. Kuştan
yine cevap yok. Kuşa “Benim adım Ahmet’tir, bir daha adımı çağır.” der. Ve kuşu
öldürmeye kıymaz, doğaya tekrar bırakıverir.
SÖNDÜREMEMİŞ:
Adam bakkala
gider bir el feneri alır, eve getirir. El fenerini hanımına verir “al şunu
kaldır” der. Feneri ilk defa gören hanım uğraşırken feneri yakar fakat
söndüremez. Götürür bulgur çuvalına sokar. “Hah şimdi söndün.” der. Bir gün
sonra adam hanımına “el fenerini bana getir” der. Hanım çuvaldan feneri alır,
getirir. Fener yanmaz. Fenerin pilleri bitmiş. Adam “bu feneri yeni aldım,
pilleri de yeniydi.” deyince hanımı “Uğraşıyordum, yandı, söndüremedim. Söner
diye götürüp bulgur çuvalına soktum.” der. Adam hanıma kızar “niye bana
söylemedin de çuvala soktun” der...
ŞEKERİNİZ VAR MI?
Toko lakabıyla
bilinen mukallit insanın biridir. Toko Ali. Doktor'a gider. Ali ameliyat
olacak. Hemşire sorar “Şekeriniz var mı?” der. Toko “Geçen sene bir torba
almıştım bitti mi bitmedi mi haberim yok.” der. Toko Ali’nin mukallit biri
olduğunu anlayan Doktor, “Hastalığın ne?” der. “Sen doktor değil misin bil”
der. Doktor Ali’yi muayene eder. Ali hastalığının ne olduğunu sorunca Doktor;
“neren sağlam ki? Sen ölmüşsün haberin yok. Buraya nasıl geldin?” der. Hazır
cevaplı Ali “köyün dolmuşuyla geldim.” der. Doktor, “Ali amca bir şeyi
unutmuşsun sen de kalpte varmış.” deyince Ali “ben biliyordum da sen bilecek
misin diye söylemedim.” der. Vefat etti kendisine Rahmet diliyorum...
ŞAŞIYORLARDI:
Bir gün bir
vatandaş Maraş’a gider. Arabadan İner etrafa şöyle bir bakar. İnsanların kimi
aşağı kimi yukarı giderler. Vatandaş alacaklarını alır köye döner. Kendisi
hazır cevaplı bir insandır.Köye geldiğinde komşularından biri sorar “Maraş’ta
ne var ne yok” deyince “ne olsun Millet’te bir şaşkınlık.Bir telaş kimi aşağı
kimi yukarı gidiyordu göçeceklerdi galiba hazırlık yapıyorlardı” der...
TENEKE HASTALIĞI VAR:
Cerit’e
yabancı bayan, erkek bohçacılar gelir giderler. Bir gün cıncık boncuk satan iki
bayan bir eve gelirler. Evin hanımına bir şeyler satmak isterler. Hanım
“İhtiyacım yok.” der, bir şey almaz. Hanımın boynunda on iki tane her biri iki
buçukluk Büyük Cumhuriyet altınlarını görürler. “Bir rahatsızlığınız var mı?”
diye sorarlar. Hanım “Biraz rahatsızım.” der.“ Bacım sende teneke hastalığı
var.” der.“Biz bu hastalığı başınızdan def ederiz.” deyince hanım sevinir.
“Evde boş teneke var mı?” derler. Hanım “Var.” der. “O tenekeyi getir.” derler.
Hanım gider tenekeyi getirir. “Otur bakalım.” derler. “Önce şu altınları çıkar,
bir mendile sar, götür içeri koy gel.” derler. Hanım altınları içeri koyar
gelir.
Diğer hanım
altınların nereye konduğunu takip eder. Öbürü, ev sahibi hanımın başına
tenekeyi geçirir. Tenekeyi sağından solundan tıngırdatırken diğeri içeri girer.
On iki tane büyük Cumhuriyet altınını konulduğu yerden alır. Bir iki daha
teneke tıngırdatılır. Altınlar sağlama alındığında teneke kafadan çıkarılır.
Hanıma “Bir saat yerinden kıpırdama burada otur derler.” Evden ayrılırlar.
Bohçacı bayanlar ileri sokakta bekleyen taksiye binerek uzaklaşırlar. Böylece
hanımın on iki tane büyük Cumhuriyet altınları da açıktan çalınmış olur. Lütfen
vatandaşlarımız uyanık olsunlar. Bu yöntemlerle çeşitli hırsızlıklar, soygunlar
yapılmaktadır. Kanmasınlar tedbirli olsunlar...
TELEFON EDER:
Bir annenin oğlu askere gider. Oğlu eve ne
bir mektup ne de telefon eder. Anne oğlundan mektup bekliyor. Annenin iki gözü
akar çeşme. “Oğluma bir şey mi oldu? Neden mektup salmıyor?” diye ağlar.
Annenin bu feryadını gören damadı santrale gider kayınvalidesine telefon eder.
“Anne ben oğlun der. Beni merak etme. Ben rahatım.” deyince anne ağlamaya
başlar. Damadı “Şimdi beni de ağlatacaksın.” deyip telefonu kapatır.
Bir müddet sonra oğlundan telefon gelir. Anne yine
“Oğlum nerelerdesin? Daha önce bizi aramıştın. Ondan sonra
aramadın.” Der. Oğlu, “Yok anne ben sizi ilk defa aradım.” der. Anne şaşırır.
Birkaç gün sonra damadı eve gelir. “Damadına dün oğlum aradı, konuştuk. Daha
önce arayan başkasıymış.” deyince damadı “seni arayan ben idim. Hep ağlıyordun.
Senin ağlamana dayanamadım. Oğluyun adına ben aradım.” der...
TEF SANMIŞ:
Gıco ile Kibar
Hasan bir gün komşularından birini ziyarete giderler. Oturup sohbet muhabbet
derken yemek saati gelir. Evin hanımı bir kaç yumurta pişirir. Bir tepside
kavurma ile sofraya getirir. Köyde elektrik yok, ev karanlıktır. Gıco
yumurtayı, Kibar kavurmayı yer. Yemekten sonra kalkıp giderler. Yumurtayı yiyen
Gıco. “Ben yumurtayı yedim, sende çürük tefi yedin” deyince.
Kibar Hasan “Vay ahmak vay! Sen öyle san benim yediğim
kavurmaydı.” der. Gıco “Yapma ya ben onu tef sanmıştım” der...
TUZ ATTIĞI GİBİ:
Zamanında
Oruçpınar’ı köyünde yaşayan mukallit bir insan olan İnce lakaplı biri vardı.
Çevre köylerde yapılan düğünlere davet edilir. Bir gün Çağlayancerit’te bir
düğüne gelir. Düğünde gereken oyunları oynar. Halk’ı güldürür coşturur. Akşam
olduğunda bir tanıdığının evine misafir olur. Evin hanımı pilav pişirmek için
ocağa bir tava su koyar. Pilavın tuz'unu atar, Dışarı çıkar. Biraz sonra gelin
gelir. Birde gelin atar. Bir birlerin tembih etmiş gibi iki dakika sonra kız
gelir birde kız atar. Bunları gören İnce
“Bugün nasıl
olsa aç kaldık.” deyip Bir avuç tuz da kendisi atar. Hanım gelir, kaynayan suya
iki tepsi bulgur koyar. Pilav pişer, ocaktan indirir. Hanım pilavı yağlar,
sofraya getirir. Bir lokma alan diğerinin gözüne bakar. İnce pilava hiç
uzanmaz. Hanım İnce’ye “Sen niye yemiyorsun?” der. İnce “Benim karnım tok.”
der. Anlaşılır ki pilav tuz'undan yenmiyor. Hanım “Bu neyin nesi ben pilava bu
kadar tuz atmadım.” deyince ince duramaz “bir avuç sen attın, bir avuç gelin
attı, bir avuç kızın, attı. Bir avuçta ben attım.” der...
TIKILATTIRRIM:
Kışın avaralık
günlerinde insanlar kahvehaneye pişti oynamaya giderler. Biz de dört arkadaş
pişti oynamak için gittik. İskambil kâğıtlarını karıştıran arkadaşım bana
“Kâğıdı kes.” dedi. Ben de muziplik olsun diye kesmedim. Masayı tıklattım.
Arkadaşım“şimdi sana tıkılattırrım yavaş.” dedi. Yine muziplik olsun diye “ben
senin arkadaşınım. Git başkasına tıkılattır.” dedim. “Arkadaş ben öyle
dememiştim. Doğru sözümü tersine çektin. Senin alacağın olsun” dedi. Bu sözü
duyan kahvehane Halk’ı kahkaha atarak gülüştüler. Bu arkadaşım vefat etti
kendisine rabbimizden rahmet diliyorum...
UĞURLU UĞURSUZ BAŞKAN:
Çağlayancerit'in ilk belediye başkanı (Hasan Kekil) O sene durmadan
depremler oldu. İkinci dönem A.Nazım Engizek kazandı. O sene yıl kuraklık
gitti. Baba Hasan Kekil fanatiği, oğlu A.Nazım Engizek fanatiği. Kendi
aralarında başkanlar hakkında uğurlu başkan uğursuz başkan eleştirisi yaparlar.
Baba “Nazım’ın rızkı dar, başkanlığı kazandı, sene kuraklık gitti.” Oğlu “Baba
Hasan Kekil kazandı, köyde depremler olmaya başladı. Evimizde
yatamıyorduk.”Deyince babası “Oğlum deprem Allah’ın işi.” Oğlu, “Baba
A.Nazım’ın gününde yıl kuraklık gitmişti o kimin işiydi?” der. Baba, ”Sen
oraları karıştırma.” der...
VAHVAH YORULMUŞ:
Rahmetli anam
anlatırdı.1940'larda Çağlayancerit’in yolu yokmuş o tarihlerde dereye yukarı
bir Cip gelir muhtarın evinin önünde durur. Cerit’te Hıltlar sülalesinden 90
yaşının üzerinde saf ve temiz kalpli Zeynep isimli yaşlı bir teyze varmış, Bu
teyzemiz durmadan o yaşında bağda bahçede çalışırmış. Akşamüstü bahçeden eve
gelirken ineği için bir kucak ot yolmuş köye geldiğinde muhtarın evinin önünde
harıl, harıl çalışan bir Cip’e rastlar. "Vay hayvan vay seni çok mu
yordular der." Kucağındaki oto cip’in önüne atar bekler cip otu yemez. Bir
komşu gelir Zeynep teyze o ot yemez der. Vicdansızlar hayvanı çok yormuşlar yer
mi der. Biraz bekledikten sonra otu cip'in önünden alır evine gider...
YARDIM SEVERLİK
1955–59 yılları
arasında Köylü yaz evlerine göçer köy tamamen ıssız kalırdı. Güz gelinceye
kadar kimse köy evine dönmezdi. Köyde ya üç ya beş ev kalırdı. Elektrik yoktu.
Karanlıkta korkudan sokaklara girilmezdi. Köyde büyük sessizlik olurdu. Köylü
Cuma’larda köye gelirlerdi kimi at’ıyla Katır'ıyla merkebiyle Kimi haftalık
ekmek yapardı kimi hayvanlarına yem vermek için samanlıkta çırayı unutur
evlerde yangınlar çıkardı. Ev tamamen yanardı köyde kalan üç beş kişi
satırlarla pınardan su taşır yangını söndürmeye çalışırlardı. Söndüremezlerdi.
Köyün ileri gelenlerinden Rahmetli Salman Yel (salman çavış) Hasan yaman (gavız
Hasan)
Salman çavış
(Mehmet Yel) ve Hasan Yıldızlı (Padişah) bu kişiler evi yanan darda kalan
köylülerin yardımına koşarlardı. Zahire yiyecek çul çuval kap toplarlardı. Evi
yanan komşunun tüm ihtiyaçlarını fazlasıyla karşılarlardı. Bu kişilerden sağ
olan Padişah kaldı ona da hayırlı uzun ömürler diliyorum. Evvel köyümüzde
komşuluklar dostluklar varıdı. Büyüğe saygı küçüğe sevgi varıdı. Hasta olan
komşuyu defalarca ziyaret ederlerdi. Şimdi komşunun komşudan haberi yok.
Apartmanda aynı katta oturan komşu sağındaki solundaki komşusunu tanımıyor.
Günümüzde bunlar yok oldu. Hısım akrabalık yok oldu. Yüce Rabbimiz sonumuzu
hayır eylesin...
YANNIKLIK İÇİN GELDİM:
Mahallede
kulağı hiç duymayan yaşlı bir teyze varmış. Tanıdığı birinin evine gider. Ev
sahibi yaşlı teyzeye “Hoş geldiniz?” der. Teyze “Yannıklık için geldim.” der.
Adam galiba duymadı deyip tekrar hoş geldin der. Teyze “iki keçi bir de koyunum
var.” Der. Adam teyzeye, “Ben ne diyorum sen ne diyorsun?” deyince “Oğlum
yoğurdum ekşiyor yannık için geldim.” der. Adam “Teyzenin işi gücü yannık.
Kulağı da hiç duymuyor.” deyip yakın komşusundan bir yannıklık keçi derisi
satın alır, teyzeye verir. Teyze; “Oğlum Allah senden razı olsun.” Der. Ve
sevinerek evine gider...
YEDİĞİ ÇANAĞA: (s.çıyor)
Daşo dedenin
sığırı, davarı, katırı, bir merkebi kapısından eksik olmazmış. Merkebi çok
huysuzmuş. yemini yer ahırına (..çarmış). Mevsimlerden kış, bir gün böyle iki
gün böyle derken Daşo dede bir kış günü cana gelmiş kar'ın yağmasını bekleyen
dede. Gece dışarı çıkıyor ki çok şiddetli kar yağıyor. Ahıra iner merkebi
dışarı çeker sırtından semerini alır karın altına sürer. Sabahleyin oğlunun
biri babasını yoklamaya gelir.“merkep dışarıda üzerine kar yağmış. Baba eşeğin
suçu ne de kışın günü karın altına sürdün yazık değil mi?” deyince “oğlum O
nankör yediği çanağa (..çıyor)” onu boşadım der. Oğlu ne kadar ısrar ediyorsa
da baba “o üçten dokuza benden boş onu boşadım” der. Bu söz üzerine oğlu
merkebi alır kendi evine götürür. Daşo dede merkebi bir daha evine koymaz...
YOLCU DEĞİL KÜRT:
Çağlayancerit’ten Kahramanmaraş’a her gün her saat dolmuşlar gider
gelir. Bir gün Maraş’tan gelen dolmuşu kontrol için göynük karakolunda askerler
durdurur. Komutan dolmuşta fazla Yolcuların olduğunu görür. Şoföre “Arada yolcu
gider mi? Bunlar neci?” der. Şoför hazır cevap olarak “Komutanım onlar yolcu
değil. Kürt.” der. Komutan “Bu defa sana ceza yazmıyorum. Bir daha arabanıza
fazla yolcu almayın.” der. Şoför yoluna devam eder. Bozlar köyüne geldiğinde
durur. Aradaki yolcular iner şoför “Para!” der. Yolcular ne parası der “Biz
yolcu değiliz. Biz kürt’üz.” derler. Ve böylece şoföre para vermeden
giderler...
YOLDA BİR ŞEY BULUR:
Bahçeye giderken
kadın yolda bir telsiz telefon bulur. Telefon olduğun bilmez, alır bahçeye
götürür. Bir kenara bırakır, bahçe işlerini bitirir Telefonu alır eve gelir.
Telefonu bir kenara koyar biraz sonra telefon ötmeye başlar. Kadın panikler.
Telefonun üzerini minderlerle kapatır. Telefon yine de çalar. Biraz sonra ses
kesilir. Kadın “Oh be kurtuldum.” der. Aradan on dakika geçer, yine çalar.
Kadın oğlunu çağırır. “Oğlum bahçeye giderken yolda bir şey buldum. Bahçede
seslenmedi. Eve getirdim ötmeye başladı. Üzerine minderleri kapattım yine
susmadı.” der. Oğluyla eve gelir. Üzerinden minderleri alır. “Ana bu bir
telefonmuş. Bundan korkulur mu?” deyince “ne bileyim ben” der. Oğlu telefonun
sahibini bulur, teslim eder...
YUMURTA YEMEZ:
Cerit’te bakkal
yok. Camız emmi ve oğlu Ahmet alışveriş için Kahramanmaraş’a giderler. O gün Maraş’ta
yasinin hanında yatarlar. Sabahleyin alışverişlerin yapıp eşyaları heybelere
koyar, Yaya olarak düşerler yola ikindi vakti Başderviş’li köyüne gelirler,
acıkırlar. Camız emminin tanıdığı bir arkadaşının evine varırlar. Evin hanımına
“Bacı biz acıktık bize bir yemek ver.” der. Hanım dört tane yumurta pişirip
sofraya getirir. Oğlu Ahmet muzibin biri “Bacı keşke bu yumurtaları
pişirmeseydin. Babam yumurta yemez.” der. Baba utanır yumurtadan bir lokma bile
almaz. Ahmet yumurtayı yer. “Babam tarhana yer.” der. Kadın bir tepsi tarhana
ıslar getirir.
Yaşlı baba
tarhanadan bir diş alır yiyemez. Çünkü ağzında diş yok. Baba aç oğlu bir tepsi
yumurtayı yer. Yola koyulurlar. Baba köyün yakınındaki üzüm bağlarından birine
girer. Ahmet kendi kendine “Babam aç kaldı. Üzüm yemeye bağa girdi. İnşallah
bir salkım da bana getirir.” der. Babası üzüm ile karnın doyurur. Eline bir
salkım üzüm, bir de sağlamından serpene alır. Gelir oğluna üzümü uzatırken
bileğinden yakalar “(..diğimim oğlu) Benim yumurta yemediğim sana mı kaldı da
beni aç bıraktın?” deyip elindeki serpeneyi Ahmet’in üzerinde kırar. Babası
Ahmet'in yediği yumurtayı burnundan getirir...
YÜZÜNE KONUŞURUM:
Birkaç kişi
akşam bir komşuya giderler. İçlerinden biri o kadar safmış ki televizyon
haberlerini izlerken o günün başbakanı Ulus’a Sesleniş konuşması yapıyormuş.
Adam sus be hep yalan söylüyorsun seni eskiden beri tanıyoruz der. Ardından da
kusura bakmada “Ben adamın yüzüne konuşurum arkasına konuşmam der.”Arkadaşları
gülmüşler. “Başbakan senin dediklerini duydu mu? Yüzüne konuşacaksan Ankara’ya
git, orda konuş.” demişler. Adam “Allah, Allah şimdi bu adam dediklerimi
duymadı mı?” demiş. Arkadaşları “Duymadı.” deyince “Desene bütün öfkem boşa
gitti. Tüh be!” demiş...
ZATEN ÖLECEĞİM:
Sahipsiz ve
kimsesiz Ahmet amcamız babasından kalma, kapısı kırık, penceresi naylon,
duvarların sıvası dökülmüş, üzerinden birkaç mertek kırık, çamur duvar taştan
yapılı evde yaz kış yaşıyordu. Dünya malında hiçbir şeyi olmayan Ahmet amcanın
bir davulu bir de zurnası vardı. Düğünlerde zurna çalar. Ramazan ayında davul
çalarak köy Halk’ını sahura uyandırırdı. Bu insan akşamüstü bir arkadaşına
“yoldaş bana bir ekmek al” der. Arkadaşı ekmeği alır. “Kuru ekmeği nasıl
yiyeceksin içine bir şeyler alayım.” der. “Zaten öleceğim kuru kuru yerim daha
iyi der. Arkadaşı “Ahmet amca o nasıl söz ölmek o kadar kolay mı?” der. “Kolay
yoldaş kolay” der. Aldığı ekmeği koynuna koyar. Eve varır. Ekmeği yemeden
yatar. Yatış o yatış bir gün sonra eve varırlar ki Ahmet amcamız ekmeği yemeden
ekmek koynunda ölmüş. Yüce Allah' rahmet diliyoruz... Âşık Ali Ataş
--------------------------
Derleyen: Âşık Ali Ataş |
Derleme Yılları: 1966/2022 |
Ben ilkokul
mezunu yazarım. Kelime ve imla nokta Virgül hatalarım
olmuş olabilir. Okuyucularımdan Özür
dilerim. |
-------------------------------------
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder