Aramızdan Ayrılanlar

KAYBETTİKLERİMİZ
KAYBETTİKLERİMİZ
Çağrı Güler Mustafa Baykut M. Ali Güneş Urus Kemal Gülsüm Çakıl Ayşe Ibrık Hüsne Zorkun Bağdat Elmas Emine Güler Dursun Sivri Havva Rande Cennet Mağara Hüsne Berk Hortlu Hacı Vakkas Kaya Kazakçı Yusuf Yusuf Kırıcı Mustafa Dinler Semerci Durdu Emine Yarbaş Mercen Yıldızlı Mahmut Ali Sultan Karagöz Elif Dolgun Ramazan ve Ülkü D.Şehitleri Emine Kozak Ambarcı Elif Doruk Ali Fatık Onaran Ahmet Dinler Osman Ahmet Zeynep Gök Hasan Dilbaz Hanifi Kekil Mısto Hüseyin Ömer Çirkin Zeynep Nurhak Sinan Dolgun Azzıkçı Ali Hava Kekeç Ümmusün Mehmet H.Kökenöz Ayşe Kökü Hanım Tükel Mehmet Aygörmez Elif Aygörmez Ayak Cuma Mehmet Yalçın Hatice Sarıaltun Beser Mustafa Recep Mehmet İmam Cuma Ayşe Kınalı Mehmet Koca Ayşe Karabıyık Ayşe Demir Nalbant Hasan Ahmet İğde Bömrklü Onbaşı Mehmet Havuç H.Temizyürek M.Onaran E.Çetinkaya Cengiz Sümbül Fatma Berker U.Ahmet Gök Fatih Yakar ve Eşi Hasan Arı ve Eşi M.Ali Arı Hatice Yıldızlı Fahri Yıldızlı İsrafil Yıldızlı Abdurahman Çolak ve Eşi Alırza Ünal Kızı emine Mehmet Kardeş ve Eşi Akif Kuş Fatma ve Merve Koca Furkan ve Nursel Mehmet Dilik ve Eşi Ayşe Dilik Teslime Dilik Ayşe Dilik Salman Malkoç Beser Malkoç Fadime Malkoç Esin Malkoç Beser Mıstık Kasım Zorkun Duran Tekin İbrahim Kozak Nurgül Kozak Canan Kozak Cansu Kozak Enes Kozak Edanur Çalışkan Elif Yeşil Emre Çalışkan Gülsüm Çalışkan Hatice Sivri İsa Filiz Mehmet Canlı Mehmet Çadır Muzaffer Deşir Nursel Hasırcı Ramazan Kırıcı Salman Erinci Yakup Zorkun Yusuf Kelle LİNK ADI Cahal Berk Ebili Berk Mehmet Berk Ökkeş Berk Mıstık Berk Ayşe Berk Selver Berk

26 Kas 2019

YAŞADIKLARIMIN TÜMÜ

               BENİM YAŞADIKLARIMIN (Tümü)
                           ---------------------
       AİLEM ÇOK FAKİRDİ:
      Köyün mezarlık yakınında iki katlı ahşap bir evimiz vardı. Alt katta sığırlarımız, üst katta biz otururduk. Evimiz çok genişti. Sobamız yoktu. Ocakta büyük odunlar yakarak tüm aile ateşin etrafına toplanır ısınırdık. Beş erkek, üç kız kardeş, anne, baba on baş Horantaydık. Yorganımız çiğitli pamuk, Döşeğimiz terzi kırpıntıları, yastığımız mısır kabuğuydu. Üç beş kardeş üşümeyelim diye bir yorganın altında bir birimize sarılır, tüm aile bir arada yatardık. Köyümüzde elektrik yoktu. Gündüz evimizin dışarıdan ışık alması için kedi girebilecek genişlikte delikten ışıklandırılırdı. Geceleri gazyağı lambası, lastik kırıntıları ve çıra yakarak evimizi aydınlatırdık. Sabahları özel kahvaltı yapmazdık. Akşam yemeğimizden artan kalmışsa sabahleyin onu yerdik. Çayı şekeri bilmezdik. Dağlardan topladığımız bitki çaylarını tavada kaynatır, pekmez katar içerdik.
        Annem çok zaman komşuların ev işlerin yapmaya gider, beni de yanında götürürdü. Köyde su yoktu. Köyün bir tek pınarı vardı. Annem o eve bakraçlarla pınardan su taşırdı. Evin işlerini yapar, akşam olunca ev sahibi anneme bir tepsi tarhana veya bulgur verir. Onu alır “Bu kadarına da şükür. Bugün yine sizleri aç koymadım.” diye sevinirdi…
      ALKOLE ALIŞTIM:
      Bir köylüm ile 1967 yılında Kahramanmaraş’ta bir oda kiraladık. Bir yıl beraber kaldık. Arkadaşım fabrikada çalışıyordu. Ben ayakkabı boyacılığı, hamallık, seyyar satıcılık yapıyordum. Bir gün arkadaşım beni yemeğe götürdü. Lokanta içkiliymiş. Burada içki içiyorlar.Biz niye geldik?” dediğimde “Bizde bir şişe şarap içer gideriz.” dedi. “Ben içmem.” dedimse de ısrar etti. Bir bardak şarap içtim. Kalan şarabı kendisi bitirdi. Çıktı gitti ben peşinden kalktım garson ona sormadı benden para istedi cebinde parası da yokmuş. Şarabın parasını da yemeklerin parasını da bana ödetti. Yarın öbür gün derken alkole alıştım. Baktım uçuruma doğru gidiyorum, arkadaştan uzaklaştım. Alkol için yazdığım beddualı şiirimden bir dörtlük.
.
              Dilerim ocağı söne,
              Bana şarap içirenin.
              Bacasında baykuş döne,
              Bana şarap içirenin.
.
Bu şiirin devamını (Çağlayancerit) isimli şiir kitabımın (19) uncu sayfasından okuyabilirsiniz. Değerli okuyucularım bu olayı sizlere niye anlattım. Ben arkadaşı yanlış seçmişim. Bari siz gençlerimiz arkadaşınızı seçerken dikkat edin. Kendinize iyi arkadaşlar seçin. Kötü arkadaştan uzak durun.
      ACI GÜNLERİM VE YILLARIM:
      27 05 1970 Tarihinde Halamın Oğlu Mehmet Vefat etti.
15.06.1972 Tarihinde iki aylık kızımı kaybettim,
18 04 1973 Halam Eşe Andız vefat etti.
23 05 1975 Baba Annem Elif Altun vefat etti.
23 04 1981 Anne Annem Eşe Dinler vefat etti.
13.09.1986 Tarihinde kardeşim Mehmet Ataş’ı trafik
Kazasında kaybettim,
15 09 1987 Mehmet Dayımın eşi Teslime Dinler vefat etti.
19 Kasım 1988 Tarihinde Halamın kocası Süllü Andız vefat etti.
05.05.1989 tarihinde yeğenim Mustafa Ataş’ı trafik
Kazasında hayatını kaybetti
21.05.1989 Tarihinde kalp krizi geçiren yeğenim Yaşar Onaran’ı kaybettim
15 01 1990 Tarihinde Mehmet Dayım vefat etti.
25.01.1996 Tarihinde annemi kaybettim,
14.01.1998 Tarihinde babamı kaybettim,
18.12.2001 Tarihinde torunum Güler Dinler’i kaybettim,
14 06 2002 Tarihinde Yusuf amcam vefat etti.
04 10 2002 Tarihinde Hacı dayımın eşi Eşe vefat etti.
06 07 2003 Tarihinde kayın validem vefat etti.
23 12 2006 Tarihinde Ahmet dayım vefat etti
15.04.2008 Tarihinde dünürüm Mehmet Yalçın vefat etti
16 04 2009 Tarihinde Dayım kızı Eşe Fatma vefat etti.
21.01.2010 Tarihinde ablam Fadime vefat etti,
25 03 2013 Tarihinde Üvey amcamın eşi Cennet Altun vefat etti.
01.04.2013 Tarihinde kayınpeder vefat etti,
11.07.2014 Tarihinde torunum Erdem’i elim bir
Kaza sonucu 7 yaşlarında vefat etti.
09.08.2015 Tarihinde kardeşim Mustafa’nın oğlu Mehmet Ataş vefat etti.
16 01 2015 Tarihinde Ahmet Dayımın eşi Şerif dinler vefat etti.
28 07 2016 Tarihinde Üvey amcam çavuş Mehmet vefat etti.
05 04 2019 Tarihinde Hacı Dayım Vefat etti.
01 03 2021 Tarihinde Mustafa dayım vefat etti.
15 11 2021 Tarihinde Abimin Hanımı Ayşe Ataş vefat etti.
02 12 2021 Tarihinde Abim Ahmet Ataş vefat etti.
     ------------------------------------
09.10.2007 Tarihinde sağ gözümden katarakt
Ameliyatı oldum,
06.05.2008 Tarihinde sol gözümden katarakt
Ameliyatı oldum,
29.11.2010 Tarihinde eşim Gaziantep araştırma
Fakültesinde anjiyo oldu,
31.12.2012 Torunum Ergün çatı kurarken düştü sol
Bileğini kırdı,
17.01.2013 Tarihinde eşim Ayşe Kahramanmaraş
Necip Fazıl Kısakürek şehir hastanesinde safra
kesesinden Ameliyat oldu,
09.03.2016 Tarihinde eşim Ayşe Kahramanmaraş Necip
Fazıl Kısakürek şehir hastanesinde anjiyo oldu.
27 03 2021 Tarihinde eşim Ayşe Mega park hastanesinde
Anjiyo oldu ve kalbe 2 tane siten takıldı...
22.04.1970 Tarihinde eşim apandisit ameliyat oldu,
       ADANA’YA GİDERDİK:
       Elci aracılığı ile köyün yüzde doksanı Çukurova’ya çapa vurmaya, pamuk toplamaya giderdi. Rahmetli anam, ben, kardeşim üç kişi Adana’ya gittik. Köyümüzün yolu yoktu. Yanımıza bir aylık yiyecek erzakımızla, ikii kat yatağımızı merkebe yükleyip köye yirmi beş kilometre uzaklıktaki Haydarlı durağına giderdik. İstasyonda bir hafta tiren beklerdik. Tiren gelir tüm ırgatlar kara vagonlara dolar Bir gece, bir gündüzde Adana’ya varırdık. Otuz gün pamuk toplardık. Adana dönüşümüz gidişimiz gibi maceralı geçerdi. Kamyonlarla Bozlar köyüne gelirdik. Babam iki merkep ile karşı gelir. Birine yükümüzü yükler, diğerine kardeşimle beni bindirir köye gelirdik...
       AYAKKABIM YOKTU:
       Köyümüzde Kocaoğlan diye yaşlı bir kasap vardı. Bu kasap sığır keser, köylü de para olmadığı için harman zamanı ödemek şartıyla buğday ve arpa karşılığı et verirdi. Babam bu kasaba yardım eder, karşılığında sığırın kellesini, ayaklarını ve karının alırdı. Kellenin derisini yüzer, ayaklarımıza çarık yapardı. Yaz kış giyerdik...
        AY TUTULMUŞTU:
       Bazı gecelerde ay tutulurdu. Anama sorardım. “Ayın ışığı neden kayboluyor.” dediğimde “Ay’ı bir yılan yutuyor” derdi. Ay tutulduğunda komşuların kimi tüfek sıkardı, kimi teneke çalardı. Hocalar ilahiler okurlardı. Babam Kur’an-ı kerim okurdu. “Bunlar neden yapılıyor?” dediğimde “Yılan korksun kaçsın ay’ı yutmasın diye yapılıyor.” derlerdi. Bizler de inanırdık.
        ÂŞIKLIK MERAKIM:
        Köyümüzde zamanında göy İbrahim Hüseyin diye bir âşık vardı. Bu âşık saz çalar türkü söylerdi. Âşıktan çok etkilendim. Bende de saz çalma merakı başladı. Sazım yoktu. Evden ceviz çalıp bakkala sattım. Beş kiloluk bir vita yağı aldım. Yağı dereye döktüm. Teneke kutunun üzerine ince bir tahta yapıştırıp, bir kenarına da kol takıp, tenekeyi saz haline getirdim. Tel takıp çalmaya başladım. Bir müddet uğraştım. Sonunda saz çalmayı öğrendim. Biriktirdiğim harçlıklarımı verip kendimi iyi bir saz aldım. Saz çaldığımı duyan köyün bazı örümcek kafalı insanları babama saz çalmanın günah olduğunu, öldüğümde cehennemde yanacağımı söylemişler.
       Babam saz çalmama müsaade etmedi. Babamın korkusundan sazı komşularda saklardım.  Ara sıra eve getirir çalardım. Bugün evde saz çalarken yakalandım.“Nerden aldın o sazı?” dediğinde emanet aldım diye yalan söyledim. “götür sahibine teslim et. Yoksa kırarım, haberin olsun.” dedi. Sazı bir müddet komşularda saklayıp eve getirmedim. Aradan çok zaman geçmedi. Yine yakalandım. “Ben sana saz çalma demedim mi deyip ?” sazımı elimden aldı duvara vurup kırdı. Velhasıl babam bana çocukluğumu rahat yaşatmadı. Ne yaptımsa karşı çıktı...
       BABA DEDİM:
       Çocukluğumda 1957 yıllarında köyümüze katırlarıyla çeşitli kitap satan Darendeliler gelirdi. Köprübaşındaki Karaveli Ali’nin kapısına sergi açarlardı. Kitapların etrafında dolaşır, isimlerin okurdum. Kitap okuma merakımı bilen yaşlı Salman amca “Ali bana baba de sana istediğin kitapları alırım.” dedi. Hiç tereddüt etmeden Salman amcaya “Baba” dedim. Bana dört tane kitap aldı. Kitapları aldım, sevinerek eve geldim. Babam evdeymiş “O kitapları nerden aldın?” dedi.“Salman amcaya baba dedim o aldı.” dediğimde sinirlendi. Kitapları elimden aldı yırttı, ateşe atıp yaktı. Bana da iyi bir dayak attı. Hacı dayımda kitapların olduğunu biliyordum. Dayıma gittim. Dayımdan birkaç kitap aldım. Dayım ile beraber eve geldik. Babam yine evdeydi. Kitapları elimde görünce“Bu defa kime baba dedin?” deyince dayım kimseye baba demedi “Kitapları ben verdim. Okusun sonra alırım.” dedi. Ve iki gecede dayımdan aldığım kitapları okuyup bitirdim.
       BALI YEMEZDİK:
       Zamanında babamın otuza yakın kara kovan arısı olurdu. Şimdikiler gibi babam petekleri eliyle kovana koymazdı, arılar kendisi yapardı. Şeker şerbeti vermezdi. Tükenmez balımız olurdu. Babam balı yelo esnafına verirdi. Yerine helva alırdı. Yemeklerden sonra anam bize birer dürüm helva verirdi. Zevkle yerdik.
       BAŞIMA GELENLER:
       Daha önceleri nüfus cüzdanları defter halindeydi. Soyadımın Ataş olması bana kaba geliyordu. (A) harfin sildim. Yerine (E) harfin yazdım. Soyadım kabalığın yitirdi. Ateş oldu. 22.11.1968 tarihinde Ali Ateş olarak askere gittim. Yirmi dört ay askerlik yaptım. Dönüşümde Nüfus cüzdanımı değiştirdim. Soyadımı yine Ataş yazmışlar. Müdür beye niye böyle dedim kütükte neyse biz onu yazdık dedi. Önceleri yılda bir kez devlet yoklama yapıyordu. Engizek obamızda adını bilmediğim
      Lakabına deli bekçi dedikleri bir amca vardı. Ona üç beş kuruş verirdik Maraş’a askerlik şubesine gider nüfus kâğıtlarımızı onaylatır getirirdi. Köyümde 35 yıl esnaflık yaptım emekliliğim gelmişti Bağ-Kur benden askerlik şubesinden evrak istedi. Şubeye gittim. Görevli askere nüfus cüzdanımı verdim. “Soyadınız defterde Ateş, nüfus cüzdanın da Ataş yazılı.” diye asker bana evrakı vermedi.
       Askere kafa tuttum. Komutan görmüş bizi yanına çağırdı. Meseleyi anlattım. Soyadımı deftere yanlış yazan askerlere kızdı. “Komutanım askerlere kızma ben (A) harfini silip yerine (E) yi yazmıştım.” Deyince “Peki, bunun suç olduğun bilmedin mi?” dediğinde “Suç olduğunu bilsem yapmazdım. Yaptığımın suç olduğunu otuz yedi yıl sonra anladım.” Dedim. Komutan “Nüfusa git aile nüfus kayıt örneğini getir. İstediğin evrakı verelim.” dedi. Cerit nüfus müdürlüğünden aile kaydımı alıp şubeye vardım. Gereken evrakı alıp Bağ-Kur müdürlüğüne götürdüm. Böylece 2004 yılının Şubat ayında 300 Tl ile emekli oldum. Değerli okuyucular bu suçu ben bilmeden işledim. Siz yapmayın. Bir başka harf de sizin başınızı ağrıtabilir.
       BEDDUA ETTİ:
       1985 yılında komşu köylerden birinde bir ailenin evinin elektrik tesisatını yapmaya gittim. Evde bir yaşlı teyze, bir de kızımı, gelini mi biri vardı. Teyze nereli olduğumu sordu “Cerit’liyim.” dedim. “Kızı sana Cerit’li birini sorsam bilirmisin?” dedi. “Sor.” dedim. “Sizin köyde (Âşık Ali) diye biri varmış.” “Var.” dedim. “Görürsen benden o terbiyesize söyle. Âşık mıymış neymiş bizim köyün kızlarına görgüsüz demiş. Biz görgüsüz müyüz?” diyerek başladı beddua etmeye. Anladım ki 30 yıl önce yazdığım bir şiirden dolayı bana kızıyordu.
.
                   Gördüğüne sırrın açar,
                   Sonunda kalırlar naçar,
                   Görgüsüz insandan kaçar,
                   Bak şu Cerit güzelleri.
.
      Tamam dediklerinizi Âşık Ali’ye söylerim dedim.” Annesi kızdı. “Elin adamına beddua etme.  Akrabası filan olur ayıp olur.” Dediyse de kızı dinlemedi. Bedduaya devam etti. Aşık Ali şimdi elinize geçse ne yapardınız” dediğimde “o terbiyesizi boğarım.” dedi. “Buyurun işte o Âşık Ali benim.”boğun beni dedim. “olamaz” dedi. Annesi “Ben sana akrabası filan olur dedim dinlemedin Adamın yüzüne karşı beddua ediyorsun.” deyince koşarak başka bir odaya girdi kapıyı içerden kilitledi. Ben o evden gidinceye kadar dışarı çıkmadı…
       BİR YUDUM ÇAY:
       İlkokul dördüncü sınıfa gidiyordum. cumartesi, pazar günleri Mahallelerde ayna, tarak, iğne, cıncık boncuk satıyordum. Hem okul harçlığımı kazanıyorum, hem aileme katkım oluyordu. Yıl 1959 18 Mayıs gecesi rüyamda baltayı alıp sözüm ona merkeple Yalağa’ya oduna gittim. O tarihte yalağa’da çok çam ağaçları vardı. Çam ağaçlarının içinde, Bılız ve Kalaycı lakaplı Ahmet
Yurtal isimli amcayla karşılaştım. Orada Ahmet amcanın tarlası vardı. Tarlanın başına ateş yakmış mavi ve dışı kirli bir Çaydanlıkta çay demliyordu. Beni yanına çağırdı. Vardım. Öyle bir çay demlemiş ki simsiyah içileceği yoktu. Çaydanlığı ateşten aldı, su bardağına çayı doldurdu, bana uzattı. Bardağı almadım.
       “Korkma sıcak değil.” diyerek bardağı elime değdirdi. Gerçekten bardak buz gibiydi. Şaşırdım. Bardağı aldım.“Ahmet amca bu içilir mi?” dedimse de çayı bana içirmeye çalıştı. Bir yudum alabildim. Geriye kalanın döktüm. Aldığım bir yudum ile sarhoş gibi oldum. Ayakta duracak halim kalmadı. O anda uyandım ki rüyaymış. “Yarabbi! Sana şükür.” dedim. Uyandığımda başım dönüyordu. Kalktım elimi yüzümü yıkadım. Tekrar yattım. Uyuyamadım. Sabahı zor ettim. Sabah kalktığımda kahvaltımı yapmadan okula gittim. Öğretmenime rahatsız olduğumu söyledim. İzin alıp eve geldim. Bu rahatsızlık bende bir müddet devam etti. Yemek yiyemedim. Anam bana kızdı. Gördüğüm rüyayı olduğu gibi anama anlattım. Şaşırdı. “Öyle iş mi olur? Rüyada içtiğin çay sana zarar vermez. Akıllı ol!” dedi. Bir türlü anamı inandıramadım. Bu rahatsızlık bende epey devam etti bir müddet sonra rahatladım...
        BURNUN KIVIRMIŞIM:
        1973 yılında elektronik kitaplar okuyarak kendi kendime radyo tamirciliğine başladım. Kısa zamanda radyoculuğu öğrendim. Gündüz yaptıklarım gece rüyama girerdi. Rüyamda bir radyonun anahtarı bozulmuş yenisini taktım. Anahtar diye hanımın burnun tutmuşum burnun kıvırıyormuşum. Hanım “Sen ne yapıyorsun?” diye yüksek bir sesle beni uyardı.“Radyoyu açmaya çalışıyorum dur” Dedim. “Burnumu kıvırıyorsun dedi.” Uyandım ilk radyocululuğumda böyle bir anı yaşadım…
        ÇIRAK DURDUM:
        İskenderun çarşısında şiir satıyordum. Bir marangoz ustası “Şiir satmayı bırak, haftalığına iki buçuk lira vereyim yanımda çalış.” dedi. Ustanın teklifini kabul edip işe başladım. İş yeri denize yakındı. “Yatacak yeriniz yoksa şurada küçük tahta kulübemiz var. Burada yatarsın.” dediğinde sevindim. Yatağım filan yoktu. Bir savanın arasında yatardım. Eski elbiselerim yastığımdı. Bir hafta kadar marangoz da çalıştım. Çalışmaktan yorulmuş olmalıyım ki gece beni Kulübeyle götürüp, denizin kenarına koymuşlar. Uykumun arasında bazı sesler duyuyordum, uyandım ki dalga kulübeye vuruyormuş. Üstüm ıslanmış. Gece saat üçtü. Kalktım. Her şeyim ıslanmış dışarıya çıktım. Dışarıda sabahladım. Korkumdan ustanın yanına gidip paramı da almadım. Oradan kaçtım. Gaziantep’e gidecektim. Yol param yok. Bir otobüse bindim. Biraz gidince muavin para istedi. “Yok!” dedim. “Paran yokta niye bindin?” diye bana kızdı. Şoför görmüş, muavini yanına çağırdı ve kızdı. “Parası yoksa beleş gitsin.” dedi.
         Antep’e indiğimizde şoför beni yanına çağırdı. “Nerelisin yiğit?” dedi. “Maraşlıyım.” dedim. “Harçlığın filan var mı?” diye sordu, Seslenmedim. Nere gideceğimi sordu. Maraş’a dedim. Yemek paramı da verdi. “Git karnını doyur gel. Seni Maraş’a göndereyim.” dedi. Karnımı doyurup geldim. Şoför, tanıdığı bir şoföre “Bu yiğidin parası yokmuş. Ben İskenderun’dan getirdim. Sen de Maraş’a götür.” dedi. Şoför olur götüreyim dedi. Kendi kendime “Demek ki dünyada merhametli insanlar tükenmemiş. Allah böyle insanlardan razı olsun. Böyle insanları daima var etsin.”dedim...
       DONUYORDUK:
       Yıl 1967, 28 Şubat mevsim kış. Her taraf kar Maraş’tan pazarcığa geldik beş arkadaş, Pazarcık’tan bir cip kiraladık Bozlar köyüne gelebildik. Bozlarda kırk santim kar vardı. Şoför devam etti. Fıstık ağacına kadar zor geldik. Cipi bin bir rezillikle geri çevirdik. Beş arkadaş karda kışta yayan yürüyerek tuttuk Cerit yolunu. Beş yüz metre kadar ilerledik. Önümüzde bir anne üç kızı ile beraber, yürüyorlardı. Onlar bizden önce gelmişler kızlardan büyüğü öğretmenmiş.
       Onları tanımıyorduk. Hayırdır yolculuk nereye dedik Cerit’e dediler. Kar yağıyor tipi fırtına esiyor siz bu günde nasıl yola çıktınız donarsınız dedik. Beraber geldiğimiz arkadaşlar ayrıldılar. Arkadaşlar bu bayanlar ne olacak dediğimde “bize ne bizimle mi geldiler. Biz kendimizi kurtarırsak yeter deyip yürüdüler.” Ben yalnız bırakamazdım. Çünkü ortalık felaket beraber gidelim ölürsek de beraber ölelim dedim. Yüz metre İleride iki avcıyla
        Karşılaştık onlara da durumu anlattım biz öleceğiz yardım edin dediğimde “biz çok yorgunuz sizi bekleyemeyiz deyip avcılarda gittiler.” Kar kalınlığı bir metreyi geçiyordu. İlerledikçe kar daha da çoğalıyordu. Küçük kız yorulmuştu. Kızı hopuma aldım öğretmen ve annesi ayakkabıları ellerine alıp ayak yalın yürüyorlardı. Çünkü çok kötü kar yağıyordu karşımızdan fırtına esiyordu. Yürümeye halleri kalmamıştı. Ben olmasaydım donup öleceklerdi. Velhasıl beşimizde donup ölmeden ne hallerle aksuya yetiştik. Bayanları orada Derviş Ali emmiye, Bunlar sizin misafiriniz dedim. Yarın bir katır kiralar gelirler dedim. Sabah kalktıklarında anne ve kızının ayaklarının altı su toplamış. Böylece hem kendi hayatımı hem dört kişinin hayatını kurtarmış oldum. Aksudan tek başıma yayan yürüyerek akşam namazı Ak dere’ye geldim. Bir eve misafir oldum aynı evde 2 arkadaş daha vardı. Sabah kalktığımızda 3 metre kar vardı hanifoğlunun dibine ce zor geldik oradan ulu dereye yönlendik. Ulu dereye geldik sular coşuyordu. Bazı yerlerde suyun kenarından bazı yerlerde suyu geçerek bir saatlik yolu 3 saatte Cerit’e geldik. Ogün benimle yolculuk eden bu gün dört arkadaşım vefat ettiler. Kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum…
      ELEKTRİK ÜRETTİM:
      Bahar aylarında Biçmoluk’a göçerdik. Kabak Tepe’de taş duvarlı üzeri mertek ve çapkılı toprak örtülü bir evimiz vardı. Evin bir bölümünde sığırlarımız bir bölümünde ailemiz kalırdık. Tepede gece ve gündüz rüzgâr eksik olmaz. Babama “Eğer izin verirsen ben elektrik üreteceğim.” dediğimde “Ne elektriği lan. Nasıl yapacaksın.” dedi. “tamam, izin verdim hadi yap görelim dedi.” dedi. Bisiklet dinamosunun elektrik ürettiğini biliyordum. Dinamoya iki tane kanat taktım. Evin önündeki ardıç ağacına monte ettim. Çıkışına kablo bağlayıp içeri götürdüm. Ucuna 6 voltluk bisiklet ampulü taktım. Dinamo dönmeye başladığında ampul pırıl pırıl yanıyordu. Sevincimden hopluyordum. Böylece yaylaya göçtükçe geceleri evimizi dinamoyla aydınlattım. Bir kaç yıl dinamonun ışığında oturduk. Babamdan aferimler almıştım. Böylece gaz lambasının kokusundan kurtulduk babamı da masrafından kurtarmış oldum...
       EVDEN KAÇTIM:
       Komşuda sakladığım sazı bir gün eve getirdi babam evdeymiş sazımı alıp duvara vurup kırdı. O gece bu şiiri yapı babama küserek not bırakıp gittim.
 
             Baskıyı artırdın hep benden yana,
             Babam niçin beni getirdin cana?
             Biricik sazımı çok gördün bana,
             Duvarlara vurup kırdınız babam.
 
      Evimizden ve köyümden kaçtım. Mevsim kış O tarihlerde köyün yolu ve arabası yoktu. Peşimden gelen olur korkusuyla yola gitmedim tepeden tepeye giderek, bazı yerlerde kısığın o coşkulu ve soğuk sularını geçerek, on dört saat aç susuz, yayan yürüyerek köye otuz kilometre mesafede olan asfalta yatsın vardım. Bir yük kamyonuna binerek Maraş’a gittim. Kimseyi tanımıyordum. Yatacak yerim de yoktu. Birilerine sordum. Bana bir yer tarif ettiler, gittim.
        Tarif edilen yer, Saray altı Mahallesi’nde bir handır, O gece handa yattım Cebimde kuruş param yok sabah kalktığımda hancıya derdimi anlattım. Bana bir haftalığına 60 kuruş verdi sabahleyin ilk işim iki domates Bir ekmek alıp karnımı doyurdum. Bu handa günlüğü on kuruşa bir yıl kaldım, işsizdim. İnşaatlarda çalıştım. Hamallık, ayakkabı boyacılığı seyyar satıcılık yaptım. Günlük gazete ve dergiler sattım. Bir fotoğraf makinesi alarak fotoğrafçılık yaptım. İlk işim hancıya olan 60 kuruş borcumu ödedim. Şiir yazmaya devam ediyordum. Yazdığım şiirlerimi matbaalarda çoğaltarak çarşıda, pazarda, mahallelerde satmaya başladım. Biriktirdiğim üç beş kuruş ile kendime bir saz aldım. Şiirlerimi satarken çok zaman sazım yanımda olurdu. Bulunduğum müsait ortamlarda çalar söylerdim. Etrafıma toplanan insanlara irticalen söylerdim. Bu da insanların hoşlarına giderdi. Fakat zabıtalar bana bir türlü rahat ettirmezlerdi. Özel bir albümüm yok. Teyp kasetlerine kendi eserlerimi okudum. Bazı sanatçılardan birçok eser okudum...
       EZAN OKUTMADI:
       Caminin birinde imamın teşvikiyle bazen ezan okur müezzinlik yapardım. Bir sabah namazı ezan okumak istedim. İmam minarenin kapısını Kilitlemiş. Biraz sonra kendisi gelip kapıyı açtı. Bana okutmadı kendisi ezanı okudu. İmamın bana karşı davranışı zoruma gitti. Bir zaman çocukluğumda camide Kur’an okurken tökezledim. Dışarı çıktığımda yaşlı bir amca kulağımı çekiyordu. Kimin oğlu olduğumu sordu ve bana iki tokat attı. Ondan sonra namaz kılmayı, Kur’an okumayı bıraktım. Bu defa da altmış üç Yaşımda yine benzer olayı yaşadım. Bir daha ezan okuyup namaz kıldırıp müezzinlik yapamadım. İmamın arkasında namaz kılmamak için başka camilere gittim. Bu imam gibi olan imamları her nerede varsa kınıyorum. Sade bana yapmamış birkaç cami cemaatini de küstürmüştü. Camiye cemaati imam toplar. Bizim imam da camiden cemaati kaçırır. Bu imama birkaç dörtlük yazmadan edemedim.

             İyi değil gönül kırmak,
             İki gözüm oldu ırmak,
             Minareye kilit vurmak,
            Yakıştı mı sana hocam.
.
       Şiirin devamını 4. şiir kitabım (Dinlemediler)’in 201 inci sayfasından okuyabilirsiniz…
        FOTOĞRAFÇILIK YAPTIM:
        1966 yılında Maraş’ın Bitpazarı’ndan tahtadan yapılmış bir fotoğraf makinesi satın aldım. Makine elektriksiz çalışıyordu. O zaman Maraş’ta birçok fotoğrafçı bu tip makineyi kullanıyorlardı. Ulu Caminin yanında Ali Usta diye bir fotoğrafçı vardı. Bana kısa zamanda fotoğraf yapmayı öğretti. Köye geldiğimde bir müddet bu makineyle fotoğraf çektim. Sonra Ali Ustanın tavsiyesi üzerine üstten bakmalı Jüpiter marka fotoğraf makinesi aldım.Filim dolunca Ali Ustaya götürür yaptırır gelir fotoğrafları sahiplerine verir paramı alırdım. Fotoğraflarımı yapan Ali Usta bana filim banyo etmeyi, fotoğrafı karta basmayı öğretti. Ustama hep dua ettim. Ölmüş ise Allah rahmet eylesin. Köyde elektrik yoktu. Bir agrandizör makine, bir de jeneratör aldım. Ali Ustanın sayesinde çektiğim fotoğrafları köyde kendim yapmaya başladım...
        FM MİKROFON:
        Yıl 1973. Arkadaşım Almanya’dan bana bir FM mikrofon getirmişti. Yayın sahası açık alanlarda beş yüz metre, kapalı alanlarda yüz metre idi. Bana “Bu mikrofonun Türkiye’de kullanımı yasak sonra başını ağrıtma.” demişti. Arada bir Cerde jandarmalar gelirdi. Jandarmanın haberini aldığımda mikrofonu saklayacak yer arardım. Müzevirin biri beni jandarmaya ihbar etmiş. İki jandarma, bir astsubay iş yerime geldiler. “Sende telsiz varmış, çıkart.” dediler. “Yok!” dedimse de dinlemedi. Mikrofonu sakladığım yerden getirdim.
          Astsubaya verdim. Hakkımda zabıt tuttu. Zaptı imzalamadım. “Bizimle karakola gideceksin.” deyip beni yanlarına aldılar. Kazıklı Dağı’na kadar yürüdük. Astsubay beni dağda sorguya çekti. Mikrofonu nereden aldığımı ne için kullandığımı sordu. Almanya’dan bir arkadaşımın getirdiğini söyledim.“Hadi geri dön evine git.” dedi.“Komutanım bu soruyu köyde sorsanız da beni buraya kadar yormasınız olmaz mıydı o zaman mikrofonumu ver?” dedim. “Mikrofonu vermiyorum yürüdünse ayakların mı aşındı. Sana spor yaptırdık.” dedi. Mikrofonu da vermedi döndüm geldim...
       GAZYAĞI SİNMİŞ DEDİ:
       İlk defa Erinci Obasına elektrik gelmişti. Cerit halkının çoğu bu insanlara güldüler. “Erinci dağ başı kışın kar yağar, teller kırılır, elektrikler yanmaz. Boşa masraf edip evlere elektrik çektiriyorlar.” diye insanlarla alay ettiler. Erinci Obasında Mehmet Çetinkaya’nın evinin elektrik tesisatın yaptım. Saat panosun yerine takıyordum.
        Yanımda üç beş kişi beni seyrediyorlar. Ev sahibi Mehmet amca yanıma yaklaştı. “Burnuma kötü bir gaz yağı kokusu geliyor.” dedi. Ben hiç farkında değilim çalışıyorum. Ceketimi koklayarak “Ali’nin çeketi kokuyormuş.” dedi. Ben şaşırdım. Gazyağı kokusu da neymiş.” dedim. Sonradan anladım. Cerit’e elektrik gelmeden Erinci obasına geldi. Bizim evlerde gazyağı lambası yanıyordu. Meğerse latife olsun diye bana takılmıştı. 24 Mart 2005 tarihinde vefat etti rabbimden rahmet diliyorum...
       GÜVERCİN VURMUŞTUM:
       Gençliğimde ava meraklıydım. Babamın uzun namlulu, çakmaklı bir tüfeği vardı. Çok zaman babamdan izin alarak, bazen de babamdan habersiz keklik ve cırık avına Giderdim. Her gün birkaç cırık vururdum. O yıllarda kar çok yağardı. Cırıklar sürülerle gezerdi. Bir gün güvercin avına gittim. Şimdiki kaymakamlık binasının orada bir sürü güvercine rastladım. Pusuya yatıp beklerken güvercinler sürüyle geldiler. Molla Halil’in evinin süyüklerine kondular.
         Orda iki güvercin vurdum. Sevinerek eve geldim. Babam “Bunlar ne?” dedi. “Güvercin.” dedim. “Bunları vurmanın günah olduğunu bilmiyor muydun?” dedi. Babam beni öyle bir dövdüki.“Bu kuşların günahından Yusuf Amcan gözünün birini kaybetti. Yarın sen de kör olursan görürsün.” dedi. İçime bir korku girdi. O gece rüyamda kafama silah patladı. Ağlayarak uyandım. Babam “Ne oldu ne var?” dedi. “Kafama silah patladı.” dedim. “Ne silahı yat yerine.” dedi. Sağ yanağımdan ılık, ılık kan akıyordu. Babam kalktı, gazyağı lambasının ışığını az açtı. Kafanı bir yere vurmuşsun dedi. Yüzümün kanını sildi.“Oku, üfür, yat.” dedi. Sabah uyandığımda sağ kulağımın üstünde hafif bir çizik vardı. Bu olaydan sonra tövbe edip ava gitmeyi birden bıraktım...
        HALAMIN BEDDUASI TUTMUŞTU:
        İlkbaharda erik yaylasına göçerdik. Evgozu’nda ağaç bahçemiz vardı. Anam beni haftada bir gün bahçeyi sulamak için Köye gönderirdi. Bana sıkı sıkı tembih ederdi. “Bahçede kimin tavuğunu görürsen vur, öldür.” derdi. Bir gün bahçeye geldiğimde halamın tavukları bahçede geziyordu. Elime bir kaç taş alarak tavukların peşinden koştum. Halam “Tavuklarımı öldürme!” diye yalvarıyordu. Taşlarla halamın iki tavuğunu öldürdüm. Bana çok kötü beddua etti. Dut yemek için bahçemizdeki Dut ağacına çıktım. İki dakika geçmedi.
         Bastığım dal kırılınca Dut’tan aşağı düştüm. Sol gözümün üstü, kaşım yaralandı. Hala izi var. Beni kanlar içinde gören halam bu defa ağlayarak üzerime kapandı. “Ağzım kitlense de beddua etmeseydim.” diyordu. Bir taraftan yaramı temizliyordu. Yarayı temizleyip tuzlu yağ bastı. Halam ağlıyor, ben ağlıyorum anladım ki bedduası beni tuttu. Halamın bana karşı bu insancıl davranışı hala beni kahreder. Kaşımın üzerindeki yaram iyileşmeden iki arkadaşım ile erik yaylasında kayalıklara tutkal yazmaya gittik. Ama fırtına ortalığı yıkıyordu. Rüzgâr beni iki metre yükseklikteki kayadan attı. Kafamın sağ tarafı yarıldı.
        Elimle yarayı yokladım. Deri yırtılmış, kafamın kemiğine parmaklarım değiyordu. Arkadaşlarım beni bırakıp kaçtılar. Kanlar içindeyim bu mu arkadaşlık. Aşağı indim kafamı su oluğuna soktum. Su kıpkırmızı kan oldu. Beni gören yaşlı Mehmet Amca “Sen bu suyu neden kirlettin?” deyip halime bakmadan beni dövdü. Kanlar içindeydim. Ağlayarak eve geldim. Halimi gören annem bayıldı. Komşular biraz sonra annemi ayılttılar. Ne olduğunu sordu. Kayadan düştüğümü arkadaşların beni bırakıp kaçtıklarını söyledim.
        O zaman yol yok doktor yok. Akşam Hacı dayım işten geldi. Kafamın kanını temizleyip, yaraya tereyağı ile tuz basıp üzerini bir bez ile sardı. Bir gün sonra kafam balon gibi şişti. Komşular benden ümidin kesmişler. “Bugün yarın ölür.” demişler. İyileşmem üç ay sürdü. Öldürmeyen Allah öldürmezmiş. Yaşayıp gidiyoruz. Başıma gelen bu olayda yine halamın bedduasının payı olduğun düşünüyorum. Sizsiz olun da sakın kimseden beddua almayın...
       İLK DEFA SEVMİŞTİ:
       Köyde çok zengin bir aile olmasak ta orta halli bir aileydik. Babam çiftçilik, marangozluk, arıcılık yapardı. Biz sekiz kardeş hiç anne baba sevgisi görmedik. Babam bizlere çok baskı yapardı. 10 yaşıma girmiştim. Okula kendim yazıldım. Birinci sınıfa gidiyordum. Bir akşamüstü okuldan geldim. Babam beni kucağına alarak yanaklarımdan öptü, Bağrına bastı inanın sevinçten havalara hopladım. O gece sevincimden uyuyamadım. Diğer kardeşlerimi sevdiğini hiç görmedim..
        KATARAKT AMELİYATI OLDUM:
        Yavaş, yavaş gözlerim görmez oluyordu. Doktora gittim. Muayene sonucu. Katarakt ameliyatı olmam gerekiyormuş. 9 Ekim 2007 tarihinde sağ gözümden ameliyat oldum. Katarak ilerlemişti, ameliyat elli beş dakika sürmüştü. Ameliyattan sonra gözüm yirmi gün hiçbir şey görmedi. Her yer bembeyazdı. Yirmi bir gün sonra yavaş, yavaş görmeye başladı. Bir baktım sol gözüm ağlıyordu. “Gözüm sana ne oldu da ağlarsın?” dediğimde
“Nasıl ağlamayım.
         Altmış yıl beraber yaşadığım kardeşimi ameliyat ettiler. Yarın sıra bana da gelecek. Seni defalarca uyardık. Kardeşimin görüş mesafesi günbegün azalıyor. Çaresine bak dedik. Bizi dinlemedin. Daha doğrusu kardeşime değil de senin ihmalliğine ağlıyorum.” dedi. Bu defa sol gözümü 06 Mayıs 2008 tarihinde ameliyat ettirdim. Ameliyatım on üç dakika sürdü. Ameliyatlarımda hiçbir ağrı ve acı hissetmedim. Ancak sağ gözüm ameliyattan sonra yedi yıl gördü ameliyatın geç sürmesinden dolayı 2014 yılında tamamen görme yeteneğini kaybetti.Tekrar doktora gittiğimde ameliyatın uzun sürmesi nedeniyle gözümün merceğine ağır baskı yapılmış. Doktor hiç çaresi yok dedi...
       KAR ALTINA TÜNEL:
       Evimizde inek ve öküzler beslerdik. Kışın kardan dışarı çıkartamazdık. Çok zaman sığırlarımızı kışın kar eritir sulardık. Bazen de tarihi taş köprünün yanındaki pınarda sulardık. O yıllarda kar çok yağardı. Evlerden atılan kar sokakları doldurur, Gidecek yol olmazdı. Babam bir hafta çalışarak damlardan atılan yığmaca karların altına tüneller açtı. Sığırlarımızı bu tünelden pınara götürür sular, aynı tünelden geri dönerdik. Komşulardan bazıları da tünelin kenarını delerek, sığırlarını bu tünelden pınara götürür sularlardı...
        KARAKOLA GÖTÜRÜLDÜM:
        Kahramanmaraş’ta kapalı çarşıda şiir satıyordum. İki kişi geldi. Şiirlerimi elimden aldılar.“Biz polisiz bizimle karakola geleceksin.” dediler. “Tamam!” dedim. Kıbrıs meydanında bir cipe bindirildim. Valilik binasına götürüldüm. Beni üçüncü kata çıkardılar. Girdiğimiz kapının üzerinde baş komiser yazılıydı. Polisler “Aradığınız kişiyi getirdik.” dediler. Kalın gözlüklü yaşlı biri oturuyordu. “Bana otur bakalım yiğit.” dedi. Adam işiyle meşguldü. Arada bir gözlüğün üstünden bana bakıyordu. “Emmi beni bura niye getirdiler?” dedim. Komiser “Sen dağdan mı geldin? Ne emmisi ben komiserim. Suçun varmış getirdiler. Bir daha bana emmi deme.
       Komiserim de.” dedi. “Tamam, emmi.” dedim. “Benimle dalga mı geçiyorsun? Şimdi seni tutuklarım.” dedi ve nereli olduğumu sordu. “Cerit’liyim.” dedim. “Cerit’linin hepsi senin gibi yobaz mı?” dedi. “Emmi kelimesine dilim alışmış emmiden başka bir şey diyemiyorum. Dedim “emmi bana istediğini söyle amma Cerit Halk’ına hakaret etme onların suçu ne.” Dedim. “Bak hele bak!” deyip iyice kızdı.
        Öfkeyle “Sen ne iş yapıyorsun?” dedi“Şiir yazar, satarım.” dedim. “Şiirlerinin altında Âşık Ali yazıyor. Bu âşıklığı nerden aldın?” dedi. “Bana aşıklığı halk verdi ” dedim. “Her şiir yazan âşık mı olurmuş kime âşıksın?” dedi. “Tabiata, insanlığa, güzel olan her şeye aşığım.” dedim. Alsana kalem birde kağıt bana bir şiir yaz bakalım.” dedi “Ben kaleme kâğıda gerek yok:” deyip irticalen aşağıdaki dörtlüğü okudum.
 
             Çarşıdaydım alıp geldi polisler,
             Getirip karşına diktiler beni.
             Küçükleri azarlamaz büyükler,
             Vurdunuz kırdınız döktünüz beni.
 
        Teşekkür ederim evladım. Bu şiiri önceden mi hazırladın?” dedi. “Şimdi aklıma geldi söyledim.” dedim İfademi şiirle verebilirim dedim. “Tamam, evladım tamam. Senin suçun yokmuş. Seni bana getirenler suçlu, gidebilirsin. Ama ileride mutlaka bana uğra çayımı iç.” dedi. Tamam dedim bir daha da komiser beye uğramadım...
       KEKLİK AVINA GİTMİŞTİM:
       Bir gün sabah kalktığımda bir metre kar yağmıştı. O yıllarda dağlarda keklik çok olurdu. Ayakkabım yoktu avcılar ile ayak yalın keklik avına gittim. Akşama kadar keklik peşinde koştum. Akşamüstü Ozanlılar yurdunda bir keklik tuttum. Ayak yalın gezdiğimi değmişti. Vakit akşamdı kekliği alıp eve getirdim. Babam kekliği nerden aldın deyince “Avcılarla ava gitmiştim. Ben tuttum.” dedim. Ayakkabımın olmadığını biliyordu. “Ayak yalın mı gittin?” dedi seslenmedim. “Yarın ayakların şişerse sana sorarım.” dedi. Ayaklarım umurumda mıydı? Et yiyeceğiz diye seviniyordum. Anam kekliğin tüylerini yoldu, pişirdi. Birer lokma yedik. Sabah kalktığımda. Ayaklarımın altı su toplamıştı. Yürüyemiyordum. Anam babama duyurmadan ayaklarıma kına sardı. Ayaklarımın altı patladı. Bir haftada zor iyileşti. Babamın dediği doğruymuş sonra anladım...
        KEVEN İÇİNDE UYUDUM:
       Keven güzün dağdan sökülerek getirilir kışın ıslayıp doğrayarak sığırlara yedirilen bir yem türüdür. O zamanlarda bizde dâhil köylü malcılıkla geçim sağlardı. Keven getirmeyen ev olmazdı.Yumuşak olması için yağmur alacak şekilde evin önüne süyüklerin altına veya ağaçların başına yığarlardı. Bizim evin önünde Dut ağacı vardı babam keveni dut ağacının başına yığardı. Geceleri arkadaşlarımla oyun oynardık. Eve geç geldiğimde babam kapıyı açmazdı. Dut’a çıkar kevenin orta yerinde kendime yer açar üzerimi kefenlerle örter orada uyurdum. Babam o gün sabah namazını kılar keven almak için
       Dut’a çıkar aşağıya keven atarken üstüm açılır bir Ali sesi duydum gözümü açtım ki babam. Ne yapıyorsun burada dedi. Ne yapayım kapıyı açmıyorsun burada yatıyorum dedim. O gün yağmur yağmış üzerim ıslanmış. Kalk dedi beni aşağı indirdi eve çıkardı anamı uyardı şunun elbisesini değiş dedi. Elbise olarak uzun etekli fistanım vardı. Anam şaşırdı nerde ısladın üstünü dedi. Kevenin içinde uyuyordum üzerime yağmur yağmış orada Islanmış dedim. Anam babama kızdı sen kapıyı açmazsan çocuk nere gider? Elbette kendine bir yer bulur orada yatar yazık değil mi? dedi. Babam bir daha kapıyı kilitlemedi. Eve erken gel dedi. Çocukluğumda bunları çok yaşadım.
        KIRMIZI POSTALIM:
       1955 yılında Erik yaylası’na göçerdik. Davarımız, koyunumuz olmasa da dayımların oğlaklarını, kuzularını bizmde iki ineğimiz vardı onları güderdim. Ayakkabım yoktu. Ayak yalın oğlakların peşinde dolaşırdım. Ayağıma dikenler batar ayaklarım kanardı. Bu halimi gören dayım bana bir çift postal diktirmiş getirdi. Postalı ilk defa görüyordum. Babam sordu Ahmet dayım getirmiş dedim. Sevincimden uçuyordum. O gece postalları kucağıma aldım, postallarımla beraber yattım. Sabah kalktığımda ayağıma giyindim. Oğlakları, kuzuları gütmeye gittim...

        
KUŞLAR HABER VERİRMİŞ:
        İlkokula gidiyordum dini dersler almam için babam beni köyün imamı Hasan Basri Tükel hocaya gönderirdi. Bu hoca köyün ileri gelen en eski hocasıydı. Hocam ara sıra elimden cüzümü alır, cüzün köşelerindeki kuş resimlerine sorar. O gün hangi suçu işlediğimi hocaya söylermiş. Eve geldim. Cüzün yapraklarında ne kadar kuşa benzer resim varsa hepsini kesip çıkarttım. Sabah oldu hocaya gittim bu defa kendi kızının cüzünü alıp yine suçlarımı kuşlardan öğreniyordu, hocam bizi kendi evinin altındaki odasında okutuyordu.
      Çocuğun eve çıkmasını bekledim cüzü alıp sobaya vurup yaktım. Öbür gün bir başkasının cüzünü aldı bu defada suçumu başka cüze soruyordu. Her gün dayak yiyordum. Bizden büyük olan kartolar sülalesinden Kadı lakaplı bir öğrenciye meseleyi anlattım. “Bana Ali sen bu kadar akılsızmısın cüzün içindeki resim senin suçunu nerden bilsin seni takip edip hocaya söyleyen birisi var.
      Onu takip et.” dedi. Bunun üzerine araştırmaya başladım. Meğerse beni hocaya şikâyet eden akrabamızdan birinin oğluymuş. Bir gün bu arkadaşıma “Doğruyu söylersen sana on tane ceviz veririm.” deyince sevindi. “Suçlarını hocaya ben söylüyordum” dedi. Bununla kapıştık. İyi bir dövdüm. Dişinin birini kırdım. Hocadan yediğim dayakların acısın çıkarttım. Bir müddet hocaya gitmedim kaçtım. Kendime yetecek kadar dini derslerimi öğrenmiştim. Daha sonra beş defa Kur’an-ı Kerim’i hatmettim. Hocam 02.07.2012 tarihinde vefat etti. Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun...
        KÖYLÜ OTOBÜS ALDI:
        Köyümüzün yolu düzgün değildi. 1964 de Deli İrfan isimli bir şoför ilk defa köyümüze bir otobüs getirdi. Bu otobüs kol takıp çevirerek çalıştırılırdı. Soğuk havalarda kolay çalışmazdı. Yolcular kış günü Maraş’a varıncaya kadar soğuktan donardık. Otobüsün içerisinde küçük piknik tüpü yanardı. Herkes tüpte ayaklarını, ellerini ısıtarak yolculuk ederdi. Şoför tüpün parasını yolculardan alırdı. Bizler böyle Maraş’a yolculuk yapardık...
        MARK YASAKMIŞ:
        Yıl 1984 Çağlayancerit’e elektrik yeni gelmişti. Elektrik tesisatçılığına başladım. Almancı bir vatandaşın evinin elektrik tesisatını yaptım. Adam bana 100 Mark verdi. Elektrik malzemesi almak için Kahramanmaraş’a gittim. Malzemeleri aldım. Mark’ı kimseye bozduramadım. “Bankada bozdurabilirsin.” dediler. İş Bankası’na vardım. Mark bozduracağımı söyleyince memur beni aldı, Müdüre götürdü. Müdür Mark’ı nerden aldığımı ve bana pasaport sordu. “Ne pasaportu ben elektrikçiyim. Bir Almancının evinin elektriğini yaptım o verdi.” dedim.“Türkiye’de Mark kullanmanın yasak olduğunu bilmiyor muydun?” deyince “Ne bileyim ben.” dedim. Kimliğimi aldılar, tutanak tuttular. Tutanağı imzaladım. Geçmiş gün mark'ı yüz beş liraya bozdurdum. Bunu neden sizlere anlattım. O günkü Türkiye’nin zihniyetine bakın. Yasaklarla bir yerlere varılacağını sananlar yanılmışlardır...
       MECNUNLAR:
       İlçemiz de birçok mecnunlar vardır. Bunlardan
Küpeligüccük, Durmuş, Mehmet, Mustafa, Ejder, Şaban, Kerem Salman, hepside rahmetlik oldular. Günümüzde yaşayanlar Cevdet, Tola ve İbrahim, Ben mecnunlarla çok ilgilenirim. Bunlara rastladığımda karnı aç olanları doyururum Hepsiyle iyi anlaşırım. Ejder diye bir mecnunumuz vardı. Çok öfkeli biriydi. Kızdırıldığında küfrederdi. Dükkânların camlarını, arabaların, camlarını, kırardı. Ve kayıptan bilen bir mecnundu. Bir gün bir kahvehanedeyiz televizyon izliyorduk öfkeyle dışardan geldi televizyonu kapattı. Bize dönerek “siz insan değilmisiniz? İki tane cenaze var” dedi.
       Hepimiz şaşırdık. Bir gün sonra kendi akrabalarından iki kişi Kahramanmaraş’ta bir gölette boğularak öldükleri haberi geldi. Ejder Kerem Salman’dan çok korkardı. Kerem Salman kısa zamanda ölecek ondan Kurtulacağım diyordu. Nerden biliyorsun Ejder dediğimizde iki gün sonra görürsünüz dedi. Kerem Salman Ejderin dediği gibi üç gün sonra Akderede elektriğe kapılarak hayatını kaybetti. Rahmetli Kerem salman Kale'de kısa boylu Apış isimli bir mecnun vardı ondan çok korkardı. Cevdet'te Toladan çok korkar. Mecnunlar bir birinden neden korkar onuda bilemiyoruz...
       MERDİVENDEN DÜŞTÜM:
       1976/1978 yıllarında 2 defa merdivenden düştüm. Birinde sol elimin iki parmağı sağ omuzumun köprücük kemiği kırıldı. İkinci düşmem de iyalerim çıktı. Sınıkçı Yusuf kırılan parmaklarımı sardı iyileşmem 6 ay sürdü. Sağ omzumun köprücük kemiği üst üste gelmiş öyle tutmuş iyalerimi yerine getirdi. Sağolsun. Bunları niye anlattım? O tarihlerde Ziraat bankasının müdürü en yakın komşumuzdu. Aramız üç metre ben merdivenden düştüm her tarafım haşat feryat figan ediyorum müdür pencereyi açtı hanımıyla beraber beni seyrediyorlar. Dışarıdan feryadıma koşup gelenler oldu komşum seyretti. Aramızda hiçte bir sıkıntı yoktu. En yakın komşum yardıma gelmedi daha sonra geçmiş olsun bile demediler soruyorum size böyle komşuluk olur mu?
       MUTLU GÜNLERİM VE YILLARIM:
06.04.1968 Tarihinde evlendim.
27.11.1968 Tarihinde Askere gittim.
27.10.1971 Tarihinde Askerden geldim.
12.06.1973 Tarihinde iki katlı bir ee yaptırdım.
17.04.1973 Tarihinde Gülşen kızım doğdu.
15.02.1975 Tarihinde Gülten kızım doğdu.
22.10.1978 Tarihinde Gülhan kızım doğdu.
02.04.1980 Tarihinde Oğlum Gülbey doğdu.
30.10.1982 Tarihinde Oğlum Kenan doğdu.
24.09.2002 Oğlum Kenan Askere gitti.
04.09.2007 Oğlum Gülbey Askere gitti.
07.02.2015 Tarihinde torunum Ergün askere gitti.
29.08.1993 Tarihinde kızım Gülten evlendi.
13.12.1998 Tarihinde kızım Gülşen evlendi.
11.04.2004 Tarihinde kızım Gülhan evlendi.
18.04.2004 Tarihinde oğlum Kenan evlendi.
03.10.2009 Tarihinde oğlum Gülbey evlendi.
15.08.1995 Tarihinde torunum Ergün Öcal doğdu.
07.10.1996 Tarihinde torunum Ergül Öcal doğdu.
04.09.2006 tarihinde torunum ersin doğdu.
07.04.2017 Tarihinde torunum Ergül evlendi.
06 07 2019 Torunum Ergün evlendi.
11.03.2008 Tarihinde torunum Erdem Öcal doğdu.
06.05.2003 Tarihinde torunum Nesibe Dinler doğdu.
16.01.2005 Tarihinde torunum Ümmügül Dinler doğdu.
23.10.2005 Tarihinde torunum Rahime Ataş doğdu.
01.01.2008 Tarihinde torunum Hiranur Ataş doğdu.
13.07.2014 Tarihinde torunum Belinay Ataş doğdu.
25.07.2006 Tarihinde torunum Abdulsamet Yalçın doğdu.
27.11.2008 Tarihinde torunum Ayşegül Yalçın doğdu.
26.11.2010 Tarihinde torunum Yasin Ataş Almanya’da doğdu
01.11.2013 Tarihinde torunum Sümeyye Ataş Almanya’da
doğdu.
07.12.2016 Tarihinde torunum Zeynep Ataş Almanya’da doğdu.
04.12.2020 Tarihinde torunum (Nisa Ataş) Almanya’da dünyaya geldi
17.11.2018 Tarihinde torunum Aylin Ataş doğdu.
21.11.2018 Tarihinde torunum Merve Öcal doğdu.
18.02.2019 Tarihinde torunum Ergül’ün kızı Nigar Gökçe doğdu.
03.12.2020 Tarihinde torunum Ergül’ün ikinci bebeği (Mehmet Şahin) Dünyaya geldi.15.04.2020 Tarihinde torunum Ergün’ün oğlu Erdem Sami Öcal doğdu.
-------------------------------------
     MİSAFİR AÇ KALMASIN:
     1978 yılında yaşlı bir dede Azaplıdan merkebine binerek Cerit’e radyosun tamir ettirmek için gelmişti. Yaşlı dede radyosunu Gölbaşı’nda yaptıramadığını söyledi. “Usta seni met ettiler, sana getirdim.” dedi. Radyoyu tamir ettim. “Usta ben gideyim.” dedi. Yemek saatiydi. “Azaplıya aç gidilir mi? Yemek yiyelim öyle git.” dedim. Dükkânı kapatıp eve çıktık. Hanımın misafirden haberi yoktu. Benim için üç tane yumurta pişirmiş, sofraya getirdi. Ben bir lokma alıp çekildim.
         Dede “Ustam neden yemedin?” deyince “Hanım pişirmiş amma benim yumurta ile aram iyi gitmez.” dedim. “Sen ne anlayışlı ustasın. Sofraya gelen üç yumurtayı ben yesem dede aç kalır, dede yese ben aç kalırım. En iyisi dede uzak yola gidecek. Karnın doyursun dedin değil mi?” dedi “Evet doğrusunuz.” dedim. Dede şakacı biriydi yemekten sonra Şimdi dede uzak yola gidecek kızım dedeye ceviz bastık sucuk ne varsa vereyimde giderken yesin diyor dedi. Tamam dede hanımda aynısın düşünüyor dedim. Ve dedeyi dediği şekilde uğurladık. Ancak adını sormaya unuttum onada üzüldüm. Sonra öldüğünü öğrendim çok çok üzüldüm Allah rahmet eylesin...
       NASIL KARŞILANDIM:
       Yıl 1966. Sazımı omzuma takıp Elbistan içmelerine gittim. Burada iki tane içme var. Biri Aşağı, diğeri yukarı içme. Yukarı İçmede iki köylüme rastladım. Beni misafir aldılar, Sazımı içeri koyup köylülerimle çarşıya çıktık. Halk arasında “İçmeye bir âşık gelmiş daha da gençmiş durmadan çalıp söylüyormuş.” diyorlar. “Bu âşık kimmiş?” diye bizlerde merak ettik. Çarşıda biraz gezdik, eve geldik. İki asker kapımızı çaldılar. “Buyurun.” dedik. “Burada bir âşık varmış.
       Biz o aşığı alıp karakola götüreceğiz dediler şaşırdık. “Suçu neymiş?” dediğimizde“Suçlu değil, askerlere türkü söylesin diye komutan istedi.” dediler. Yalnız gitmek istemedim. Köylülerimle bsraber cipe bindik karakola vardık. Hoşbeşten sonra sazıma akort verip irticalen Söze başladım. Komutan ve askerler memnun oldular. Saza söze ara verip dinleniyordum karakola iki adam geldi. “Aşığı kahveden istiyorlar.” dediler. Komutandan izin alarak kahvehaneye geldik. Kahvehane tıklım tıklım dolmuş aşığı bekliyorlardı. Kendi kendime düşündüm “Biz çarşıda gezerken lafı edilen âşık benimişim.” dedim. Sazımı kılıfından çıkartıp kahvehane halkına ilk olarak aşağıdaki dörtlüğü irticalen söyledim,
 
                 Merhabalar hey insanlar,
                 Bu kahveye hoş geldiniz.
                 Canım kurban size canlar,
                 Bu topluma hoş geldiniz.
 
       Halka hoş geldiniz dedikten sonra rahmetli Âşık Mahzuni’nin türkülerinden çalıp söylemeye başladım. Kahvehanede bulunan bazı insanlara övgüler, taşlamalar söyledim. Sazımı kılıfına koyarken garson çay tabağını aldı. Kahvehane Halkından para toplamaya başladı. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaştığım için çok zoruma gitti. İrticalen sözlerimi garsona çevirdim.
 
                    Beni dinle garson gardaş,
                    Gel toplama bu parayı.
                    Biz kalkalım yavaş, yavaş,
                    Gel toplama bu parayı.
 
         Ne kadar söyledimse garson beni dinlemedi. Halktan toplanan para çoktu. Ömrümde ilk defa böyle bir para görmüştüm. Fakat çok utandım. Kahveci “utanacak ne var bu senin hakkın”dedi. Eve geldik. İki köylümle parayı bölüştük. Arkadaşlarıma “Beni burda rahat bırakmayacaklar.” Deyip geri tekrar Maraş’a döndüm. Ben geldikten sonra çok arayıp sormuşlar...
        NAZARA UĞRAMIŞTIM:
       Radyo televizyon tamirciliğimde nazara uğramıştım.
23 Mayıs 1983 tarihinde dış mahallenin birinden tanıdığım bir adam ufak radyosunu tamire getirdi. İki kişi daha radyolarını tamir ettirmek için bekliyorlardı. Bu arada bir müzisyen arkadaşın sazının ses cihazı bozulmuş onu tamir ediyordum. Cihazı tamir ettim sazı cihaza bağladım bir iki tıngırdattım. O anda ufak radyonun sahibi yanındakilere Allah bizi dağdaki bir ot gibi yaratmış şuna bakar mısınız dedi? Ben o an saz elimde donarak hareketsiz kaldım. “Ali çalsana diyorlardı."
       Konuşulanları duyuyordum. Fakat seslenemiyorum hareket edemiyordum. Donmam bir dakikadan fazla sürdü. Kendi kendime biri gelse de bana dokunsa derken birdenbire silkinip kendime geldim. Adamın radyosun masadan kaptığım gibi kafasına fırlattım aşağı eğildi ve kaçtı. Radyo duvara değip parçalandı. Diğer arkadaşlar "Ali hayırdır noldu dediler" adamın ağzından ot kelimesi çıkar çıkmaz dondum dedim şaşırdılar. "Adamın sana nazarı değdi dediler" Ben o gün gerçekten nazarın olduğuna inandım. O gün bu gün nazardan korkarım. Yıllar sonra adamla bir defa çarşıda uzaktan karşılaştık görünce hemen yol değiştirdim. İkinci bir defa daha karşılaştığımızda adam beni görünce aniden
Geri döndü…
       ODUNSUZ KALDIK:
       O yıllarda köye en az üç dört metre kar yağardı. İlkbaharda taşıdığımız odun kış ortasında biterdi. Yakacak odunumuz kalmazdı. Şimdiki gibi kömür filan yoktu. Karda kışta babam elime baltayı tutuşturur,“Oğlum git karşı ormandan odun Kes getir.” derdi. Öksüz Dağı’nda sahiplendiğimiz beş on tane kamalak ve ardıç ağacımız vardı. Ormandan gücümün yettiğini keser, odunu dalların üzerine koyup karın üzerinde sürüyerek Uludere’ye indirirdim. Uludere den odunları sırtımla eve getirirdim. Odamız ve sobamız yoktu. İri odunları ocakta yakar, tüm aile ateşin çevresine toplanır ısınırdık...
       OKUMAK İSTİYORDUM:
       Öğretmenim okumamı istiyordu. Okul masraflarımı
Karşılayacağına söz verdiği halde anam babam beni okula göndermedi. Aradan kırk dört yıl geçmişti. Öğretmenim bir akşamüstü telefonla beni aradı. İlk kelimesi“Ustam nasılsınız?” dedi. Öğretmenimmiş tanıyamadım. “Asker arkadaşım mısınız?” dedim. “Yok!” dedi. “Peki, siz kimsiniz beni nerden tanıyorsunuz? Dedim. Sizinle nerede konuşmuştuk?” dedim. Bana “1960’lı yıllara git belki hatırlarsın.” dedi.
       Yine tanıyamadım. İsmini sordum “İsmim Ali” dedi. “Soyadınız asker mi?” dedim. “Evet” dedi. Öğretmenim olduğunu öğrendim. Konuştuk. Cerite hanımıyla ziyaretime gelmişlerdi. Sevincimden uçuyordum. Telefonda muhabbetimiz yıllarca devam etti. 14 Mart 2020 tarihinde vefat etti. Kendisine rabbimden rahmet diliyorum ailesine baş sağlığı ve sabırlar diliyorum. Ben ilkokuldan sonra okuyamadım amma çocuklarımın biri ticaret lisesini bitirdi. İkincisi ticaret lisesinden terk, diğer üçü en az liseyi ortaokulu bitirdiler...
      OTEL ARADIK:
      27 Kasım 1968 tarihinde askere gittim. Kahramanmaraş askerlik şubesinden beş arkadaş sülüslerimizi aldık trenle gideceğiz. O günün şartlarında şehirlerarası otobüs yolculuğu yoktu şimdiki gibi hızlı tiren yoktu. Narlı’ dan kara vagonlara bindik. 15 saat sonra gece saat 01 de Sivas'a indik. Çarşıya geldik. Çarşının bir tenha yerinde yolculuğumuzdan kalan çekirdekleri yiyerek kabukları ve kâse kâğıdın oraya attık. Yorulmuştuk. “Gidip bir otelde yatalım.” dedik. Bir kaç yeri gezdik otel bulamadık. Aynı yere tekrar geldik. Sivas’ı pek bilmediğimiz için gecenin o saatinde otel soracak kimse yoktu. Bir taksi geçiyordu, durdurduk. “Bizi bir otele götür.” dedik. 5 kişiyiz taksici bizi aldı epey gezdirdikten sonra “İnin otel aha şurası” dedi. Taksi şoförüne iki yüz elli kuruş verdik. Az önce çekirdek yediğimiz yere tekrar gelmişiz. “Arkadaşlar burası az önce çekirdek yiyip poşetini attığımız yer dedim. “A! Evet.” dediler. Meğerse otelin önündeymişiz de birimiz başımızı kaldırıp yukarı bakmamışız. “Vay be! Şu taksicinin bize yaptığı kalleşliğe bak dedik. Otele girdik 2 saat kadar uyuduk adam başı 25'er kuruş verip otelden ayrıldık…
      OSMAN’DAN KORKARDIM:
      Osman ile beraber İmam Hasan’da okuyorduk. Sağ ayağı dizinden kesilmişti. “Senin dizine ne oldu?” dediğimde “Dizimde tavşan saklıyorum. Elini ısırmasın.” dikkat et dedi. Dizini salladı. “Bak tavşan canlı dikkat et.” dedi. Tavşanın bile ne olduğunu bilmiyorum. Uzaklaştım. İkide bir beni gördüğü yerde dizini sallar “Tavşan geliyor” deyip beni korkuturdu. Osman'ı gördüğüm yerde kaçıyordum. Ben kaçtıkça elinde değneği tek ayağı ile koşarak gelirdi. Hocaya şikâyet ettim. Hoca Osman’a iyi bir dövdü. Osman bir daha benimle uğraşmadı. Vefat etmiştir kendisine rahmet diliyorum...
      OYUNCAK ARABA 1:
      Evimizin üst yanı yüksek bayırdı.Tahtadan üç tekerli araba yapar önün arkasın sağını solunu küçük ampullerle ışıklandırır geceleri yokuştan aşağı binerdim. Mahallenin çocukları toplanır beni seyrederlerdi. Babam bir gün arabamı sakladığım yerden bulup kırmıştı. Ağlıyordum. Işıklandırmaya çok para vermiştim. Her ne yaparsam babam karşı çıkardı. Siz anneler, babalar çocuklarınızı aşırı baskılarla terbiye etmeyin...
      OYUNCAK BİSİKLET 2:
      Çocukluğumda köyün muhtarı Ali Onaran bisiklete binerdi. “İki teker üzerinde nasıl gidiyor?” diye merak ederdim. Bisikletin yapısını inceleyerek bisiklet yapmayı kafama koydum. Sağlam olsun diye meşe ağacı kullandım. Tekerleri bisiklet tekeri kadar büyük olmasa da normal büyüklükte yaptım. Döleklerde pek yürütemezdim. Tepelere götürür, yukardan aşağı Binerdim. Fotoğraf makinem vardı. O zamanlar aklıma gelse de yaptığım Oyuncakların fotoğraflarını çekip saklasaydım. Birkaç gün bindim. Babamın korkusundan bisikletimi eve koymazdım. Diğer oyuncaklarımı kırdığı gibi bisikletimi de kırardı. Yine bir gün biniyordum. Rastladı “Sen hiç akıllanmaz mısın?” deyip vay benim babam bisikletimi kırıp ateşe atıp gözümün önünde yaktı beni çok ağlattı. Babama rahmet diliyorum nur içinde uyusun...
       OYUNCAK RADYO 3:
       Çocukluğumda biraz hareketli, birazcıkta densizmişim. Amma gördüğüm bir şeyi hemen uygulamaya koyardım. Amerikanın köye verdiği radyodan esinlenmiş olmalıyım ki çamuru katılaştırıp, dört köşe yapıp, radyo şekline getirdim. Önüne dört tane düğme ve bir cam uydurup güneşe kurumaya bıraktım. Bir gün sonra, mahalle çocuklarını başıma toplayıp  Radyoyu açar, haberleri verir, türküler söyleyerek, arkadaşlarıma dinletirdim. O zaman benim bu merakımı gören büyüklerim “Sen büyüyünce iyi bir radyocu olursun.” demişlerdi. Gerçekten 37 yıl sonra iyi bir radyo tamircisi oldum...
      OYUNCAK DEĞİRMEN 4:
      Eskiden köyde beş tane su değirmeni vardı. Değirmenlere giderek inceleme yapardım taşların yapılışını, değirmenin nasıl Döndüğünü nasıl durdurulduğunu incelerdim. Taşları döndüren çarkı çam kabuğundan, oluklarını kavak kabuğundan, taşlarını iki santim kalınlıkta tahtadan hazırladım. Evimizin önünden su arkı geçerdi. Arkın altına önce değirmenin evini yaptım. Taşlarını sırayla yerlerine koydum.
      Her şey dört dörtlük oldu. Değirmen için arktan biraz su bölüp Görenler bunu nasıl yaptın deyip şaşırıyorlardı. Bazen tek tek, bazen üçünü birden döndürürdüm. Komşumuz Vali lakaplı Mustafa Kekil amca vardı. O an tarlasını suluyormuş, su azalınca küreğini alıp suyu takibe gelmiş. O sırada benim değirmenin taşları dönüyordu. Sevincimden hopluyordum. Önüme bir insan gölgesi düştü. Başımı kaldırıp baktığımda Vali Amca başucumda duruyordu. “Ali niye suyu kestin?” dediğinde
       “Görüyorsun değirmen döndürüyorum.”Dedim. Değirmenimi baştan ayağa inceledi.“Ne de güzel olmuş. Artık bizlerde unu bu değirmende öğütelim.” dedi. “Bu oyuncak değirmen un öğütmez.” dedim. “Benim tarla suladığımdan haberin yok mu?” dedi. “Yoktu!” dedim. “Şimdi sana değirmen döndürmeyi gösteririm. Amma şurada komşuyuz.” dedi ve değirmenin suyunu kesti. “Sakın suyu bölme bölersen. Gelir bu defa değirmenini yıkarım.” dedi. Bundan böyle arkı takip ederek tarla sulayan varsa suya dokunmazdım. Su boşa akıyorsa değirmeni döndürürdüm..
       ÖLÜR DEMİŞTİ:
       1962 yılında pamuk toplamak için annem, ben ve kardeşim Mehmet üç kişi Adana’ya pamuk toplamaya gitmiştik. Yanımızda Doktor lakaplı Engizek’li bir amca vardı. Bir gün rahatsızlandım. Anam “Doktor bizim Ali rahatsız. Bunu bir muayene et.” dedi. Doktor yanıma geldi. Neremin ağrıdığını sordu.“Başım ağrıyor, karnım ağrıyor.” dedim. Kulağını sırtıma koyup dinledi. “Nefes al ver.” dedi. Anama döndü.
       “Fadime buna ilaç yazsam da fayda vermez. Bu çocuk ölür.” dedi. Ağlamaya başladım. “Ağlasan da öleceksin, sızlasan da öleceksin.” dedi. Anam Doktor amcaya kızdı. Doktor “Hiç kızma bu çocuk vallahi ölür billahi ölür ben gerçekleri hastamın yüzüne söylerim.” dedi. Meğerse adamın lakabı Doktor’muş. Bizimle dalga geçermiş. Benim gibi safları bulunca dalga geçermiş. Sonradan anladım ki mutlaka öleceğiz. Deyip öyle rahatladım...
       PİLAV PİŞİREMEDİM:
       Ufak çocuktum yayladan annemle köye gelirdik. Başım ağrırdı. Köyde Kerem isimli bir yaşlı hoca vardı. Annem bana muska yazdırmak için hocaya gitti. “Oğlum bir pilav pişir. Geldiğimde yeriz.” dedi. Pilav pişirmeyi bilmiyordum. Ocağa bir tava su koydum. Kaynamadan bir tepsi bulgur koydum. Pilavı pişirdim. Soğuyunca yağladım. Pilavın tadı yok. Anam bunu beğenmez dedim götürüp dereye döktüm. Anam gelene kadar üç tava pilav pişirip götürüp dereye döktüm. “Acaba yağ az mı oluyor, tadı yok.” Dedim.
       Bu defa yağı birden bitirdim. Yine tadı yok. O pilavı da döktüm. Velhasıl bir tas tereyağını da bitirdim. Anam geldi. “Hani pilav.” dedi “Pişirmedim.” dedim. Bana kızdı. Kendisi ocağa su koydu. Suyu kaynattı, biraz tuz attı. Anladım ki pilava tuz atmazmışım. Pilavı pişirdi. Yağlayacak bu defada yağ yok. “Yağı nettin?” dedi. “Dolap açık kalmış kedi yemiş.” dedim.
       “Bu kedi işine benzemiyor nettin yağı söyle” dedi. Dolap deyince buzdolabı sanmayın rafın kenarında bir tahta dolap. Başım çok ağrıyordu birde anam dövdü. Pilavı yavan yedik çünkü acıkmıştık. Muskayı başıma taktı. O anda kafamda ağrı acı kalmadı. Anamdan dayak yedimse başımın ağrısı da geçti. Aslında bunlar batıl inançlardır...
       RADYODA GÖZÜKECEK
       Yıl 1957 11 yaşımdayım 2 ineğimiz 2 öküzümüz 1
Merkebimiz vardı. Sığır çobanıydım komşu çocuklarıyla beraber kimimiz sığır kimimiz davar güderdik. Bir gün söz radyodan açıldı kendi aramızda konuşurken arkadaşımızın biri sandık büyüklüğünde bir radyo çıkacak o radyoda Ankara’da konuşan türkü söyleyen içinde gözükecek dedi. Buna hiç birimiz inanmadık. Güldük geçtik. Aradan epey yıllar ve zaman geçti televizyonlar çıktı. O günkü arkadaşımızın dedikleri yıllar sonra gerçek oldu demek ki o arkadaşımız bu sözü bir büyüğünden duymuş olmalı...
       RADYOCULUK ÖĞRENDİM:
       Elektronik kitaplar okuyarak usta yanında çalışmadan radyo tamirciliğini kendi kendime bir yıl içinde A dan Z ye öğrendim. Köyde elektrik yoktu. Piyasada gazyağı ile çalışan gaz ocağı vardı. Bu ocakta demir ısıtarak radyonun lehim işlerini yaptım.
       Ve yeni radyolar imal ettim. 1984 yılında köye elektrik geldi. Radyoculuğun yanı sıra televizyon tamirciliği ile ilgili kitaplar alıp okuyarak kendi kendime televizyon tamirciliğini de öğrendim. Radyoyu yapıyorum neden teyp yapmıyorum dedim. Teyp’in mekanik kısmını piyasadan aldım. Diğer ses devrelerini kendim işledim. Teybin dış kabinin kontaplekten yaptım. Bir tanede plaklı teypli radyo yaptım.
       Hem plak, hem radyo teyp üçü bir arada aletler yaptım. Radyoculuğa yeni başladığımda, Bir köylümün radyosun bozmuştum. On dört yıl aradan sonra köylümün evine gittim. “Bozduğum radyo ne oldu?” dediğimde “Dolapta duruyor.” dedi. “Radyonu ver, yapıp geleyim.” dedim. Radyoyu alıp dükkâna getirip tüm iç aletlerin yeniden işledim. Radyo eskisinde daha güzel oldu. Sahibine götürdüm. Borcunu sordu. “Borcun yok. On dört yıl sonra vicdan azabından kurtuldum.” dedim...
       RADYO VERİCİSİ YAPTIM:
       Okuduğum kitapların birinde radyo verici devresi dikkatimi çekmişti. Bu şemayı işledim, çalıştırdım bazı değişiklikler yaparak vericinin gücünü 30 kilometreye çıkardım. Köyde elektrik yoktu. 12 adet yuvarlak büyük pille çalışıyordu kısa dalgadan yayın yapmaya başladım.1982’lerde Cerit Halk’ının yüzde altmışı öksüz dağı’na çam dikmeye giderlerdi. Günlük kısa dalgadan iki saat müzik yayını yapardım. Herkes yayınladığım müzikleri dinlerdi. Yayınıma 2000 yılına kadar devam ettim. Birileri beni karakola şikâyet etmiş. Karakol ifademi alıp mahkemeye sevk etti. Mahkeme iki yıl sürdü. Her hangi bir suçumun olmaması nedeniyle hâkim mahkemeyi 5 yıl erteledi. Kanunsuz iş yaptığımın sonradan farkına vardım...
       RÜYA MESELESİ:
       Günlerdir FACE’de bir bayanın rüyası dolaşıyor. Rüyasında Peygamber (s.a.v) efendimizi görmüş hem de iki defa. Rüyasını bir imama anlatmış oda canlı vido ile halka anlatıyor. Hocayı baştan sona dinledim. Dinleyenleriniz olmuştur. Peygamberimiz (s.a.v) efendimiz bayana sumak ekşisinin Korona hastalığını iyileştirdiğini söylemiş. İnanılır bir şey değil. Keşke iyileştirse. Ben inanmıyorum. Ancak sıvı sumak şekeri 2/3 saat içinde
30.40 derece düşürüyor buna şahit’im çünkü denedim arada sırada içiyorum. Peygamberimiz (s.a.v) efendimizi görmek her kula nasip olmaz. Ben yıllar önce gördüğüm bir rüyamı sizlere anlatayım.
       11 yaşındayım 13 Mayıs 1957 bu tarihlerde Biçmolukta otururduk. Bizim evden 200 metre aşağıda karaardıcın yazısında tarlalar bağlar vardı bağın 20 metre dışında tarlada çok büyük bir ardıç ağacı vardı rüyamda ardıcın altında oturuyordum aşağıdan yukarı
       Ali isminde bir amcamız geldi. Ali burada ne oturuyorsun dedi. Bende öylesine oturuyorum Ali amca dedim. Çok eğleşmedi yanımdan ayrılırken sağ tarafa dön bak Peygamberimiz (s.a.v) efendimizi göreceksiniz. Dedi dönmeme kalmadı sağ yanağımdan öyle bir sille yedim ki ağlayarak uyandım kalkıp oturdum. Anam ve babam uyandılar. Noldu dediler bende biri bana vurdu dedim babam kızdı kim vuracak düş görmüşsün oku üfür yat dedi.
      Sabahleyin kalktım elimi yüzümü yikadım yemek yiyeceğiz anam suratına noldu dedi? Nolmuş dedim suratımda beş parmağın izi belliymiş. Sıcak suyla ne kadar yikadımsa bir hafta parmakların izi yüzümden kaybolmadı. Anam babam şaşırdılar oğlum bu ne deyince gece size söyledim biri bana vurdu dedim inanmadınız. Deyince anam kimseye söyleme yüzüne noldu derlerse anam vurdu de dedi.
       Kimseye söylemedim. 1966 yılında Maraş’a gittim. O zamanın Maraş müftüsüne bu rüyamı anlatayım dedim Müftülüğe gittim. Müftü beye rüyamı olduğu gibi anlattım bana namaz kılıyor musunuz dedi? Yok dedim. Oğlum Peygamberimizi (s.a.v) görmek her kula nasip olmaz. İyi ki görmemişsiniz dedi. Hocam görsem ne olurdu deyince oğlum o cemali görseydiniz aklınızı kaybeder mecnun olurdunuz dedi. Müftü beye hocam keşke o cemali görsem de mecnun olsaydım dedim...
       SAĞLIK SORUNLARIM:
       2006 Yılında tansiyonla tanıştım. 2009 Yılında şeker hastalığı ile tanıştım. 2007 Yılında sağ gözümden katarakt ameliyatı oldum. Ameliyat 55 dakika sürdü. 2008 Yılında sol gözümden ameliyat oldum. Ameliyat 13 dakika sürdü. 2019 Yılında sağ gözüm tamamen görme yeteneğini kaybetti. 2017 yılı başlarında perkinson ile tanıştım. 2018 yılı başlarında prostat ile tanıştım. Allah’a şükür bu güne kadar ciddi bir rahatsızlık geçirmedim. Bundan sonrası bizi yaratana kalmış ne verirse çekmek zorundayız...
       SAÇLI SAKALLI SANMIŞTIM:
       Bir köylümüzün evinin su tesisatını yapmaya gittim. Evin hanımı beni tanımazmış. Fakat Âşık Ali kimdir diye merak edermiş. Eşi “Âşık Ali hoş geldin” dediğinde hanım eşine sordu. “Âşık Ali dedikleri adam bu mu?” deyince eşi “Evet hanım. Neden sordun?” dedi. “Âşık Ali, Âşık Ali diyorlardı. Bende saçlı sakallı biri sanmıştım.” Daha genç imiş dedi...
        SAFMIŞIM
       Çocuk iken safın tekiymişim. 1. Konu Bazen anama sorardım ana beni nereden aldınız? Dediğimde oğlum seni bir leylek getirip evimizin önündeki gozun başına bıraktı baban çıktı seni oradan aldı geldi derdi. Leylek nedir dediğimde ayakları uzun kanatları iri bir kuştu derdi. Hemen inanırdım. 2. Bir konu ara sıra yer oynardı ana ne oluyor? Dediğimde yavrum yerin altında iki tane sarı öküz var onları bünelek tutuyor başlarını sallıyorlar o yüzden yer oynuyor derdi bende inanırdım. 3.Konu geceleri bazen ay tutulurdu köylüler teneke çalardı sala verirlerdi silah sıkarlardı. Ana bu ne oluyor dediğimde çocuğum Ay’ı yılan yutmuş yılanı korkutup ay’ı bıraksın diye köylü gürültü yapıyor derdi. Bende inanırdım. Hey gidi günler gerçekten ne kadar safmışım ben...
       SITMALI PINAR:
      Temmuz günlerinde insanları sıtma tutardı. Bir gün beni de sıtma tuttu, titriyordum. Hastalığın ne olduğunu bilen yoktu. Adına sıtma diyorlardı. İlaç yok, doktor yok. Sıtma hastalığının tek bir tedavisi var. O da sıtmalı pınar’a gidip duş almak pınar büklüce denilen yerdeydi. Anam beni bu pınara gönderdi. Soğuk suy ile bir duş aldım. Gerçekten iyileştim. Sıtma tutan kişiler bu pınar da duş alınca iyileşirlerdi. Ben bu hastalığı yaşadım. Tedavisinde sıtmalı pınar’da buldum...
        SIRTIMIZDA TAŞIDIK:
       Kışın kar çok yağardı. Yollarımız kapalı köyde hastalanan insanlar iyileşmeyince İki ağacı sedye yapıp,İki üç metre karın içinde hastayı sırtımızda söğütlü durağına götürür tirenle Maraş’a gönderirdik. O tarihlerde köyde komşuluk, dostluklar vardı. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi, insanlarda hatır gönül vardı. Komşunun başına bir iş gelmişse onu kurtarmak için köylü seferber olurdu. Hastalar yoklanır, yoksullara yardım edilirdi. Günümüzde bunlar unutuldu. Komşuluk kalmadı. Kimse kimsenin umurunda değil...
       SİGARAYA BAŞLAMIŞTIM:
       Yıl 1955 ben dokuz yaşındaydım. Ahmet abim askerden gelirken hiç unutmuyorum üzeri eli silahlı asker resmi vardı babama asker sığarası getirmişti. Babam içiyorsa bende içerim dedim.1 paket sigarayı gizli, gizli bir günde içtim. İkinci paketi cebime aldım bahçe sulamaya giderken etrafıma bakarak içip gidiyordum. Komşumuz Bertiz’li Ali varıdı eskiler tanırlar. Uzaktan sigara içtiğimi görmüş. Yolun kenarında ki aşılak ağacının köküne saklanmış ben yaklaşınca aniden önüme çıktı şaşırdım. Rahmetli (kuzum) diye konuşurdu "kuzum sigaramı içiyorsun dedi" seslenmedim? Sigara avucumu yakıyordu. Bir daha sordu yok dedim. "Aç bakalım elini dedi." Açtım sigara avucuma yapışmış avucun yanmış "eyvah (kuzum) günahında kaldım dedi." Babamdan çok korktuğumu biliyordu. "Seni babana şikâyet edeceğim" deyince ağladım.
      "Ağlama bir daha içmeyeceğine söz ver seni babana demeyim dedi." Söz verdim bana yemin ettirdi o gün bu gün bir daha sigarayı ağzıma almadım. Hatırası avucumda saklı, her görmeme dualar ederim. Bertiz’li Ali Amcam nur içinde yatsın topraklar onu sıkmasın. Bunu niye sizlere anlattım derseniz? Dün birinci sınıfa giden bir erkek öğrenci evimizin önünden sigara içerek gidiyordu. Yeğenim kaç yaşındasın dedim on bir dedi Öğretmen’iyin adı ney dedim demedi?
       Sigara haram niye içiyorsun dedim sana ne parasını sen mi verdin dedi? Söyleyecek söz bulamadım. Seni annene babana öğretmenine şikâyet ederim dedim. Nerdeyse bana sövecekti. "Sen ne öğretmenimi nede annemi babamı tanımazsın dedi." Sen beni tanıyor musun dedim? "yok dedi." Annelere babalara sesleniyorum lütfen bu yaşta kız veya erkek olsun evlatlarınıza sahip olun. "Ağaç yaş iken eğilir" Sayın öğretmenler sizlerde arada bir öğrencilerinizi takip edin mutlak takiptesiniz de, öğrenciniz sigara içiyorsa onu ikaz edin uyarın bir daha içmesinler. Zaman gelir ileride dualarını alırsınız. Herkese sevgi ve saygılar sunuyorum...                                                        
       SİNEMAYA GİTTİK:
      Pamuk toplama işi bittiğinde Adana’dan Maraş’a geldik. Bir gece Maraş’ta Arnavutlar Garajında yattık. Yarın akşam anam, ben ve kardeşim üçümüz bir sinemaya gittik. Biletleri aldık, içeri girdik. Sinemanın ne olduğunu bilmiyorum. Filmi daha iyi görelim diye en öne oturduk. Film başladı. Beş on dakika kadar seyrettik. Birden bire kavgalar, vurup kırmalar başladı. Karşıdan gelen atlılar üzerimize yürüyor sandım. Bağırarak anamın dizine yattım. “Ana kurtar, atlar bizi tepeleyecek, adamlar bizi dövecek.” Dedim. Anam “Korkma onlar canlı değiller.” dediyse de beni ikna Edemedi. Filmi seyretmeden sinemadan çıktık. Verdiğimiz paralarda boşa gitmiş oldu...
       TAKVİM YAPTIM:
       Kerem Salman askerden yeni gelmişti kolunda takvimli kol saati vardı. Dikkatimi çekti. Saati alıp epey inceledikten sonra Eve geldim. Dört köşe 30x30 boyutunda bir kontaplek tahtası hazırladım. Tahtanın üzerine ayrı bir levha yaptım. Takvim yapraklarının numaraların keserek birden otuz bir'e kadar günleri yapıştırdım. Üzerine kartondan kapak yaptım. Ayın ve rakamların gözükeceği şekilde bir köşesine, delik açtım.
        Kenardan her gün çevirir O günü o delik den görürdük. Babamın korkusundan takvimi bir müddet komşuda sakladım. Bir gün alıp eve geldim. Babam bana kızarak “Sen hiç rahat durmaz mısın? Yine ne yaptın?” deyince “Eve bir takvim yaptım.” dedim. “Hani bakayım nasıl yapmışsın.” dedi. Kırma diye yalvardım. Babam takvimi epey bir müddet inceledikten sonra “Böyle devam edersen ileride bilim Adamı olursun.” dedi. Kırmadığına çok sevindim. Takvimi bir müddet evde kullandık...
      TELESEKRETER YAPTIM:
      Dükkânımda olmadığım zaman gelen aramalara cevap vermesi için telesekreterli telefon yaptım. Bu cihazı sadece duymuştum. Numaram arandığında nasıl açılıyor? Arayana nasıl cevap veriyor, nasıl kayıt yapıyor diye Haftalarca düşündüm. Kafamda tasarladım. Bir telefon kiti, bir merdiven otomatiği devrelerin birleştirerek gelen aramalara cevap verip, kayıt yapması için mikro kasetli bir teyp kullandım. Orijinali gibi telesekreter yaptım. O tarihlerde köyde elektrik yoktu. Telesekreteri pil ile çalıştırdım. Bu cihazı iş yerimde sekiz yıl kullandım. Sonra bir subay arkadaşıma hediye ettim o da ne yaptı bilemem...
      TELEVİZYON ALDIM:
      Köyde elektrik yoktu. Çağlayancerit’e ilk televizyonu ve jeneratörü ben getirdim. Televizyonda ilk defa canlı bir insan görecektik. O tarihlerde televizyon akşamları azami bir veya iki saat yayın yapardı. Sonra yayın saatleri çoğaldı. Yayın başlarken ekranda yuvarlak bir resim olurdu. Yayın başladı. Adamın başı aşağı, ayağı yukardaydı, şaşırdım. O gün televizyonu ters çevirip öyle seyrettik. Yarın oldu televizyonun arka kapağını açtım. Aletleri incelerken ekranın boynunda bobinin yerinden oynadığını gördüm. Bobini eski yerine getireyim derken elektriğe çarpıldım. Elektriği kapatıp bobini sıkıştırdım, bir müddet seyrettik. 1977/1978 yıllarında istiklal mahallesinde bir yer kiralayıp çay ocağı açtım. İki yıl kadar çalıştırdım. Daha sonra başka bir arkadaşa devrettim...
      UÇURTMA UÇURDUM:
      İlkbahar aylarında Biçmeoluk’a göçerdik. Burada taş duvarlı özeri mertek ve çapkılı toprak örtülü tek katlı bir evimiz vardı. Bir tarafında sığırlarımız, diğer tarafında biz yatardık. İlkokulda iken çok dengeli uçurtma yapardım. Bir gün yaptığım uçurtmayı babamdan izin alarak yüz metre ip ile uçurdum. Çok zaman evimizin önünden ve yakınından jet uçakları geçerdi. Bazen enginden giderler pilotlar bize el sallarlardı.
       Bir gün uçak hızlı bir şekilde geçti. Peşinden uçurtmamın parçaları yere döküldü, şaşırdım. Babam bana döndü “Yaptığını beğendin mi? Uçak uçurtmaya çarptı. Şimdi geri dönüp harmana inip seni alır götürürlerse ne yaparsın?” dedi. İyice korkmuştum, Ağlamaya başladım. Babam uçağın harmana inemeyeceğini biliyormuş. Bana döndü “Ağlama uçurtmanın ipi koptu yere düştü. Buraya uçak inemez rahat ol.” dedi. Öylece rahatlamış oldum...
       VAAZ HOCASI OLACAKTIM:
       1955 yılında köyümüze Seyit Çelik isimli Kayserili bir vaaz hocası gelirdi. Köylü yediden yetmişe hoca gelirken hocayı karşılamaya giderdi. Her sene Ramazan ayında gelir, bir ay boyunca Keziban Hatun Camisinde vaaz ederdi. Hocanın ünü bir anda çevre köylere de yayıldı. Köyde namaz kılmayan insanlar bile namaz kılmaya başladılar. Hocanın vaazın dinlemek için camide oturacak yer bulamazdık.
         Hocanın ünü komşu köylerece yayıldı. Komşu köylerden bile gelenler olurdu. Hoca o gün vaazının birinde insanoğlunun aya gideceğini söylemişti cemaat şaşırmıştı. Gün geldi 15 yıl sonra Amerika aya indi. Ben bu hocadan çok etkilenmiştim. Birinci hedefim dini dersler alıp vaaz hocası olmaktı. Bende okuyup bu hoca gibi vaaz hocası olacağım derdim. İkinci hedefim iyi bir ressam, olmaktı. Bir gün İkindi namazının ardından Kur’an-ı Kerim’den bir bölüm ezber okudum. Okurken tökezledim. Camiden çıktık. Ayakkabılarımı giyerken kulağımı bir çeken oldu. Baktığımda cemaatten bir yaşlı adam
       “Sen kimin oğlusun? Hocan kim?” dedi. Cevap vermeme kalmadan adamdan bir tokat yedim. İkinci tokatı yemeden adamın elinden kaçtım. Yaşlı adama kızarak okuyup vaaz hocası olmayı kafamdan silip attım. Bu adam benim vaaz hocası olmama engel oldu. Namaz kılmayı, Kur’an okumayı bıraktım. Yıllar sonra yaptığım yanlışın farkına vardım amma iş işten geçmişti. Cami cemaatinden rica ediyorum. Camiye gelen çocuklara kaba davranmayın. Tatlı dille hatalarını düzeltmesini söyleyin. O yavrunun kendisine çizdiği yoldan alı koymayın. Gün gelir bedduasını alırsınız. Çünkü ben o amcaya o zaman çok beddua eyledim...
       VEBALI TUTMUŞTU:
       Amcamın Öksüz Dağı yamacında iki katlı taş duvarlı üzeri topraklı bir evi vardı. Yaz kış orada otururdu. Davarı, koyunu çoktu. Evin yanında su yoktu kış günü kar eriterek davarlarını sulardı. Evin etrafında tarlası, bağı, ormanı vardı. Ara sıra amcama giderdim. Çocuklarıyla orada yatardım. O yıllarda kar çok yağar, amcam kamalak ve ardıçlarına altına cırık düşürmek için habban kurar, günde en az on tane cırık yakalardı. Yengeme börek yaptırırdı. Hep beraber yerdik.
        “Amcamın bir sürü güvercinleri vardı. Güvercinlerden iki tanesi akşam yuvasına dönmezdi. Bir gün o güvercinleri yakaladı. Kış günü kanatlarını tek, tek kopardı, tüylerini de yoldu. “Hadi bundan sonra git bakalım gidecek misin?” dedi. Güvercin uçamadı bir gün sonra donup öldüler. Aradan iki gün geçti. Amcam davarlara dal keserken sol gözüne bir dal parçası değdi. Maraş’a doktora gitti. Gözü tamamen görmez olmuş, o gözünü almışlar. Amcam, “Güvercinlerin günahı beni tuttu kör oldum.” derdi...
       YAYAN GİDERLERDİ:
       Babam ve köylünün birçoğu senede bir defa alışveriş için yürüyerek Maraş’a giderlerdi. Gidip gelmeler üç gün sürerdi. Bize elbiselik için karalı alaca siyah bir bez, birkaç kilo mercimek, pirinç, makarna getirirdi. Babamın getirdiği karalı alacadan anam ayağımızın ucuna kadar uzun bir fistan dikerdi. Belimize keçi kılından yapılmış siyah kuşak bağlardık. Atleti bilmezdik. Beyaz bezden birer tane atlet yerine köyneğimiz olurdu. Fistanın altından giyerdik.
        Söylemesi ayıp popumuzda kilotumuz olmazdı. Yazlık kışlık elbisemiz yoktu. Yazın da kışın da aynı fistanımızı giyerdik. Bir de şalvarımız olurdu. Elbiselerimiz kirlendikçe evlerde su olmadığı için anam ve köyün kadınları elbiseleri Keziban Hatun Camisinin yanındaki çevirmeye götürür, orada yıkarlardı. Teşt denen büyük leğende bizi çimdirirdi. Şimdi çimmenin adına banyo yapmak deniliyor. Teştten çıktığımızda yedek elbisemiz yoktu. Üzerimize bir bez veya çarşaf örter, ateşin başında elbiselerimizin kurumasını bekler elbise kuruyunca giyinirdik...
      YER OYNAMIŞTI:
      Yedi sekiz yaşlarımdaydım. Anam bir gün Ayşe halama ekmek yapmaya gitti. Beni de beraberinde götürmüştü. Üç beş kadın ekmek ederlerken bizde halamın torunuyla oynuyorduk. Birden bire büyük bir gürültüyle raflarda tepsi leğen kalmadı yere döküldüğü gibi damların üzerinde loğdurlar yere düşmüşlerdi.
      O sırada anam ekmeği bırakıp üzerime kapandı. “Bu gürültü neydi?” dediğimde “Korkma oğlum! Yer oynadı.” dedi. O günkü yer oynamasının etkisini bir müddet üzerimden atamadım. İkide bir soruyordum yine “yer oynayacak mı? Dediğimde oğlum korkma bir daha olmaz.” diyerek geçiştirirdi. Bu gün dahi o depremde korktuğumu unutmuyorum...
       YOĞURT DÖKMÜŞTÜM:
       14 yaşında idim Maraş’ta Hamallık yapıyordum. Bir kaç gün çalıştım. Bir gün sabah erken sebze halinde geziyordum. Bir adam geldi. İki külek yoğurt aldım. “Bizim eve götür.” dedi. Yoğurtları sırtıma aldım. Adam “Beni takip et.” dedi. Peşinden yürüdüm. Geri dönüp ardına bakmıyor, iyice yoruldum. “PTT binasının önünde dinleneyim.” dedim. Duvara sırtımı dayarken külekteki yoğurdun biri başımdan aşağı döküldü. Diğerinde de az bir yoğurt kaldı. Her tarafım bembeyaz oldu. Beni bu halde gören, çocuklar başıma toplanıp gülüyorlar ıslık çalıyorlardı. Bir adam düşen küleği sırtıma verdi yukarı doğru yürüdüm. Yoğurt sahibi yakınlarda gözükmüyordu. Adam biraz ileride oturmuş beni bekliyormuş. Beni görünce şaşırdı. “Sen yoğurdu mu döktün dedi. “Evet, döküldü.” dedim.
      “Hepsi mi?” dedi. Küleğe baktı birinin dibinde az yoğurt kalmış.“Bari bunu götür.” dedi. İt tepesi mahallesinde bir eve vardık. Kapıyı çaldı. Kapı açıldı. Avluda dört tane bayan ekmek yapıyorlardı. Beni görünce şaşırdılar. “Bey bu çocuğun hali ne?” Dediler. “Konuşmayın. Çocuk acıkmış. İki bazlama yapın.” dedi. Bayanlar bazlamaları yaptı. Kalan yoğurdu bir tepsiye koyup bana “ye” dedi. “Karnım tok.” dedim.
       Eline bir sopa aldı. “Zorla yiyeceksin.” dedi. “Dayak yiyeceğime yoğurdu yiyeyim.” dedim. Birkaç lokma aldım.“Yoğurdu bitir.” dedi. Hanımı kızdı. “Bey aklı başında bir hamal tutsaydın çocuğun. Ücretini ver de gitsin eziyet etme dedi. Ücrette filan gözüm yok ağlıyordum. Hanımına “Bu rızkın tamamladı. Bana bir kazma kürek getir.” dedi. “Ne yapacaksın kazmayı, küreği bey.” dedi. “Mezar deşip bunu diri diri avluya gömeceğim. Otuz kilo yoğurdumu döktü. Bari başka birinin yoğurdun dökmesin.” dedi.
       “Eyvah! Beni öldürecek.” dedim ve kaçmanın yollarını arıyordum. Kaçmam imkânsızdı, ağlıyordum. Evin her yanı kapalı, Yalvardım “Ne olur beni bırak.” Gidip para kazanıp yoğurdunuzu ödeyeyim dedimse dinlemiyordu. Halime acıyan bayanlar ekmek yapmayı bıraktılar. Beni kaçırmak için adamın üzerine çöktüler. Bayanın biri Yoğurt küleklerini sırtıma verdi. Kapıyı açtı. “Durma kaç!” dedi. Hem ağlıyorum, hem kaçıyorum. Dökülen yoğurt vücudumda kurudu. Beni rahatsız ediyor ve ekşi ekşi kokuyordum.
       Çarşıya doğru yürüdüm. Bu defa da mahallenin çocukları peşime takıldı. Arkam sıra ıslık çalarak beni takip ettiler. O tarihte Maraş’ın Belediye binası Ulu Cami’nin karşısında dört yol kavşağında idi. Kalenin dibinde yolun sağ tarafın da bir değirmen vardı. Çocuklardan kurtulmak için değirmene girdim. Değirmenci elinde ağaç küreği yarma dövüyordu. “Sen kimsin? Ne bu hal? Peşindeki çocuklar neci? Çık dışarı.” Dedi.“Çocuklardan beni kurtar.” dedim. Değirmenci “Başımın belası mısın?” deyip küreği çekti. Beni değirmenden dışarı attı. Hale vardım külekleri teslim ettim. “Daha tövbeler olsun. Yoğurt götürmem dedim”...  
                                                   Âşık Ali Ataş                                                               

                            Derleyen: Âşık Ali Ataş     

                          Derleme Yılları: 1966/2022

   Ben ilkokul mezunu yazarım. Kelime ve imla nokta

   Virgül hatalarım olmuş olabilir. Okuyucularımdan

                                 Özür dilerim.

                                                 

 

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Ali abi bizi eskilere götürdün.Mustafa Bahçe