ÇAĞLAYANCERİT KÖYÜ
Çağlayancerit’i
dört avcının kurduğunu söylenir. Köyün kesin kuruluş tarihini bilen olmamakla
birlikte köyün kuzeyinde bulunan köye uzaklığı 2 Km olan Pamuklu Bölgesinde
kurulduğu söylenmektedir. Cerit zamanında Türkiye’nin ve Kahramanmaraş’ın en
büyük köylerinden biridir. Ancak köy olmasına rağmen yolu ve suyu
bulunmamaktadır. Büyüklerden öğrendiğime göre 1948 yılında köyde köşkerlik
yapan Köşker Ali adında bir esnaf hastalanır. Köyün yolu ve arabası yok.
Komşularından üç beş kişi hastayı katıra bindirerek dağdan dağa katır sırtında
doktora götürürler. Ancak doktora yetişmeden Haceyip’li (Kahramanmaraş
merkezine 51 km
uzaklıktadır.) köyünde vefat eder. Yakınları tekrar cenazeyi sırtlarına alıp
Cerit’e dönerler. Kabri Çağlayancerit mezarlığındadır.
Cerit 1986 Yılında belediye oldu. 1987
Yılında İlçe oldu. Köyün merkezi 1959 da 850 haneydi. Bunu nerden biliyorsun?
Derseniz ben o tarihlerde ilkokul 4. sınıfa gidiyordum. Muhtarlık tarafından
bana görev verildi. Tüm haneleri tek tek numaralandırdım. Cerit Halk’ı eskiden
beri Çukurova’ya çapa ve pamuk işçisi olarak giderlerdi. O tarihlerde Köyün
yolu ve arabası yoktu. Herkes yatacak yorganını, bir aylık yiyeceğini Eşeklere
(merkeplere) yükleyerek köye 27
Km olan Haydarlı Durağına kadar giderlerdi. Durakta bir
hafta trenin gelmesi beklenirdi. Daha sonra kara vagonlara binerek bir gece bir
gündüzde Adana’ya varılırdı. Adana’da bir ay çalışıp kamyonlarla Bozlar köyüne
gelirlerdi.
Adana’dan gelenlerin yakınları Eşeklerini (merkebini),
katırını önüne katar bozlara gelir. Bu çilekeş insanlar yine eşyalarını Eşek (merkep)
ve katırlara yükleyerek götürebileceği kadar sırtına da yük alarak düşerdi
yola. Aksu çayının kenarına doğru yukarı çıkarlardı aksu çayının bazı yerlerinde
o coşkun suları geçerek 27 Km
yolu yürüyerek Cerit`e gelinirdi. Ali Onaran köyde çok dönemler muhtarlık
yapmış birisidir.
Çağlayancerit köyünün yolunun yapılması
için 1957 yılında kolları sıvar. İmece usulü köylüyü toplayıp kısığın çetin ve
yol vermez kayalarını kazma kürekle külünkle demir çivilerle kırarak ve
kendiside işçilerle beraber çalışarak 27 km yolu kısa zamanda Cerit’e kavuşturdu.
Muhtar hakkında rüşvet yiyor diye bazı kişiler valiliğe dilekçe verirler. Köye
müfettişler gelirler. Bu arada olaya kendim şahit oldum; çünkü bende bu yolda
çalışıyordum. Müfettiş muhtarın kim olduğunu işçilere sordular. O arada muhtar
kompresör tabancasıyla kayaları deliyordu. Üst baş berbat toz duman içinde
çalışıyordu.
Müfettişler muhtarın yanına giderek “Sen ne
yapıyorsun kimsin?” dediğinde “Ben köyün muhtarıyım, çalışıyorum siz kimsiniz?”
dedi. “Biz müfettişiz, hakkınızda şikâyet var. Onun için geldik.” dediler.
Çalışan işçilere sordular. Böyle bir şeyin olmadığını muhtara hakaret
edildiğini söyledik.
Muhtar’a
“Zaten senin bu halini görünce sana söyleyecek söz bulamadık. Bu muhtar hiç
rüşvet yer mi?” diyerek tutanaklarını tutup gittiler. Yol yapımı devam etti.
Yine muhtarın başvurusuyla Ulu Dere ve Aksu’nun birleştiği noktaya 1960 yılında
Merhum Menderes hükümeti zamanın da Aksu’ya bir köprü yapıldı. Bu köprünün
yapımında Bozlar halkının emeği inkâr edilemez.
Katırlarıyla Bozlardan çimento derelerden
köprüye kum taşıdılar. Köprü bitinceye kadar köprünün işçiliğinde çalıştılar.
Bozlar halkı sığırıyla, davarıyla yaz aylarında yaylaya çıkarlardı. Muhtar 1969
yılında köye sağlık ocağı yaptırmak için uğraştı. Sağlık ocağının yeri
gençlerin ara kesmeç oynadıkları yerdi. İşçiliğini köylüler yaptı. Devletin
katkısıyla köye sağlık ocağı yapıldı.
Sağlık ocağında ilk görev yapan Doktor İzmirli
Mehmet TÜYSÜZ’dür.
Sağlık ocağında en çok kalan doktorlardan biriydi. Ali ONARAN 1973 yılına kadar
muhtarlığına devam etti. K.Maraş’a göçtü. Ali Onaran çok iyi marangozdu. Açtığı
hızar atölyesinde marangoz’luk mesleğini devam ettirdi. Oymacılıkta büyük ustaydı. (1922) doğumlu
olan Ali Onaran 25.02.2005 tarihinde Kahramanmaraş’ta vefat etti. Mezarı
Kahramanmaraş asri mezarlığındadır.
1974 yılında Abdullah ÇETİNKAYA muhtar oldu.
Ali ONARAN’ın gününde projesi yapılan kazıklı yolu Boylu’ya kadar olan 8 Km’lik
yol Abdullah ÇETİNKAYA’nın muhtarlığı döneminde yapıldı.
---------------------------------
GELMİŞ GEÇMİŞ MUHTARLAR:
Mercik Kâhya bir dönem muhtarlık yapmış.
(öldü)
Küçük kız
lakaplı Eşe Fatma Yıldızlı. 07.01.1854 tarihinde doğmuş. Köyde bir müddet
muhtarlık yapmış. Bu bayan muhtarın bıyıklı ve hafif sakallı olduğu söylenir.
15.04.1935 Tarihinde ölmüş. (Muhtar Büyük gazi Hasan’ın nenesidir)
Fakılar
sülalesinden Ahmet Efendi lakaplı Ahmet TÜKEL muhtarlık yapmış (1910 doğumlu
1969’da ölmüştür)
Fakılar
sülalesinden Nazmi TÜKEL bir müddet muhtarlık yapmış.(1332 doğumlu 1997 yılında
ölmüştür)
Fakılar
sülalesinden N. Kemal ERTEM köyde birkaç yıl muhtarlık yapmış.
(1925 doğumlu 1980 yılında ölmüştür) Hafızlar
sülalesinden Hafız Ahmet DOĞANPINAR bir müddet muhtarlık yapmış.(1310 doğumlu
1972 yılında ölmüştür)
Pürçüklüler sülalesinden(Pürçüklü Ali) Ali HAKLI
bir müddet muhtarlık yapmış. (1341 Doğumlu 2004 Yılında ölmüştür)
Çakallar
sülalesinden Çakal Ali lakaplı Ali GÜLER. 1957/1958 yıllarında muhtarlık yaptı.
Daha sonra mühür Ali Güler’den alınarak Salman ENGİZEK’e verildi. (öldü) Salman ENGİZEK’in Muhtarlık yaptığı önceki
yılları hatırlamasam da 1959 yılında muhtarlığı Ali GÜLER’ den devraldı. 1909
yılında doğmuş 1961 Yılında kalp krizi sonucu hayatını kaybetmiştir. Yerine
birinci Aza olan Veli ŞAHAN gelerek bir yıl muhtarlık yapmıştır.
Abdullah ÇETİNKAYA 1974/1982 yılları
arasında muhtarlık yapmıştır. Mühür karaca Abdullah’tan alınarak birinci Aza
olan Küçük Gazi Hasan YILDIZLI’ ya verildi. Yıldızlı altı ay kadar muhtarlık
yaptı. 1934 doğumlu olan Yıldızlı 2007 yılında vefat etmiştir. 1983 muhtarlık
seçimini Ahmet ağalar sülalesinden Ali ONARAN’ ın yeğeni Hasan ONARAN kazandı.
Azalarıyla birlikte köyde olan davalarda en iyi iş kesen haklıya haklı haksıza
haksız diyebilen azasıyla muhtarıyla açık sözlülerdi. 1986 yılının on altı
Haziran tarihine kadar muhtarlık yaptı. Köyün son muhtarı olarak tarihe
geçti.
------------------------
KABİLELER:
Deli
Ahmetli Aşireti oymağı
Dabanlı
aşireti Oymağı
Kızıllı
Aşireti Oymağı
Aralık Evi
Oymağı
------------------------
ÇAĞLAYANCERİT EVLERİ:
Babam hem marangoz, hem çiftçi, hem duvar
ustasıydı. Köyde bulunan evlerin ve komşu köylerin evlerinin yüzlercesini
yapmıştır. Babam köyün ormanlık bir bölge olduğunu söylerdi. Cerit evleri
yapılırken birbirine bitişik yapılmış. Mertek ve hezenlerin yerinden kesilerek
damın üzerine atıldığı bu ağaçların ardıç ve kamalak olduğu ağaçların uzun
olduğu en az iki üç evin hezen ihtiyacını karşıladığın söylerdi.
Günümüzde bu hezenlere şahitiz. Her evin bir
ocaklığı vardı. Bu ocakta koltuk kolu dediğimiz iri odunlar yanardı. Ocağın
üzerinde geniş ve yüksek dört köşe bacalar veya kamalak bedeninin içi oyularak
yapılmış bacalar. Bu bacalar günümüzde de ahşap evlerin üzerinde eski
özelliğini korumaktadır.
Cerit
evleri birbirine bitişik yapıldığı gibi müstakil evlerde yok değil. Ancak bu
evler penceresizdir. İçerisinde ocaklık, kurna, selamlık, kucaklık vardır. Bir
kedi sığacak kadar evlerin ışıklandırma deliği vardır. Sebebi ise o zamanlar
memlekette eşkıyalar kol gezermiş. Köylü eve eşkıya girmesin diye küçük
yapmışlardır. Şimdiki adıyla İstiklal Mahallesinde ismiyle ünlü uzun dam
vardır. En az on ev yan yana bitişik yapılmıştır. Bu sebepten uzun dam ismini
almıştır.
Evler genelde ahşap üzerleri topraktır.
Bahar aylarında evlerin üzerinde otlar biterdi. Kuzular evlerin üzerinde
otlarlardı. Evlerin duvarları 60-70
cm kalınlığında taş duvardır. Taş duvarın harcı çamur,
sıvası saman karıştırılmış çamur yanmış kireç ile badana edilirdi. Doğru düzgün
sokağı, caddesi olmayan bu evlerin salonu, odası, mutfağı, banyosu, tuvaleti
yoktu. Tuvaletler evden 3-5
metre uzağa yapılırdı. Bu ahşap evlerde oturan insanlar
kolay, kolay hasta olmazlardı. O tarihlerde köyde Cüzam hastalığı vardı. Sıtma,
göz ağrısı gibi rahatsızlıklar olurdu.
Muhtar Ali ONARAN 1956 yılında Ankara’dan
iki doktor istedi. Doktorlar bir erkek bir bayan idi. Tüm sülaleler hastalık
korkusuyla taramadan geçirildi. Hasta kişiler tedavi altına alındı. O gün için
köyde hasta sayısı 42 olarak açıklanmıştı. Tedaviden sonra köyde yeni Cüzam
vakalar görülmedi. Bu hastalardan günümüzde üç beş kişi kalmıştır. Başka
hastalıkların adı yoktu.
İnsanlar kışın soğuk günlerinde bazen grip
olurdu. Gribin ilacı bildiğimiz tarhanaydı. Kırmızıbiber karıştırılarak tencerede
kaynatılır sıcak sıcak ağaç kaşıkla içilirdi. Neden ağaç kaşık? derseniz çünkü;
kimsenin evinde demir kaşık ve çatal olmazdı. Tarhanayı içer, yorganın kafaya
çeker yatar. Hasta terler. Sabahleyin yatağından dinç olarak kalkardı.
Yaşadığımız zamana ait bir dörtlük yazdım.
---------------------------------
Hormonlu
sebze yemezdik,
Doktor
kapısı bilmezdik,
Hasta
yatardık ölmezdik,
Eski Köyümü
özledim.
---------------------------------
Not: şiirin devamı (Anlatamadım) şiir
Kitabımın (52) sayfasından okuyabilirsiniz. Önce sokaklara hayvanlar
bağlanırdı. Haliyle sokaklar hayvan tezeğiyle doluydu. Köylü sığır tezeğini
evin önüne döker senelerce orada kalırdı. Evlerin alt katları genellikle ahır
olarak kullanılırdı. Evler çoğunlukla ahşap ve iki katlıdır. Sokaklar çok dar.
Günümüzde bile birçok sokağa araba giremez, yaya yürünecek kadar dar. Evlerin
çamaşır ve bulaşık suları sokaklara serpilirdi. Sokaktan geçen pek çok insan
bulaşık sularından baştan aşağı nasibini alırdı.
--------------------------------
KÖYÜN İLK İLKOKULU:
1956 yılında ilkokula başladım. Köyde
okul yoktu. Keziban Hatun Camisinin bitişiğinde bulunan ahşap ev Molla Yusuf
İsimli vatandaşa aitti. Bu evde okula başladım. 82 kişi erkek öğrenci olarak
okuduk. Aramızda kız öğrenci yoktu. Kız çocuklarının okutulmasını istemeyen
köyde örümcek kafalı insanlar vardı. Büyüklerin anlattıklarına göre daha
öncede bu evde okuyan öğrenciler diploma almışlardır.
1955
yılında köy halkı tarafından okul temeli atıldı. İki sınıf, bir salon ve bir
öğretmen odası yapılarak faaliyete geçti. 15.02.1956 yılında yeni okula
taşındık. 1960 Yılında bu okuldan diploma aldım. Okul birkaç defa yıkılarak
yerine şimdiki mevcut dört katlı okul yapıldı.
--------------------------
ORTAOKUL:
Köyde ortaokul yoktu. Ancak köyün ileri
gelen kişilerinden Küçük Gazi Hasan YILDIZLI bir sabah kalkar Kahramanmaraş
Milli Eğitim Müdürüne gider. Hasan Bey konuşmasını iyi bilen bir kişiliğe
sahipti.
Köye
ortaokul açılmasını ister. Milli Eğitim Müdürü “yerimiz yok nasıl ortaokul
açalım” deyince Hasan Bey “Benim evim var, gelin kontrol edin, münasip görürseniz
okul olarak kullanalım’’ der. Müdür bu defa “Bizim okul kiralayacak paramız yok
der.’’ Hasan Bey ben kira istemiyorum. Kira almamak için senet yapalım. Yeter
ki okulu açın der. Müdürün kaçacak yolu kalmaz.
1975 yılında köye gelerek şimdiki İstiklal
Mahallesi sağlık ocağı karşısında bulunan Hasan Bey’in evinin kontrolü yapılır
ve okul için münasip görülür. Köye böylece ortaokul açılmış oldu. Bu ev yedi
yıl ortaokul olarak kullanıldı. Diploma alan gençler oldu. Hasan Bey 1934
yılında doğmuş 2007 Yılında ölmüştür. Merhum’a Allah’tan rahmet diliyoruz.
------------------------------
KÖYLERİMİZ:
Helete
1960 yılında kasaba olmuş. 55 yıl kasaba olarak kalmıştır. Bozlar, Küçükcerit,
Merk (şimdiki adı Boylu), Hombur (şimdiki adı Soğukpınar) Oruçpınarı, Beşenli,
Küçü Üngüt, Kale, Zeynep Uşağı, Emir Uşağı, Bölük Damlar Köyleridir.
-----------------------------
KÖYE ELEKTRİK GELDİ:
1985 yılına kadar köyde elektrik yoktu.
Herkes evinde gazyağıyla yanan gaz lambası idare kullanırdı. Geceleri çam,
lastik kırıntısı ile evler aydınlatılırdı. Sığırları yemlemek için idare
kullanılırdı. Yemekler ocakta odun ile pişerdi. Bizler çayın, şekerin ne
olduğunu bilmezdik. Ancak dağlardan, kayalıklardan topladığımız aydın çayı,
yünlü çay adını verdikleri doğa çaylar vardı. Bu çaylar günümüzde de vardır.
Çaydanlık olmadığı için tavalarda ve kazanlarda kaynatıp şeker yerine pekmezle
içilirdi.
---------------------------------
KÖYDE KIŞ GÜNLERİ:
O tarihlerde köye üç dört metre kar yağardı.
Köylü kışın ya kar eritir, yâda kar altından tünel açarak tarihi Taş
Köprü’nün kenarından çıkan pınarda sığırlarını sularlardı. Damlardan kürümekle
bitmeyen karı çullara koyarak üç beş kişi boş alanlara taşırlardı.
Merdiven yerine kar yığınlarına basarak iki katlı evlerin önünden damın üzerine
çıkılırdı. Ve aralık atlamadan damdan dama, komşudan komşuya gidilirdi.
---------------------------------
KÖY ISSIZ KALIRDI:
İlkbahar geldiğinde herkes bahçe evlerine
göçer köy ıssız kalırdı. Köyde kimse kalmazdı. Güz mevsimi gelinceye kadar
sokaklar sessiz olurdu. Köyde oturan toplam dört aileyi geçmezdi. İnsanlar
gündüzleri bile kendi mahallesinde sessizlikten korkardı. Geceleri korkudan
kimse sokağa çıkamazdı. Köy Halkı mezarlıktan çok korkardı. Gün battıktan sonra
köylü mezarlığın 100 metre
yakınına gelemezdi.
-------------------------------
KÖŞKER HACI:
Köyde PTT yoktu. Askerlerin mektupları köye
Köşker Hacı eliyle gelir giderdi. Köşker Hacı aslen Çağlayancerit’li olup
Kahramanmaraş’ta ikamet etmekteydi. Bu kişi çarşı başında köşkerlik yapardı.
Gelen giden mektuplar burada birikirdi. Köyden gönderilen mektuplarda Köşker
Hacı’ya iletilirdi. Köşker Hacı köşkerliğinin yanı sıra fahri olarak Cerit’in
posta işleriyle uğraştı. Köyün arabası yolu yoktu. Ayda yılda köyden
Kahramanmaraş’a yayan giden birileri olursa köşker Hacıya uğrayıp köyden
gönderilen mektupları oraya verir gelen mektupları alır köye getirirlerdi.
---------------------------
BÜYÜKPINAR:
2010/2011 yılları kurak gitti. Sular
azaldı. Büyük pınar da bu kuraklıktan nasibini aldı. Tüm su kaynakları kurudu.
Vatandaş tarlalarına, bahçesine kuyu vurdurmak zorunda kaldı. 2010 yılında
belediye tarafından suyu çoğaltamaz mıyız? hesabıyla pınara kırıcı kepçe ile
müdahale edildi. Eşildikçe su beş metre tabana indi. Pınarın özelliği bozuldu.
Belediye tarafından pınarın önünden geçen Zorkun Deresin ıslah ederek su azda
olsa çoğaltıldı.
---------------------------
TARİHİ TAŞ KÖPRÜ:
Köyün ortasından akan Zorkun Çayı, köyü iki
mahalleye ayırır. Büyük yayla, Zorkun, kavak yaylasından gelen sular ilkbaharda
coşar, kışın ırmak haline gelir kolay kolay geçit vermez. Bu derede yazın bir
damla su olmaz. Derenin üzerine o günün şartlarına göre çay taşları ve keveke
taşlarıyla kemerli bir köprü yapılır. Köprünün harcı kireç ve toprak karışımı,
köprünün yapılış tarihini bilen yok. Kezban Hatun Camisiyle beraber yapıldığı
tahmin ediliyor. 2011 yılında bir vatandaş tarafından her tarafı betonla
sıvandı. Belediye hiç ilgilenmedi.
Köprünün etrafındaki evler sökülürken
ayaklarının her ikisi de çamurlarla kapatılmıştır. Böylece tarihi köprü tarihi
özelliğini yitirmiş oldu. Son yıllarda dere üzerine üç köprü daha yapıldı. Bir
tanesi yayalar için tahta köprü bir tanesi taşla yapılmış kemerli köprü diğeri
şimdiki ana cadde üzerindeki beton köprü ve kazıklı yolu üzerindeki Ulu Dere
üzerine yapılan dördüncü köprü Abdullah ÇETİNKAYA’ nın muhtarlığı döneminde
yapıldı. 2014 yılının Temmuz aylarında Aksu’nun suyu tamamen bulanık aktı. Halk
tedirgin oldu. Mühendis geldi. Yapılan incelemeden sonra suyun gözünün geniş
bir göl olduğu suyun azalması sebebiyle kenarlarının uçmuş olabileceği
söylendi.
--------------------------------
DON YUMAK (ÇAMAŞIR
YIKAMAK)
Evlerimizde su bulunmazken her aile içecek
suyunu bakraçlarla büyük pınardan götürürlerdi. Kışın kar eriterek içecek sularını
ve sığırların içecek sularını temin ederlerdi. Pınarın yakınında yüz elli
metrekare büyüklüğünde etrafı taş duvarlarla çevrili, üzeri tahtalarla kapalı
çevirme adı verilen bir mekân vardı.
Bu mekânın ortasından büyük pınarın suyu
akardı. Suyun iki tarafında köyün hanımları ateş yakarak üç beş aile
tenekelerde su ısıtır, sırayla bu mekânda haftalık (çamaşır) yıkarlardı. Hiçbir
ailede sabun deterjan bulunmazdı. Tenekede meşe külü kaynatılır, suyu sabun ve
deterjan yerine kullanılırdı. Pınarın tüm suyu çevirmenin ortasından akardı.
Suyun çokluğu nedeniyle karşıdan karşıya zor geçilirdi. Hatta bir kadın karşıya
geçmeye çakışırken suya düştüğü arkadaşları tarafından güçlükle kurtarıldığı
söylenir. Şimdiyse pınarın o coşkun sular tarihe karıştı.
Köyün Muhtarı Ali ONARAN 1970 yılında
köylüyü çalıştırarak değirmen gözünden 75’lik siyah pik borularla köye su
getirdi. Köyün muhtelif yerlerine çeşmeler yaptırdı. Köylü bir müddet bu
çeşmelerden hem sığırlarını suladı, hem içme suyu olarak kullandı. Köyde kömür
yoktu. Herkes evinde kamalak, meşe, ardıç odunları yakardı. Köyde iki tane soba
ustası vardı. Çoban Hacı ve Abdullah Yıldızlı’ydı. Köyde kimsenin soba alacak
gücü yoktu. Soba ise gazyağı tenekelerinden yapılırdı.
Bu sobaları köylünün %2’si ancak alabilirdi.
Köyde kasap yoktu. Gocoğlan denilen yaşlı biri vardı. Haftada bir sığır keser
parası olan alır, olmayana batman hesabı harman zamanı ödemek şartıyla köylüye
buğday, arpa, nohut karşılığında et satardı. Köyde 2 manifatura dükkânı, 3
bakkal ve 6 adet köşker vardı. Köyün en eski manifaturacı ve bakkalı Mehmet YILÖNÜ,
Veli GÜLER, Salman BAHÇE ise hem köşkerlik, hem bakkallık yapardı. Fakat
köylünün her istediği bulunmazdı.
Hali vakti iyi olanlar güz mevsiminde ahır
dağından alışveriş için Kahramanmaraş’a yaya giderlerdi. Evin ihtiyacını alır
sırtlarına yüklenirler, yaya olarak iki gün iki gecede Cerit’e gelirlerdi.
Rahmetli babam her yıl güz mevsiminde evin ihtiyacını Kahramanmaraş’tan alır
gelirdi.
---------------------------
BATIL İNANÇLAR:
İki
bayram arası düğün yapmanın aileye uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Gelin
arabadan inmeden önce gelinin kucağına oğlan olsun diye oğlan, kız olsun diye
kız çocuğu oturtulurdu. Cuma günleri çalışmanın aileye uğursuzluk getireceğine
inanılırdı. Salı günleri çamaşır yıkamanın aileye uğursuzluk getireceğine
inanılırdı.
Evlerin yakınında kargaların ötmesi veya
köpek uluması aileye uğursuzluk getireceğine, köyün çevresinde uluması köyden
birilerinin öleceğine inanılırdı. Havalar kurak giderse, Ağaçtan yapılmış
çomça gelin ismi verilen renkli bezler ile süsleyip bebek haline getirilir,
yaşlı bir bayan eline alarak mahallelerde maniler söyler “Çomçalı gelin su
ister, bir tas su getirin.’’ diyerek gezdirir. Mahallenin hanımları çomça
gelinin başından aşağı bir tas su dökerek yağmurun yağacağına inanılırdı.
Karasinek çok olursa o sene kışın
sert geçeceği ve çok kar yağacağına inanılırdı. Kızıl arı çok olursa kışın hoş
geçeceğine inanılırdı. Ay tutulduğunda ayı büyük bir yılanın yuttuğu tenekeler
çalarak evde dolu bulunan silahı aya doğrultarak sıkarlardı. Ayın yılandan
kurtulacağına inanılırdı. Camilerde salalar okunurdu. Sıtma tutan insanlar
sıtmalı pınar adı verilen pınarda banyo yaptığında sıtmanın geçeceğine
inanılırdı. Sarımsak ve soğan kabuğunun rast gele yerlere atılması tepelenmesi
ve güvercin pisliğinin tepelenmesi aileye uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Ocağın külü rast gele yerlere atılıp
tepelendiğinde cin çarpmasından korkulurdu. İki gelin konvoyu birbiriyle
karşılaştırılmaz. Karşılaştığında ailenin ikisine de uğursuzluk getireceğine
inanılırdı.
Yeni doğum yapmış kadının ve bebeğin kırkı
çıkmadan evden çıkarılmazdı. Kadının üzerinden atlanılmaz. Kediye atlatılmaz.
Doğum yapan diğer kadının evine habersiz gidilmez ve gelinmezdi. Gelmesi için
iki kadın arasında iğne değiştirilirdi. Kırkı
çıkmayan kadının ve bebeğin üzerinden cenaze götürülmez. Düğün konvoyu
geçirilmezdi. Şayet cenaze evin üst yanından geçmek zorunda ise anne bebeğini
kucağına alır evden çıkar. Cenaze geçene kadar yolun üst tarafında
bekletilirdi.
Yeni doğmuş bir haftalık bebeğin muhtelif
yerlerine ateşte ısıtılmış iğne basılır. Yeni doğmuş bebeği ve anneyi (al
basmasın) diye bebeğin yastığının altına Kur-an’ı kerim konur. Yastığın altına
iğne batırılmış. Soğan, bıçak ya da bir demir konulur. Bacalara karaçalı
konulurdu. Kırk çıkarma nasıl yapılırdı.
Doğumdan kırk gün sonra Anne’nin ve bebeğin
banyo yapması gerekirdi. Banyo yaparken annenin ve bebeğin başına kalburun
üzerinden su koyulur. Sular dökülürken bu kadınların kırkı, bu kurtların,
kuşların kırkı, buda anne ile bebeğin kırkı denerek annenin ve bebeğin kırkı
çıkmış olurdu.
-----------------------
GELENEK VE GÖRENEKLER:
Koyunyünü, keçi kılı, kirmen ve iğ ile
eğirilip ip haline getirilir. Bu ipler tekrar çıkrık denen alette yumak
yapılır. Evlerde kullanılmak üzere haral, çul, çuval, kepkepi, yolluk, azık
turbası, heybe, kıl şalvarı, eşek torbası gibi eşyaları ip ağacı denen tezgâhta
dokunurdu. Yün ve ya kıl çorap, iki adet ağaç çöpü ile örülür. Genelde erkekler
örer. Dokuma işlerini genelde ev hanımları yaparlar. Bunların yanı sıra halı,
kilim tezgâhları da vardı. Ayrıca iğne oyası, dantel, nakış işlerini bayanlar
yaparlar. Kilim dokuma işini Cerit’te
Veli DUYMAZ
isimli şahıs yapardı. Bu tür gelenekler günümüzde unutuldu.
------------------------
GİYİSİLER:
Köyümüzde eskiden hanımlar ve yaşlı erkekler üç etekli zubun giyinirlerdi. Zubunun kumaşı Halep kutnusu olur. İhtiyar kadınlar özel yapılmış baş giyerlerdi. Başın iki tarafına çalma denilen gümüşten yapılmış süs eşyası takarlardı. Alnın üzerine gelen bölüme gazi ve gümüş paralar dizerlerdi. Kollara altın bilezik yerine gümüş bilezik takarlardı. Burnun iki yanına hızma dedikleri cismi takarlardı. Bunu sadece hanımlar değil genç gelinler ve kızlarda takınırlar. Bele ip kuşaklar kuşanılır. Erkekler ayakuçları işlemeli beyaz tuman giyinirlerdi. Herkes başına örme tellik giyinirdi. Başı açık gezilmezdi. Bu geleneklerimizde günümüzde yok oldu.
Köyümüzde eskiden hanımlar ve yaşlı erkekler üç etekli zubun giyinirlerdi. Zubunun kumaşı Halep kutnusu olur. İhtiyar kadınlar özel yapılmış baş giyerlerdi. Başın iki tarafına çalma denilen gümüşten yapılmış süs eşyası takarlardı. Alnın üzerine gelen bölüme gazi ve gümüş paralar dizerlerdi. Kollara altın bilezik yerine gümüş bilezik takarlardı. Burnun iki yanına hızma dedikleri cismi takarlardı. Bunu sadece hanımlar değil genç gelinler ve kızlarda takınırlar. Bele ip kuşaklar kuşanılır. Erkekler ayakuçları işlemeli beyaz tuman giyinirlerdi. Herkes başına örme tellik giyinirdi. Başı açık gezilmezdi. Bu geleneklerimizde günümüzde yok oldu.
------------------------------
AYAKKABILAR:
Köyde ayakkabı bulunmaz sığır derisinden yapılan ham çarık giyilirdi. Köşkerlerin imal ettiği yemeni postallar olurdu. Yaz ve kış şartlarına dayanıklı dağda ve taşta giyinilirdi. Daha sonra kadran lastik ayakkabılar çıktı. Bu ayakkabılar günümüzde de giyiliyor. Köyde kundura ustaları vardı. Bu ustalar Tekerelerden; Ali, Sofu, Süleyman ve Mıstık isimli kişiler halis deriden topuklu topuksuz kundura imal ederlerdi. Şimdi ise bu geleneklerimizde yok oldu.
Köyde ayakkabı bulunmaz sığır derisinden yapılan ham çarık giyilirdi. Köşkerlerin imal ettiği yemeni postallar olurdu. Yaz ve kış şartlarına dayanıklı dağda ve taşta giyinilirdi. Daha sonra kadran lastik ayakkabılar çıktı. Bu ayakkabılar günümüzde de giyiliyor. Köyde kundura ustaları vardı. Bu ustalar Tekerelerden; Ali, Sofu, Süleyman ve Mıstık isimli kişiler halis deriden topuklu topuksuz kundura imal ederlerdi. Şimdi ise bu geleneklerimizde yok oldu.
------------------------------
KENAR EVLER:
Köyün dış mahallelerinde bulunan en son
evler, Kör Hasan Hacı Demiröz’ün evinden yukarda ev yoktu. Şimdiki adıyla
istiklal mahallesi Kayabaşında Molla Halil’in evi, şimdiki adıyla Fatih
Mahallesi Kayabaşında Nalbant Mustafa’nın evi, boğaz kesende Mısır`ın evi, mezarlık
tarafında Veli Ataş’ın evi vardı. Bu evlerin harici tüm bayırlar boştu. Garajın
bulunduğu yerde Ütü Solak Mıstık Tekel’in evi vardı. Bu evin bulunduğu yer
kitir kayalıktı. Evin kenarında bir mağara mevcuttu. Adam odununu kışın bu
mağaraya koyardı. Bu evin dışında ev yoktu. Bugün bu evin yerinde Yelolar’ın
dört katlı ev ve iş yerleri vardır. Şimdiki garaj camisinin bulunduğu yere
gâvur kabirliği denilirdi. Bu çevreler Abdurrahman Kızılkaya’ya ait üzüm
bağıydı.
---------------------------
BÖRKLÜLER:
Börklülerin
evleri köyden beş yüz metre batıda Urmeli de dört hane ev vardı. Şimdilerde
burası koca bir Mahalle oldu. Köyde tek elma bahçesi Börklü Dede’nin
bahçesiydi. Ulu Dereye yakın yerde Halil Güneş’in evi vardı. Şimdiki
kaymakamlık, karakol binası ve afet evlerinin bulunduğu yerler tamamen üzüm
bağıydı. 1959 yılında bu saydığım semtlerde bir tane ev yoktu. Şimdiki
petrollerin bulunduğu yer Demirci Salman’a ait bağ ve tarla idi. Ulu Dere
yakınında evi, birde su değirmeni vardı. Daz’ın ufacık bir bölümü ormandı. Bu
ormanlıkta Ufo Kıdılı lakaplı Veli Menekşe’nin köm damı vardı. Yaz ve kış
burada davar yayardı. Buranın suyu yoktu. Ancak kışın kar basırılarak içme
suyunu ve daraların içecek suyunu kardan temin ederdi. Bu bölgede günümüzde
bile meşe ağaçları vardır.
Köyün önü denilen iki geçeli arazilerde
mısır, gilgil, konak darı ve buğday yetiştirilirdi. Sebze bahçesi pek olmazdı.
Kır Mehmetlerin tarlasında büyük bir çınar ağacı vardı. Bu çınarın içi
dallarının ucuna kadar kovuktu. Fakat ayakta idi. O zamanlar ölçmüştüm. Çınarın
beden genişliği dört metre idi. Köyün ortasından akan Zorkun Deresi’nin iki
tarafı yaşlı ceviz ağaçları ile doluydu. Aynı yerde Fakı Osman’a ait üç tane
sarıerik ağacı vardı. Üç Harmanlar denilen yerde Özbeklere ait çok yaşlı bir
ceviz ağacı vardı. Ayrıca burada 3 tane sıralı ekin çıkartma harmanları vardı.
Tarihi mezarlıkta beş tane büyük ceviz ağaçları vardı. O tarihlerde Cerit’te
yaşlanmış ceviz ağaçları çoktu. Bu cevizin bir tanesi mezarlığın içinden geçen
yolun üzerinde idi. Bedeni kovuk büyük bir cevizdi.
Cerit’e
göçebe olarak
Kalburcular gelirdi. Bu aileler büyük
cevizlerin altında otururlar. Kalbur, sarat, elek yapıp köylüye satarak ekmek
parası kazanırlardı. Saz çalıp türküler söyleyen ailelerde vardı. Köyde Yonuz
Ali lakaplı mecnun biri vardı. Beline örme iple bağladığı bıçağı ile gezerdi.
Öfkelendirildiğinde bıçağını çekerek kişileri kovalardı. Küpeli Güccük lakaplı
bir mecnunumuz vardı. Bunun gözleri görmezdi. Hiç kimseye zararı dokunmazdı.
Kendi kendine Kuran okuyarak gezer dururdu. Yerden çalı çırpı toplayıp eve
götürürdü. Yılandan çok korkardı. Bir defa sesini duyduğu insanı unutmazdı.
İnsanları sesinden ve elbiselerine ellerini sürerek tanırdı. Kişinin ismiyle
“Ede hoş geldin” derdi. Fakat kızdırıldığında çok küfür ederdi.
--------------------------
MASERELER:
Şimdiki yalancıların evlerinin bulunduğu
yerde Hasan Demiröz’e ait Masere vardı. Engizek’e giden yolun kenarında boğaz
girişinde Hacı Demiröz’e ait bir Masere vardı. Kazıklı yolu üzerinde şimdiki
Ulu Dere Köprüsünün yakınında iki tane Masere vardı. Maserenin biri
Pürçüklülere, diğeri Katrancı Hacı Ömer’e aitti. Köyün batısında Demirci
Salman’a ait Masere vardı. Karafirez’de Gocoğlan ve Çöllo’lara ait Masere
vardı. Şimdiki kaymakamlığın bitişiğinde Molla Halil’e ait Masere vardı. İsmail
Mehmet’e ait evin yanında Memiş’lere ait Masere vardı. Güney bağaları içinde
Boynu Eğriye ait Masere vardı.
---------------------------
DUT AĞAÇLARI:
Köyün mahallelerinde çok büyük dut ağaçları
vardı. Genelde şimdiki adıyla Fatih mahallesinde daha da çoktu. İstiklal
mahallesinde bulunan Dolgunlar Kahve’sinin önünde büyük bir dut ağacı vardı.
İkinci büyük dut Fatih mahallesindeki taş köprünün bitişiğinde Yannık’ların
büyük bir dut ağacı vardı. Ağacın bir tarafı normal dut, diğer tarafı Urumu
Dut’u idi. İstiklal Mahallesinde eskiden adına havlu denilen yerde yine büyük
bir dut ağacı vardı.
Etrafı iki metre yükseklikte taş duvardı.
Boğazkesen Mahallesinde Cuhla Ömer’lere ait çok büyük dut ağaçları vardı. Kitir
dediğimiz yani bayır olan yerler şimdi üç beş katlı beton binalarla süslendi.
Her iki mahalleye eklenen binalar nerden nereye ulaştı. Bir ucu Aksu
Mahallesine diğer ucu Hatun Holuğu’nu geçti. Bu iki mahalle bir taraftan öbür
tarafa on beş kilometredir.
---------------------------
SU
KAYNAKLARI:
Çağlayancerit’in dört bir yanında bulunan
çeşme, pınar, göz, kaynak, dere ve çayları incelediğimizde köyün sulak olduğunu
görürüz. En büyük su kaynağı Küçükcerit’te Aksu kaynağıdır. Aksu Mahallesi
arazilerini Yalangoz, Akdere, Kızılseki arazilerini sular. Son yıllarda
Helete’nin ve Bozlar’ın Kulyanlı’nın içme sularını karşılıyor. Çağlayancerit
ilçesinin de içme su ihtiyacını karşılamaya hazır.
Aksu Ulu Dere ile birleşerek kısıktan
Bozlar köyünün iki kilometre aşağısında Adıyaman, Gölbaşı suyu ile
birleşir. Bu su tüm Pazarcık ve Narlı Ovasını sulayarak Ceyhan suyuna karışır.
Köyün diğer
su kaynakları Değirmen Gözü bu su adını suyun altında kurulu beş su
değirmeninden almıştır. Yan yana üç değirmen döndürecek kadar suyu vardı.
Bu su köyün içme su ihtiyacını da
karşılamakta hem araziler sulanır. Kilise’nin arkı Değirmen Gözünün iki yüz
metre yukarısındadır. Zamanında bu arkın yakınında Kilise varmış. İsmini oradan
aldığı söylenir. Bel kalınlığında suyu var. Genelde arazi suyu ve yaz evlerinde
içme suyu olarak kullanılır. Ayran Pınarı: köyün kuzeyi Engizek dağının arka
eteklerindedir. Bu su çok tazyikli olduğunda ayran gibi beyaz akar ismini
ayrandan almıştır. Göksuya karışır.
Köyün kuzeyinde İncecikler Pınarı göl
bağlanarak bahçe sulanır. Keklicek’te bilek kalınlığında su vardır. Bu suyun
çevresinde birkaç ev var. Hem içme suyu hem de bahçe sulamada kullanılmaktadır.
Gücük Suyu bel kalınlığındadır. Bu bölgede Mahmutlar, Kara Yusuf’lar, Veli
Çavışlar ikamet etmektedir. Hem içme suyu hem Arazi sulamada kullanılır. Kürt
Pınarının ayak bileği kadar suyu vardır. Bu su Kara Veli’lerin içme
suyudur.
Akdere’nin karşısındaki Çatta iki bilek
kalınlığındadır. Bir müddet Akdere Mahallesinin muhtelif yerlerine yapılan
çeşmeler Halk’ın içme su ihtiyacını karşılardı. Biçmolukta Gırolar, Tatarlar,
Patalar, Vırıtlar oymakları ikamet ederlerdi. Ayak bileği kadar suyu vardır.
Önünde ağaç holukları var. Göl bağlanır, bahçe sulanır. Ayrıca içme suyu olarak
kullanılır. Erik Gözü bilek kalınlığında suyu vardı. Yaz aylarında birçok
Engizekli burada otururlardı. Kavak yurdunun iki bilek kalınlığında suyu var.
Çevresinde bir kaç ev ve arazi vardır.
Salmanlar Pınarı iki bilek kalınlığında suyu vardır. Cerit’in karşısında
değişir suyu iki bel kalınlığındadır. Bu su genelde Teslimeler, Fakılar’ın
arazilerini sular. Evgozu’nda iki bel kalınlığında su vardır. Bu su ile
Mucuklar ve Fakılar’ın bir bölümünü Kel Osmanların arazilerini sular. Yaz
evlerinin içme suyu olarak kullanılır. Çok yumuşak içimi hoştur. Büklüce Pınarı’nın ayak bileği kalınlığında
suyu vardır. Hatın Holuğu’nun el bileği kalınlığında suyu vardır. Önünde 2 tane
holuk çevresindeki üç beş evin içme suyudur.
-------------------------
KIZANDERE:
Köyün kuzeyinde Kızan Dere arazileri vardı.
Bu bölgede Karabelen isimli bir tepe vardır. 1957 yıllarında köylüler bu tepede
irili ufaklı tarihi eserler, paralar ve küpler bulmuşlardır. Yakın zamanda
buradaki arazileri devlet istimlâk ederek Kızan Dere’ye sulama göleti yapıldı.
Bu göletin suyu köyün birçok arazisi Hanifioğlu, Akdere, Yalangoz ve
Kızılsekiye kadar arazilerin sulanması bekleniyor. Ancak bu gölet 9 Ağustos
2015 tarihinde ilk kurban olarak yirmi yedi yaşındaki Mehmet AtAŞ’ı (yazarın
yeğenidir) seçti.
-----------------------------
SU
DEĞİRMENLERİ:
Zamanında
Çağlayancerit Halkı unu, bulguru su değirmenlerinde öğütürlerdi. Değirmenlerin
suyu değirmen gözü kaynağından beslenirdi. Köyde sekiz tane su değirmeni vardı.
Bu değirmenlerin iki tanesi Küçükcerit’te diğer bir tanesi Aksu
Mahallesindedir. Köy merkezi ve çevresinde su değirmeni vardı. Bunlar sırasıyla
Ahmet Ağalar, Babucçu Hacı, Göy Haliller, Osman İbiş, Demirciler
değirmenleriydi.
Küçükcerit
köyünün doğusundan çıkan Aksu da yan yana dört değirmen döndürecek kadar su
vardı. Bu değirmenlerden biri günümüzde çalışmaktadır. Zamanında bu değirmenler
durmaksızın 24 saat harıl harıl çalışırlardı. Günümüzde bu değirmenlerin adı
bile kalmadı. Köye elektrik geldikten sonra üç tane elektrik değirmeni yapıldı.
Bu değirmenler on beş yıl Cerit Halkı’na hizmet verdi. Şimdi bu değirmenlerde
unutuldu. Ancak şimdiki adıyla Fatih Mahallesindeki Gaziler Değirmeni azda olsa
dört mevsim çalışmaktadır.
--------------------------
YAYLALAR:
Büyük
Yayla Engizek Dağının zirvesindedir. Bol sulu bir yayladır. Yaylanın bulunduğu
yer dölek ova yazıdır. Bir zaman bu yaylaya Engizekli ve Alikocalar göçerlerdi.
Bozlar’dan da göçenler olurdu. Bozların sürüsü daha çoktu. Büyük yaylada
ve Ayran Pınarında otlatılırdı. Aliker Yaylası, Memmedo Yaylası, Kaleğdiği
yazısı olarak geçerlerdi. Bu yaylalarda el bileği kadar su önünde ağaç holuklar
vardı. Bu pınarda sığırlar, davarlar sulanırdı. Yaz aylarında pınarın başında
üç beş aile otururdu.
-------------------------
DAĞLAR:
Köyün Doğusunda Erinci Dağı; sık ormanlık
bir alandır. Erincinin içecek suyu yoktu. Üç beş aile kışın kar basırılır,
yazın kar suyundan faydalanırlardı. Erincinin tepesine Peygamber Ağılı denirdi.
Erinci Dağının güneyinde Keklicek dağı aynı zamanda Öksüz Dağı’nın doğu ucudur.
Köy Engizek Dağı İle Öksüz Dağı arasında Zorkun Deresinin iki yakasına
kurulmuştur.
-------------------------
ÖKSÜZ
DAĞI
Öksüz
Dağı köyün kıblesinde yer alır. Dağın girişi Bozlar köyünden başlar, Kazıklı da
biter. Uzunluğu 30 kilometredir. Köyün yolu Bozlardan başlayarak dağın
kuzey eteğinden devam ederek aksudaki arabın bahçesinden yol Cerit’e ulaşır. Bu
yolun uzunluğu 19 kilometredir. Zamanla yağan yağmur neticesi Öksüz Dağından
inen seller nedeniyle köy yolu günlerce ulaşıma kapanırdı. Köylüler selin
getirdiği çamur ve molozları kazmayla kürekle temizlerdik. Yılın ilk karı
Engizek Dağına, sonra Öksüz Dağına
yağar. Dağlarda kar kalınlığı beş metreyi bulurdu.
Öksüz Dağının tepesi çıplak, orman yok.
Dağda su kaynağı hiç yok. Ancak dağın eteklerinin her iki tarafı güney, kuzey
olmakla beraber çok su kaynakları vardır. Öksüz Dağının her iki tarafı kamalak
ve ardıç ağaçlarıyla dolu. Keklicek ve Gücük çevresi meşe ağaçları, ardıç
ağaçları vardır. Bazı köylü vatandaşlar bölüm bölüm sahiplenerek bu ormanları
korumuşlardır. Sahipsiz olan bölgeler ise yine köylüler tarafından kesilerek
odun edilmiştir.
1982-1990 yılları arasında devlet Öksüz Dağını yeniden ağaçlandırmaya başladı.
İlk yıllarda çam ve meşe ağaçları dikildi. Fakat ilerlemedi. Dağın zirvesine
ağaç dikildiyse de yetişmedi, kurudu. Muhtelif yerlere kamalak, ardıç ve badem
fidanı dikilerek dağın yamacı tekrar yeşermeye başladı. Şimdilerde öyle kamalak
ağaçları yetişti ki içerisine gitmeye korkulurdu. Meydana gelen ağaçları
korumak için etraf tel örgüyle çevrildi. Eskisi gibi ormana koyun, keçi, sığır
sürüleri giremez. Ayrıca ormanın korucu memurları vardır. Öksüz Dağının
yamaçlarına bu ağaçlar dikilmese Guzgeçe denilen yerlerde toprak ve ağaç kalmaz
hepsi Ulu Dereye akardı. Devlet baba sayesinde topraklarımız erozyona
uğramaktan kurtulmuş oldu.
1982 yılında Öksüz Dağında çam diken
köylülerin birçoğu günümüzde emekli oldular. Dağın eteklerinin bir bölümüne
Kısığın içi, Guzgeçe, diğer bir bölümüne Hatın Holuğu denilir. Bu bölgelerin
her yanı bağ, bahçe, ceviz ağaçlarıyla doludur. Zamanında yağan yağmurlarla
birlikte Öksüz Dağından gelen sel birçok tarlayı, bağı, bahçeyi, kocaman ceviz
ağaçlarını kökünden söküp götürmüştür.
1967 Yılında Ayek’den gelen sel Ulu Dere ve
Zorkun’dan gelen derenin önünü kapatarak derenin bir saat akmadığı baraj haline
geldiğini bilirim. O yıllarda çok toprak heder oldu. Dağın kuzeye bakan yamacı
kamalak ve ardıç ağaçlarıyla dolu. Suçıkan ile Bozlar Köyü arasında pek meşe
ağacı yok. Çalılıklar vardır.
Dağın
tepesinde bir araba gidecek kadar yol vardır. Cerit kasaba olunca Oruçpınarı
köyünden Gücük Obasına yeni bir yol yapıldı. Ayrıca dağın Cerit’e bakan yüzü
kuzeyden orman bölge müdürlüğü her hangi bir yangına karşı korunması ve bakımı
için yol yaptı. Yolun girişi Kazıklı bölgesinden başlar Gücük Obasında son
bulur. Ayrıca Kazıklı yönünden Kahramanmaraş’a giden altmış kilometrelik yol
asfalt yapıldı. Yol yaz aylarında çalışsa da kışın Cerit’li bu yolu kullanmaz.
Yıllar önce Öksüz Dağı yamaçlarında vatandaşların sahiplendiği kendilerine ait
ormanların içine köm damı dediğimiz evler yaparak yaz kış davarlarını buralarda
barındırırlardı.
---------------------
TOPAL ALİ:
Topal Ali köyün tam batısına düşer. Bu
tepenin eteğinde Bilallar, Gözüböyükler, Katipömer ikamet ederlerdi. Köyün en
yüksek tepesidir.
---------------------
SU ÇIKAN:
Suçıkan ve Ziyaret Tepesi, bu bölgede yaz
aylarında Gavızlar, Balalılar oymağı ikamet ederlerdi.
---------------------
ACESİ:
Tepe köyün kuzey batısına düşer. Tepenin bir
ucu kayalık, diğer ucu Kızan Dere ve Engizek yolunda son bulur. Zorkun Deresi
köyün kayasını ikiye ayırır. Diğer karşı ucu sayın ucuna aittir. Uzantısında
güney bağları vardır.
--------------------
SAY:
Kayalıktır.
Tepenin güney bölümünde zamanında Kör Hasanların bağları vardı. Şimdiki
jandarma karakolu, kaymakamlık binası ve
evlerle doludur. Köydeki Keziban Hatun Camisinin yapılan ek bölümünün taşları
buradan götürülmüştür.
---------------------
KIZIL BELEK:
Köyün batısına düşer. Tepenin toprağı çok
yumuşak olduğu için eskiden kadınlar beşikte büyüyen çocukların altına konmak
üzere höllük eledikleri bir yerdi.
----------------------
PEYGAMBER TEPESİ:
Bu tepe köyün hafif kuzey doğusuna düşer.
Güney bağlarının başlangıç noktasıdır.
----------------------
GUBARIN KÂH:
Gubarın Kâh Cerit’in batısına düşer. Hatın
Holuğu bahçe evlerinin karşısındadır. Tarihlerden beri bu tepede hazine olduğu
tarihi eserlerin olduğu söylenmektedir. Fakat bu güne kadar hiçbir hazine ve
tarihi esere rastlanmamıştır.
--------------------
TAŞLIK:
Tepe köyün doğusuna düşer. Karafirez
mevkiindedir. Tepenin bir bölümü tamamen kayalıktır. Tepede bağlar vardır.
Şimdiyse bu tepeye üç beş tane iki ve üç katlı evler yapıldı.
-------------------
TORAMAN:
Toraman İstiklal mahallesindedir. Yıllar
önce bu tepenin etrafı üzüm bağlarıyla çevriliydi. Kuzeyinde Abdurrahman
Kızılkaya’nın üzüm bağı güney batısında Kelhafızlar bağı ve Veli Ataş’a ait
bağlar vardı. Batısında Tohol İbrahim ve Osman Onaran’a ait bağlar vardı.
Ateş’in bağının başında iki tane Aşılak Armut Ağaçları vardı.
1960 yılında bağlar battı. Şimdiyse buralar
tamamen yerleşim yeri oldu. 1995 yılında tepeye üç tane GSM baz istasyonu iki tane TRT’nin televizyon ve
radyo anten verici direkleri dikildi. Bu vericiler Halk’ın sağlığını tehdit
edip duruyor. Bu konuda birkaç defa web sayfalarında yazı yazdım. Yetkililerden
bir cevap alamadım.
Ayrıca Toramanın kıble tarafında Ulu Dere
kenarında mağaralar vardır. Zamanında bu mağaralarda domuz beslendiği söylenir.
Bu yüzden mağaraların adı domuz ahırıdır. Son yıllarda definecilerin mağara
çevresinde altın aramak için kazılarak mağaranın doğusunda iki mağara daha
bulundu. İçerisinde hiçbir şey bulunmadı ancak mağaranın köşelerinde kabartma
yazılar ve oyuklar vardı.
------------------
ARILIK:
1983 Yılında arılığın mezarlık yamacına köy
muhtarı Abdullah Çetinkaya tarafından çam ağaçları diktirildi. Kısa zamanda bu
bölgede yüze yakın çam ağacı meydana gelmişti. Son yıllarda belediyenin bazı
çalışmaları nedeniyle çam ağaçlar heder olmuştur. Arılık Tepesinin etrafı üzüm
bağlarıydı.
1956 yılında tepenin üzerine üç metre
yükseklikte ince latalardan oluşan bir direk dikildi. Adına işaret denildi. Üç
beş yıl devam etti. Daha sonra ilgilenen olmadı. Direk çürüdü ve yıkıldı.
Doğusunda Pendir Hacı Yusuf Bağı, Pendir Mehmet Bağı, Pendir Hasan’a ait bağlar
vardı. Fakılar’dan Hoca Nazmi, ve İmam Hasan Tükel’in bağları vardı. Bu
bağların altında Guzgeçe’ye giden bir patika yol vardı. Şimdiyse bu yol
belediye tarafından sekiz metre genişletilerek üç harmanlara kadar parke taşı
döşendi.
Arılığın Güneyinde Veli Ataş, Boyacı Ömer,
Solak Yusuf, Solak Mehmet, Kalaycı Veli, Katrancı Hacı Ömer, Cuhla Ömer Ali ve
Cuhla Ömer Veli bağları vardı. Her aile katır yükü dediğimiz yüklerle 15-20 yük
üzüm keserlerdi. Son yıllarda bağlar tamamen battı. Herkes bağını arsa yaptı. Hoca’nın
bağının içinde Çağal dediğim taş yığınları vardı. Bu taşları bağın dışına
taşırken Çağalın birinin içinde bir kazan altın bulur.
‘’Akşam olsun da eve götüreyim.’’ derken
uzaktan takip eden biri hoca eve gittiğinde altınları oradan alır. Götürüp
başka yere saklar. Bir başkası onu takip eder. Altınları saklanan yerden alır. 1986
yılında Cerit kasaba olunca belediye başkanı Hasan KEKİL arılık tepesinde
dozerler, kepçeler çalıştırır. Bu çalışmalar her gelen belediye başkanları
tarafından devam etti.
Tepeyi on metre kadar indirdiler. 2014
yılında bu tepeye beş katlı bir imam hatip lisesi, dört katlı bir ilkokul
yapıldı. Mezara benzer oyuklar ve kayaların yüzünde bazı kabartma resimler
vardır.
--------------------
HÜSÜBELA:
Cerit’e yolun yeni yapıldığı 1963 yılında
Yol Hüsübela’nın tepesinden Mısto
Mehmet’in evinin arkasından iki keskin
viraj ile Cerit’e ulaşırdı.
--------------------
HANİFOĞLU:
Tepe köyün tam doğusu, Çağlayancerit devlet
hastanesinin bulunduğu bölgede yer alır. Tepenin etrafı üzüm bağlarıyla
çevriliydi. Cerit’e gelen yol bu tepeden üç keskin virajla aşılırdı.
--------------------
KÖM
DAMLARI:
Ateşin Köm’ü, Cerit’in karşısı ormanlığın
içinde Ahmet Ağalar kömü değirmen gözünün beş yüz metre yukarısında. Ormanın
içinde yavşandadır. Daz’da Ufonun kömü, zamanın da bu kömler de yaz kış davar
sürüleri beslenirdi.
----------------------
BİÇMOLUK
OYMAĞI:
Biçmoluk 1956-1973 yılları arasında başlı
başına büyük bir oymaktı. Biçmoluğun bilek kadar suyu vardı. Önünde kamalak ve
ardıç ağaçlarından yapılmış altı tane sıralı su holuğu önünde beş tane büyük
dut ağaçları ve dutların arasında bahçe sulamak için çamur ve taş duvardan
yapılmış ahşap birde göl vardı.
Bu oymakta her ailenin kendisine yetecek
kadar sebze bahçeleri vardı. Bahçe sulama işi nöbetle yapılırdı. Sırası gelen
gölün suyundan bahçelerini sularlardı. Burada herkesin kendine yetecek kadar
ormanı vardı. Birçok ailenin sığırları ve davar sürüleri olurdu. Kuşluk vakti
olduğunda sürüler dağdan indirilir, holuğun çevresinde yatağa vurulur, oymağın
gelini veya kızı sürüleri sağarlardı.
Yaz mevsimlerinde Biçmoluk bambaşka bir
oymaktı. İnsanlar cıvıl cıvıl komşuluklar, dostluklar, akrabalıklar o biçimdi.
Bu insanlar imece usulü birbirlerinin ekinlerini biçerler. Harmanını sürer
herkes birbirlerine yardım ederdi. Oymak 1975 Yılına kadar bir arada yaşamaya
devam ettiler. Son yıllarda kimi öldü, kimi köye göçtü oymak tamamen dağıldı.
Oturdukları evler yıkıldı. Şimdilerde yaz aylarında iki aile bu oymakta
yaşamakta kış gelince ilçeye göçerler.
Bu oymakta yaşamış insanlar:
Ahmet
Diner, Hacı Diner, İbrahim Diner, Mehmet Diner, Mustafa Diner, Sülale adı:
(GROLAR),
Vırıt Ali
Onaran, oğlu Veli Onaran, Vırıt Yusuf Onaran Sülale adı: (VIRITLAR)
Yusuf
Dinler, Ömer Dinler, Çerkez Dinler, Mehmet Dinler Sülale adı (KARABEKİRLER)
Yusuf
Tulgan, Oğlu Ahmet Tulgan, Durmuş Tulgan, Sülale adı: (TATARLAR)
Mehmet
Kurt, Oğlu tomas lakaplı Mehmet Kurt Oğlu Gıro lakablı Ahmet Kurt, Sülale adı:
(PATALAR)
Salman
Kekil, Oğlu Ali Kekil, Kadir Kekil. Sülale adı: (İNCAAZLAR)
Veli Ataş,
sülale (MUCUKLAR)
--------------------------
CÜCELER
OYMAĞI:
Cüceler, Biçmoluğun beş yüz metre doğusunda
yer alır. 1956/1974 Yılları arasında geniş bir oymaktı. Bu oymağın insanları da
birbirlerine komşu ve akrabadırlar. Herkesin tarlası, bağı, bahçesi ve ormanı
davar sürüleri, koyun sürüleri sığırları vardı. Su kaynağı çok az iki parmak
kalınlığında akar. Pınarın önünde bir tane dut ağacı, üç tane holuğu vardır. Bu
pınarın altında çamur ve taş duvardan yapılmış göl vardı. Herkes tarlasını
bahçesini bu gölden sularlardı. O tarihlerde bu insanlarda huzur, neşe, sevgi,
saygı ve komşuluk vardı. Ekin ve harman hasadı kenger alımı zamanı herkes
birbirleriyle yardımlaşa çalışırlardı. Kimse kimseden para almazdı. Şimdilerde
mahalle tamamen yok oldu.
Cücelerde ikamet etmiş insanlar:
Mahmut
Berk, Oğlu Ali Berk, Oğlu Mıstık Berk, Cüce Mehmet Berk, Sülale adı: (CÜCELER)
Mehmet
Karagöz, Oğlu Mehmet, Oğlu K.Mehmet, Oğlu Halil, Oğlu Osman, Oğlu Memiş Karagöz
Sülale adı: (KARGÖZLER)
Ahmet
İncecik, Bekir İncecik, Veli İncecik Sülale adı: (YALANCILAR)
İbrahim
Baykurt, Oğlu Mustafa Baykurt, Oğlu Cuma Baykurt Sülale adı: (MANOĞLANLAR)
Yakup
Çağrıcı, Sülale adı: (YAAPLAR)
Ahmet
Derebent, Oğlu Mehmet Derebent, Oğlu Âşık lakaplı Yusuf Derebent, Sülale adı: (KARAHASANLAR)
İbrahim
Aras, bu oymakta bir müddet ikamet ettiler.
Son yıllarda
kimi öldü, kimi Pazarcık’a kimi Cerit’e göçmüşlerdir.
-----------------------
DEVRENT
OYMAĞI:
Bu oymak Biçmoluğun sekiz yüz metre
aşağısında yer alır. Burada Galifelere ve Fişökelere ait üzüm bağları ve
tarlalar vardı. Galife Mustafa’nın maseresi vardı. Biçmoluk, Cüceler, Tosunlar
ve Fişökeler oymağında yaşayan insanlar pekmezlerini bu maserede kaynatırlardı.
Oymağın içme suyu çok kısa ve bir el parmağı kalınlığında suyu vardı. Pınarın
önünde üç tane ağaç holuk mevcutdu.
Önünde bir göl vardı. Gölün önünde Kavlak
Gocaya ait araziler vardı. Bu oymakta ikamet etmiş insanlar: Mehmet Aras, Oğlu
Mehmet Aras, Oğlu İbrahim Aras, Oğlu Hacı Aras, Oğlu Ali ve Osman Aras, sülale
adı: (Kavlaklar) Galife Koca, Oğlu Mustafa bu oymakta ikamet ettiler. Sülale
adı: (Galifeler) Cino lakaplı Mehmet Baykurt, Veli Baykurt sülale adı:
(Manoğlanlar) Bu aileler bir müddet bu oymakta yaşadılar. Son yıllarda kimi
öldü, kimi Pazarcık’a, kimi Cerit’e göçmüşlerdir.
--------------------
KÖYÜN GELİR KAYNAĞI:
Genelde çiftçilik, malcılık, ve yılardır Halk’ın
gelir kaynağı yıllardan beri Çukurova, Şanlıurfa, Gaziantep, Diyarbakır gibi
illerde fabrikalarda çalışırlar. Pamuk çapalama ve toplama işlerinde günlükçü
olarak elde edilen gelirlerdir. Ayrıca portakal, mandalina hasatı gibi işlerde
çalışmak üzere Kuzey Kıbrıs’a giderler.
----------------------
İŞ YERLERİ:
Bir
adet Ptt şubesini İbrahim Mısır çalıştırdı. Üç adet Hızar Atölye’si, Hacı Ömer
Mehmet, Fevzi Boğaz Yusuf Kekil çalıştırdı. Üç adet taş fırın, Kara Mustafa,
Gaziler, Solak Ömer çalıştırdı. İki adet kasap Solak Mıstık Tekel ve Kocoğlan
bir adet bakkal
Köşker Salman, üç adet manifatura dükkânı
Solak Mıstık Tekel Hacı Yelo, Veli Güler, dört adet demirci, Ahmet Altun,
Körhasan, Mehmet, Körhasan Hacı Körhasan, dört adet köşker, Ali Güler, Köşker
Salman Bahçe, Hafız Yusuf, Hafız Doğanpınar üç adet kalaycı, Ahmet Yurtal,
Nalbant Ahmet, Kalaycı Yusuf, iki adet Semerci Ali Açıkgöz ve Ali Rıza Ünal, iki adet nalbant
ustası Kır Nalbant Temziyürek, Sarıkız Battal Yıldızlı, bir adet kilim ustası,
Veli Duymaz.
-------------------
CAMİLER:
Keziban Hatun Camisi, Hafız Ahmet Camisi,
Arıoba Camisi, Garaj Camisi, Kur-an kursu.
------------------
OKULLAR:
Keziban Hatun Camii yanında bir ev okul
haline getirilmişti. Bu okul Cerit’in ilk ilkokuluydu.1956 yılında yapılan köy
merkez okulu, 1975’
de bir ev ortaokul haline getirilerek köyde ortaokul açılmıştır.
Aksu’ da bir ilkokul, Akdere’ de bir ilkokul,
Engizek Alikocalarda bir ev okul haline getirilmişti. Alikocalarda da bir ev
okul haline getirilmişti.
-------------------------
YURTLAR
OYMAKLAR:
Tosunun yurdu, Uşakkırılan Kavlaklar oymağı, Yalancılar ve kurşun Osman
Yurdu, Babacolar, Hıltlar yurdu,
Körkuyu ve Kaleğdiği oymağı, Erik ve Kavak Oymağı, Manoğlan ve
Kocalıholuk yurdu, Âşıklar Oymağı, Katıranlık ve Salmanlar oymağı, Kösnülü Otlu
burun Cinniler oymakları, Suçıkan ve Balalılar yurdu, Karaveliler Kürt pınarı, Bilallar ve Topal
Ali oymakları.
-----------------------------
AĞAÇ OYMACILIĞI:
1960-1975 Yılları arasında Cerit merkezinde
iki veya üç metre kuturunda ceviz ağaçları vardı. Bu ağaçlar günümüzde yok
oldu. Köyde ceviz oymacılığı yapan Ali Onaran ceviz ağaçlarını genelde bu usta
işledi. Bu ustadan feyiz alan birkaç usta Mehmet Karasu, İbiş Güler, Veli Ataş,
Ahmet Ataş. Ceviz tahtasından sandalye, sandık, duvara asılan büyük tablolar
yapılırdı. Cilalanır, boyanır, güzelce süslenirdi. Bunlar gelin olan kızlara
çeyiz olarak verilirdi. Günümüzde birçok ailelerin evlerinde bu sandıklar
mevcuttur. Şimdi oymacılık ve işleme sanatı da yok oldu.
--------------------------
AĞAÇ BEŞİK:
Bebekler için ağaçtan yapılmış beşikler vardı. Genelde beşik işini Molla Yusuf ve Mehmet Boğaz yapardı. Anneler bebeklerini bu beşiklerde büyütürdü. Evin odasına salıncak denilen ipten beşik yapılırdı. Bu gelenek azda olsa günümüzde devam etmektedir. Anneler çocuklarını büyütmek için şimdiki gibi özel bezler yoktu. Çapıt bezler kullanırlardı. Bebeklerin altına yaş geçirmesin diye höllük adı verilen yumuşak toprak elenir konurdu. Çocuğun üzeri yorgan ile örtülür ve bebek beşikten düşmesin diye yörek ipi ile bebek bağlanırdı. Bebeğin başı üşümesin diye özel renkli bez parçalarından yapılmış terlik giydirilirdi. Ağaç beşikleri günümüzde bazı aileler kullanırlar. Bu bölümde anlattığım birçok gelenekler günümüzde unutuldu.
Bebekler için ağaçtan yapılmış beşikler vardı. Genelde beşik işini Molla Yusuf ve Mehmet Boğaz yapardı. Anneler bebeklerini bu beşiklerde büyütürdü. Evin odasına salıncak denilen ipten beşik yapılırdı. Bu gelenek azda olsa günümüzde devam etmektedir. Anneler çocuklarını büyütmek için şimdiki gibi özel bezler yoktu. Çapıt bezler kullanırlardı. Bebeklerin altına yaş geçirmesin diye höllük adı verilen yumuşak toprak elenir konurdu. Çocuğun üzeri yorgan ile örtülür ve bebek beşikten düşmesin diye yörek ipi ile bebek bağlanırdı. Bebeğin başı üşümesin diye özel renkli bez parçalarından yapılmış terlik giydirilirdi. Ağaç beşikleri günümüzde bazı aileler kullanırlar. Bu bölümde anlattığım birçok gelenekler günümüzde unutuldu.
------------------------
AĞAÇ KAŞIK:
Zamanında hiçbir ailede demir kaşık, çatal
diye bir şey yoktu. Köyde ağaç kaşık oymacılığı yapan ustalar: Koca Mıstık,
Muhammet Güneş, Veli Ataş, Salman Çelebi vardı. Genelde kaşık, armut ve erik
ağaçlarından yapılırdı. Ağaç kaşığın büyüğüne çomça denilirdi. Bu kaşıklar bile
her ailede yeterince olmazdı. Yemek yerken kardeşlerimizle kaşıkları
paylaşırdık.
---------------------
ÇİFTÇİLİK
VE TAŞIMACILIK:
Ç.Cerit’li, motorlu taşıtlarla tanışmadan önce at, katır, eşek gibi hayvanlarla taşımacılık yaparlardı. Aynı zamanda binek hayvanı olarak yararlanırlardı. Tarla ve bahçeleri karasabanla öküz veya at, katır, merkeple sürerlerdi. Çift sürmede ağaç saban, boyunduruk ve meses kullanılırdı. Daha sonra saban demirden imal edildi. Öküzlerle çift sürülmese de at, eşek, katır ile çift sürme devam eder.
Ç.Cerit’li, motorlu taşıtlarla tanışmadan önce at, katır, eşek gibi hayvanlarla taşımacılık yaparlardı. Aynı zamanda binek hayvanı olarak yararlanırlardı. Tarla ve bahçeleri karasabanla öküz veya at, katır, merkeple sürerlerdi. Çift sürmede ağaç saban, boyunduruk ve meses kullanılırdı. Daha sonra saban demirden imal edildi. Öküzlerle çift sürülmese de at, eşek, katır ile çift sürme devam eder.
-------------------------
BATIL İNANÇLAR:
İki
bayram arası düğün yapmanın aileye uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Düğün
Salı günü başlar, Perşembe günü biterdi. Mahallede cenaze olduğunda düğün
durdurulurdu. Gelin sessizce oğlan evine götürülürdü. Temmuz, Ağustos ayları
çok sıcak geçerse o sene karın çok yağacağına inanılırdı. Bir evde eşler
devamlı kavga ederse o aileye başka huzursuzluklar getireceğine inanılırdı.
Bile bile bir kedi öldürülürse öldüren kişinin hastalanacağına ya da başına
başka bir iş geleceğine inanılırdı.
Cuma günleri çalışılmaz, Salı gününde
çamaşır yıkanması ailede uğursuzluk sayılırdı. Evlerin yakınında kargaların
ötmesi aileye uğursuzluk getireceğine inanılırdı. Köpeklerin bir evin yakınında
havlaması o aileden birinin öleceğine veya ağır hasta olacağına inanılırdı.
Köyün dışında havlaması o köyden bir kişinin öleceğine inanılırdı. Depremin
adına ‘’Yer oynadı.’’ denilirdi.
Havalar kurak giderse, ağaçtan
yapılmış çomçalı gelin ismi verilen renkli tüllerle süsleyip bebek haline
getirilir. Bir bayan bunu eline alarak Mahallelerde maniler söyleyerek
‘’Çomçalı gelin susamış su ister bir tas su getirin.’’ diyerek gezdirir. Yağmur
yağması için herkes çomçalı gelinin başından bir tas su dökerdi.
Bunu genelde Deccel Karı diye bir yaşlı
kadın yaptığı zaman bu dilekler kabul olurdu.
Günümüzde bu gelenek yok oldu. Evli bir erkeğin ikinci hanım alması hele
de bu kişi yaşlı ise tekrar düğün çaldırması mahalleye uğursuzluk getireceğine
inanılırdı. Karasinek çok olursa o sene kışın sert geçeceğine inanılırdı,
kızıları çok olursa kışın hoş geçeceğine inanılırdı.
Ay tutulduğunda ayı bir yılanın yuttuğuna
inanılır evde bulunan silah doluysa silahın yönü havaya çevrilerek
boşaltılmazsa o eve uğursuzluklar getireceğine inanılırdı. Ayrıca ayın yılandan
kurtulması için tenekeler çalınarak ses çıkartılır, salalar okunurdu. Yılanın
ayı bırakacağına inanılırdı.
Sıtma hastalığını iyileştiren pınar vardı.
Bu pınarda yıkanan kişinin sıtması geçerdi. Sarımsak kabuğu rast gele yere
atılıp tepelenmez, tepelenirse aileye uğursuzluklar getireceğine inanılırdı.
Güvercinin öldürülmesi, pisliğinin tepelenmesi aileye uğursuzluk getireceğine
inanılırdı. Ocağın külü rastgele yerlere atılmazdı. Ve tepelendiğinde cin
çarpmasından korkulurdu.
Yeni doğum yapmış kadının ve bebeğin kırkı
çıkmadan evden çıkarılmaz. Doğum yapan kadının üzerinden atlanılmaz, kediye
atlatılmaz. Doğum yapmış kadın, diğer doğum yapan kadının evine habersiz
gelemezdi. Gelmesi için iki kadın arasında iğne değiştirilir. Yine kırkı
çıkmayan kadının ve bebeğin üzerinden cenaze götürülmez. Düğün konvoyu
geçirmezlerdi.
Şayet
cenaze evin üzerinden geçmek zorunda ise anne bebeğini kucağına alır, cenaze
gelecek yolun üst tarafında beklerdi. Günümüzde bu inançlar yok oldu. Yeni
doğmuş bir haftalık bebeğin muhtelif yerlerine ateşte ısıtılmış iğne basılırdı.
Bu inanç azda olsa günümüzde devam eder.
Yeni doğmuş bebeği ve anneyi al basmasın diye bebeğin ve annenin başının altına
Kur’an-ı Kerim konur yastığın içine iğne batırılmış soğan, bıçak ya da demir
parçası konulurdu. Bacaların içine karaçalı konulduğu da söylenir. Doğumdan
kırk gün sonraya kadar geçen süreye "Kırkı çıkma" denir. Anne kırkı
çıkıncaya kadar mecbur olmazsa
Doğum yapmış
iki anne kırkı çıkmamışsa birbirleriyle karşılaştırılmazdı.
Kırk çıkarma yapılırdı. Kadının ve bebeğin
banyo yapması gerek. Kalburun üzerinden su dökülürken ‘’Bu kadınların kırkı, bu
kurtların kırkı, bu kuşların kırkı, buda anne ile bebeğin kırkı.’’ denerek
annenin ve bebeğin üzerinden su dökülerek kırkı çıkmış olurdu. Bu geleneklerin
bazıları devam etse de birçoğu yok oldu gitti.
------------------------------
HABERSİZ EVLENDİRME:
İki aile birbirleri arasında konuşarak
‘’Kızım seni filanın oğluna verdik, oğlum sana falanın kızını aldık.’’
derlerdi. Oğlan ve kız birbirlerini görüp tanımadan, tanışmadan da olsa baba ve
annenin karşısına çıkıp evliliğe hayır diyemezlerdi. Her ne pahasına olursa
olsun evliliği kabul ederlerdi. Bu gelenek günümüzde tamamen yok oldu.
--------------------------------
OKUNTU DAĞITMA:
Okuntu komşulara, hısım, akrabaya ve
tanıdıklara; çorap, elbiselik kumaş ve düğün gününü belirleyen davetiye
kartları verilir. Gün geldiğinde düğün
başlar. Bu gelenekler günümüzde devam ediyor.
-----------------------------
DÜĞÜR GİTME:
Evlenecek olan gençler birbirleriyle konuşup
tanıştıktan sonra sıra dünür gitmeye gelir. Dünür gitmeden önce damat adayının
ailesi durumu bir aracıyla kız ailesine bildirir. Kızın ailesi daveti kabul
ederse ‘’Gelin konuşalım.’’ derler. Davete eli boş gidilmez. Baklava veya
kıvrım tatlısı götürürler. Kız ailesinden olumlu bir cevap alındığında münasip
bir günde tekrar kız istemeye gidilir. Kız istemeye gidildiğinde bir aile
büyüğü kızı isterken ‘’Allah' ın emri, Peygamber' in kavli ile kızınızı
oğlumuza istiyoruz.’’ derler. Kızın ailesi ‘’Kız oğlan birbirlerini sevmişlerse
Allah hayırlı etsin.’’ derler. Bu gelenek günümüzde devam etmektedir.
------------------------------
NİŞAN TAKMA:
Kızın ailesine birkaç gün sonra tekrar
gidilir. Nişan için randevu istenir. Aileler ‘’Artık hısım olduk.’’ diyerek bir
sofrada yemek yenilir, dualar edilir. Nişan kız ailesinin isteğine bağlı.
İsterse nişan yaptırır.
İstemezse yaptırmaz. ‘’Nişan masrafının yerine
kızımıza bir tane bilezik takarsınız.’’ denilirdi. Bazı nişanlar iki aile
arasında olur. Nişana eş dost, konu komşu davet edilmez. Nişanda damat adayının
bir aile büyüğü kızın yüksüğünü takar. Kızın aile büyüğü damat adayına
yüksüğünü takar. Damat adayının ailesi kıza bir çift altın küpe takar. Sıra
gelir başlık parası konusuna.
Bunun adına ‘’Kalın parası.’’ denirdi.
Damat ailesinden bir miktar para alınırdı. Çeyizi kızın ailesi görürdü.
Günümüzde başlık parası kendiliğinden kalktı. Sıra takı istemeye gelince, kızın
ailesi kızı için cumhuriyet altını veya bilezik ister. Takı sayısı belirlenir.
Bazı kız ailesi damat adayının ailesine takı işini sizin şerefinize bırakıyoruz
diyebilir. Bu durumda aile bütçesine göre davranır. Takı kına günü takılır.
Kız ve damadın ailesinin çevreleri
bütçelerine göre gelin ve damada bir altın yarım altın, çeyrek altın veya
bilezik, gerdanlık, kolye gibi takılar takılır. Altın takmayanlar para
verirler. Nişanlılık döneminde arada bir kızın ailesine ziyarete gidilir. Damat
adayı nişanlısına altın veya başka hediyeler götürebilir. Bu geleneklerin
bazıları unutulsa da günümüzde devam edenleri vardır.
----------------------------
ESKİ DÜĞÜNLER:
Eskiden köyde düğünler daha bir başka
olurdu. Her düğünün bir sağdıcı olur. Sağdıç düğünü yönetir. Düğünler genelde
güz mevsimi kışa doğru yapılırdı. Düğünün başladığı gün oğlan evine Türk
Bayrağı asılır. Düğünler genelde davul zurnayla devam ederdi. Davulu Kör Yusuf,
Toko Ali, Zurnayı Lorkey çalardı. Bu işi yapanlara aptal denilirdi. Gerekirse
aptalı Pazarcık’tan, Gaziantep’ten getirtirlerdi.
Düğün bir hafta devam ederdi. Düğünler
genelde uzun damda çalınırdı. Erkekler gündüzleri halay çeker, tura oynar,
güreş tutarlardı. Kadın ve kızlar erkeklerle birlikte halay çekmezlerdi.
Kadınlar akşam geniş bir evde toplanır, kapılar içerden kilitlenir, davul zurna
eşliğinde oynarlardı. Çok zaman davulcu, zurnacı kadınların yanında değil de
kapıda çalarlardı. Kaçan kıza kesinlikle düğün yapılmazdı.
---------------------------
ŞİŞMAN OYUNU:
Düğünlerde şişman oyunları oynanırdı.
Şişman denen kişi ellerini yüzünü bacaklarını saç karasıyla boyar Halk’ın
arasında maskaralık yaparak halk’ı güldürürdü. Bu oyuncular lakabıyla Sarıkız
Hıdır, Camız Ahmet, Balaban Haceli Duymaz, Oruçpınar’ı köyünden ‘’İnce’’
denilen kişi genelde şişmanı oynardı.
------------------------
GÜREŞLER:
Köyün yiğit delikanlıları
güreşirlerdi. Bu güreşçiler Mustafa Tükel, Ahmet Öcal, Mahmut ve Mustafa
Çalışkan, Osman Karagöz, Körhasan Veli, Bertiz’in köylerinden kendine güvenen
güreşçiler gelirdi. Bu geleneklerimiz bir bir yok oldu.
--------------------------
HALAY OYUNLAR:
Halk oyunlarımızdan yöremize ait Bertiz,
Ceren, Çamdan, Sakız akıyor, Türkmen Halayı, Kırıkhan, Hasan Dağı, Köroğlu,
Maraş Halayı, Antep Pekmezi gibi oyunlar oynanır. Kadın erkek kesinlikle
bir arada halay çekmezlerdi. Gelin hiç oynatılmaz, damatla dans ettirmezlerdi.
---------------------------
TURA OYUNU:
Tura kıl ipinden elli santim uzunluğunda
özel örgülü ucu düğümlenir. Bu oyunda iki kişi karşılıklı oynarken tura ipi ile
birbirlerini döverler. Ortada bazen dört kişi olur, davul zurna eşliğinde
oynanır. Oyuncular sırtına sade bir beyaz gömlek giyer kalın elbise
giyinmezler. Sırtlarında aba veya ceket varsa çıkartırlar. Taraflardan biri pes
edinceye kadar oyun devam eder. Oyun zıplayarak ve koşarak oynanır. Bu oyunları
oynamak gerçekten yürek isteyen oyunlardan biridir. Günümüzde bu oyunun adı
bile kalmadı.
-------------------------
SİNSİN
OYUNU:
Geceleri ateşler yakılarak sin sin oyunu iki
veya üç kişi tarafından alev alev yanan ateşin üzerinden atlayarak oynanır. Bir
kişi ateşin başından ayrılmaz, ateşin bekçisidir. Başka gelen biri onu kovar
kendisi bekçi olur, oyun böyle devam eder gider.
-----------------------------
GELİN GÖTÜRME:
Gelin herdem denen çeşitli renklerde tül
bezlerle tepeden tırnağa süslenir. Gelini almak için seğmenler toplu halde
silahlar sıkarak kız evine giderler. Kız, baba evinden çıkmadan önce kapı
tutulup hediye istenirdi. Kapıyı tutanın isteği verilir. Gelin evden alınarak
ata bindirilir. Oğlan evine doğru yol alır. Seğmenler kara barut ile tüfek ve
çifte tabanca sıkarak ilahiler eşliğinde götürülürdü. Damadın babası gelinin
yanı sıra yürür.Çocuklar ve büyükler gelinin yolunu keser. Düğün sahibinden
para isterler. Düğün sahibi yolu kesenlere üç beş kuruş vererek razı eder.
Damadın ailesinden başlık parası alınmışsa
çeyizi kızın ailesi görürdü. Çeyiz bir katır veya iki katır yükü olurdu. Ceviz
tahtasından yapılmış iki tane sandık, özel kabartma nakış işlemeli diğeri çul
çuval artmak ve kaplardan oluşurdu. Kız baba evinden çeyizini de beraber
götürürdü. Oğlan evine gelindiğinde gelin hemen attan indirilmez. Gelinin
kucağına ilk çocuğu oğlan olsun diye erkek, kız olsun diye kız çocuğu koyarlar.
Sağdıç gelin attan inmiyor diyerek
kaynanayı, kayınbabayı gelinin yanına çağırır. Geline hediye ister. Kaynana,
kayınbaba ceviz ağacı ve bağ verirlerdi. O arada gelin attan indirilir. Gelin
merdivene adımını atmadan önce başından şeker ve buğday atılır. Gelin evin
kapısına geldiğinde eline bir nar verilir. Gelin bu narı kapıya çarparak kırar.
Orada bulunan herkes tarafından alkışlanır. Narın kırılması gelinin güçlü ve
yiğit olması anlamında, kıramazsa gelinin güçsüz, zayıf olması anlamına gelir.
Sıra gelin ve damadın odalarına gitmesine
geldiğinde kaynana eline Kur-an’ı Kerim alır kapının eşiğinde elinde tutar.
Gelin ile damat birlikte kitabın altından geçerek odalarına giderler. Kur’an-ı
Kerim’in altından geçmeleri gelin ve damatın dini ibadetlerine düşkün olmaları
anlamına gelir. Daha sonra yemekler yenir kuran okunur, dualar edilir. Yemek
sonu düğün sahibi bir köşeye çekilir. Yemeğini yiyen Halk hayırlı olsun
dualarında bulunurlar. Bu tür geleneklerimiz devam etmektedir.
-----------------------------
YENİ
DÜĞÜNLER:
Günümüzde davul zurna geleneğimiz pek az.
Davul zurnanın yerini orkestralar, ilahiler almış vaziyette. Eskiden bir hafta
veya iki hafta olan düğünler günümüzde kalmadı. Şimdi bazı aileler bir gün,
bazıları üç gün, bazıları dört saat devam eder. Şimdi düğünler her mevsimde
yapılıyor. Bazı gün bir günde en az üç beş tane düğün olur. Köyde düğün salonu
yoktu. Düğünler genelde sokaklarda çalınırdı. Kadın kız eskiden açıkta halay
çekmezlerdi. Şimdi kadın, erkek gece gündüz karışık el ele, kol kola halay
çekiyorlar. Öğleden sonra takı merasimi yapılır.
Kaynana kayın baba takacakları takıyı
takarlar. Peşinden iki ailenin akrabaları ve gelinin ve damadın arkadaşları
takılarını takarlar. Kız tarafı oğlana, oğlan tarafı kıza takarlar. Genelde
cumhuriyet altını ve para verilir. Akşam saat yirmi ikiye doğru gelin ve
damadın gece kınası yakılır. Kına gelinin sağ avuç içine yakılır.
Aynı anda damadın sol el serçe parmağına
kına yakılır. Gelinin avucuna altın konur, eli bir bez ile sarılır. Avuca konan
altın gelinin olur.Gelinin çeyizi bir hafta önce damadın evine dizilir. Sabah
saat on onbir arası düğün alayı kız evine kalabalık taksi ve dolmuşlarla konvoy
halinde gider. Kız evine gelindiğinde kız evi kapı tutar para ister. Kapı tutan
kişiye bir miktar para verilir. Gelin ailesinin evinden dualar eşliğinde
alınarak özel bir taksiye gelin damat beraber binerler. Taksinin önüne damadın
babası biner. Yol kesen çocuklara, büyüklere para verir. Konvoy eşliğinde
damadın evine gelinir.
-----------------------------
DÖŞEĞE GİTME:
Düğünden bir gün sonra bayanlar döşeğe
giderler. Bu gelip gitmeler bir hafta ile on beş gün arası devam eder. Döşeğe
varan kadınlar gelini ve gelinin çeyizini görür, hem de aileye üç beş kuruş
maddi yardımda bulunurlar. Bu gelenek günümüzde devam etmektedir.
---------------------------
YOL AÇMA:
Yol açmak için aileden bir hanım
görevlendirilir. Ufak bir hediye ile kız evine gönderilir. Yol açıldıktan bir
gün sonra gelin ve damat bir aile büyüğü ile kızın evine giderler. Oturulur,
sohbetler edilir, çay kahve içilir. Kız isterse bir gece baba evinde yatar.
Damat evine gider. Ertesi gün gelin damat birlikte evlerine dönerler. Bu
gelenek günümüzde devam etmektedir.
-------------------------
BEBEK GÖRME
Doğum yapacak kadınlar için tecrübeli ve yaşlı kadınlar çağrılırdı. Doğumu yaptıran kadın bebeğin göbeğini keser. Bebek iyotlu tuz ile iyice tuzlanır. Yirmi dört saat tuzda yatar. Bunun anlamı vücudun dirençli olmasıdır. Evin büyüğü tarafından bebek kucağa alınır, kıbleye dönerek çocuğun kulağına ezan okuyarak ismi söylenir. Sonra banyosu yapılır. Konu komşu, hısım akrabalar ufakta olsa hediye olarak elbise ve altın getirirler. Bebeğin dişleri çıkmaya başlayınca buğday, mısır ve nohut karıştırarak hedik pişirilir.
BEBEK GÖRME
Doğum yapacak kadınlar için tecrübeli ve yaşlı kadınlar çağrılırdı. Doğumu yaptıran kadın bebeğin göbeğini keser. Bebek iyotlu tuz ile iyice tuzlanır. Yirmi dört saat tuzda yatar. Bunun anlamı vücudun dirençli olmasıdır. Evin büyüğü tarafından bebek kucağa alınır, kıbleye dönerek çocuğun kulağına ezan okuyarak ismi söylenir. Sonra banyosu yapılır. Konu komşu, hısım akrabalar ufakta olsa hediye olarak elbise ve altın getirirler. Bebeğin dişleri çıkmaya başlayınca buğday, mısır ve nohut karıştırarak hedik pişirilir.
Komşulara
dağıtılır. Bu tür gelenekler günümüzde devam etmektedir.
-------------------------
BEBEK BEŞİĞİ
Bebekler için ağaçtan yapılmış beşikler vardı. Bebeğin beşiği ve yatağı kızın annesi kızı doğurmadan önce hazırlar.
Bebekler için ağaçtan yapılmış beşikler vardı. Bebeğin beşiği ve yatağı kızın annesi kızı doğurmadan önce hazırlar.
----------------------------
SÜNNET
TÖRENİ:
Yöremizde sünnet yaşı, ortalama bir aylık
veya yedi yaş arasıdır. Hali vakti iyi olan aileler Sünnet Düğünü, yaptırır.
Sünnet edilecek erkek çocuğa kirve bulunur. Sünnetten önce kirvenin hanımı,
çocuğu banyo yaptırır. Kirvenin çocuğa aldığı kıyafetleri giydirir. Kirve
çocuğu kucağına alarak bir uzman doktor veya sağlıkçı tarafından sünnet
ettirilir. Sünnet olan çocuk yatağına yatırılır. Komşular ve akrabalar
tarafından çocuğa takılar takılır. Takı altın ve para olur. Sünnet töreninden
sonra Mevlit okunur, dualar edilir. Bizde kirve demek birinci derece akraba
demektir. Kirveler, kesinlikle çocuklarını birbirleriyle evlendirmezler. Kirve
çocukları birbiriyle kardeş sayılır. Bu gelenek günümüzde devam etmektedir.
-------------------------
CENAZE VE
TAZİYE
Çağlayancerit’te cenaze törenlerine çok önem verilir. Ölüm haberi duyan komşular cenaze evine giderler. Cenazenin yıkanmasını beklerler. Cenaze yıkanınca tabuta konur, üzerine esans ve kolonya dökülür. Cenaze evden alınıp omuzlarda taşınarak musalla taşına getirilir. Burada bir imam tarafından namazı kılınır. Tekrar omuzlarda Kabristan’a götürülür. Cenaze hazırlanan mezara defnedilir.
Çağlayancerit’te cenaze törenlerine çok önem verilir. Ölüm haberi duyan komşular cenaze evine giderler. Cenazenin yıkanmasını beklerler. Cenaze yıkanınca tabuta konur, üzerine esans ve kolonya dökülür. Cenaze evden alınıp omuzlarda taşınarak musalla taşına getirilir. Burada bir imam tarafından namazı kılınır. Tekrar omuzlarda Kabristan’a götürülür. Cenaze hazırlanan mezara defnedilir.
Bir gün sonra taziye ziyaretleri başlar.
Cenaze evinde kadınlar ayrı, erkekler ayrı yerde toplanır. Kadınlar ağıt
yakarlar. Taziye yerinde kur-an okunur ölenin ve tüm geçmişlerin ruhuna
Fatiha’lar bağışlanır. Cenaze sahiplerine öğüt nasihatler de bulunulur. Baş
sağlığı dilerler. Konu komşu yemek yaparak cenaze evine gönderir. Bu gelenek
bir hafta ile onbeş gün arası devam eder. Gelen misafirlere kola ve çay gibi
içecekler ikram edilir. Bu geleneklerimiz günümüzde devam etmektedir.
------------------------------
KUR’AN OKUTMA:
Cenaze sahipleri, taziye süresince tıraş
olmaz, elbiselerini değiştirmez ve saçlarını taramazlar. Bu, gelenek yas çekme
anlamındadır. Günümüzde bu inançlar unutuldu. Taziyeden bir gün sonra veya bir
hafta sonra ölen kişinin ruhu için yemek hazırlanır. Yemekler, sulular yenilir.
Peşinden kur-an’ı kerim okunarak tüm geçmişlerin ruhuna Fatihalar bağışlanır.
-------------------------
MEVLİT OKUTMA:
Yıllar
önce mayalı hamurdan kömbeler yapılır, mevlit kömbeyle okutulurdu. Şimdiyse
yemek yapılıyor. Genelde; pirinç, bulgur, dövme pilavı yanına; patates sulusu,
nohut ve fasulye sulusu, yoğurtlu cacık, lahmacun gibi yiyecekler hazırlanır.
Komşular toplanır iki hoca tarafından mevlit
okunur. Arada misafirlere mevlit için hazırlanmış şerbet verilir, tütsü koklatılır.
Mevlit şimdi genelde camilerde okutuluyor. Cami cemaatine özel hazırlanmış
paketlerde bisküvi, şeker dağıtılır, mevlit şerbeti veya kola, meyve suyu gibi
içecekler ikram edilir. Mevlit okuyan hocalara el avlusu veya para verilir. Bu
gelenek günümüzde devam etmektedir.
----------------------------
HACCA UĞURLAMA:
Hacca gidecek Hacı adaylarını uğurlamak için
bir vakit namazının ardından cami cemaati ve diğer hısım, akrabalar,
vatandaşlar toplanır. Kur-an ve ilahiler okunur. Topluca dualar edilir. Hacı
adayları Halk’la helalleşirler. Arabalara Türk Bayrağı asarak konvoy eşliğinde
hacılarımız uğurlarız.
-----------------------------
HACI ZİYARETİ:
Haçtan dönen hacılar yine Halk tarafından
araba konvoyları ile toplu halde yolda karşılanırlar. Bir toplantı yeri
belirlenerek orada toplanıp dualar edilir. Hacılar evlerine gönderilir. Ertesi
gün konu komşular ufak hediyeler alarak hacıları ziyaret ederler. Hacı gelen
misafirlerine Zemzem Suyu, hurma, tespih, terlik, esans yüksük gibi hediyeler
verirler.
----------------------------
ASKER UĞURLAMAK:
Askere gidecek gençlerin eline kınalar
yakılır. Gece on bire kadar davul zurna eşliğinde halaylar çekilir, şenlikler
yapılır. Sabahleyin asker adayları bir yerde toplanır. Büyük dualar edilir.
Ardından kur-an okunur. Böylece gençlerimizi askere göndeririz. Askere giden
gençlere arkadaşları ve konu komşu üç beş kuruş harçlık verir. Bu geleneğimiz
günümüzde devam etmektedir.
-------------------------------
EV GÖRMEYE GİTME:
Yeni yapılan ev için ev sahibi tarafından
önce yemek yapılır; sulular, pilavlar, tatlılar hazırlanır. Konu komşu davet
edilir, yemekler yenilir. Kur-an okunarak dualar edilirdi. Sonra ev ziyaretleri
başlar. Yapılan ev beton veya ahşap olsun fark etmez. Yakın akrabalar ve tanıdıklar
‘’Eviniz hayırlı olsun.’’ demeye gelirler. Ev görmeye boş gidilmez tabi. Para,
halı, kilim, yolluk, perde, herhangi bir mutfak eşyası gibi hediyeler
götürürler.
--------------------------
YEMEK ÇEŞİTLERİ:
Köyümüz Coğrafi bakımdan, Akdeniz Bölgesinde
bulunmasına rağmen hem Güneydoğu, hem Doğu Anadolu bölgelerine yakın
olduğundan, bu bölgelerin de yemek kültürünü taşımaktadır. Özellikle Güneydoğu
Anadolu yemek kültürünü yansıtır.
-----------------------------
ÇORBALAR:
Aşure, Mercimek, Ezogelin, Bulgur Çorbası,
Erişte, Sütlü Çorba, Katıklı, Yoğurtlu Çorba, Yoğurtlu Aş, Boş şora, Pirpirim,
ve Narpızlı Çorba, Tarhana Çorbası gibi çeşitleri vardır.
-----------------------------
TARHANA ÇORBA YAPIMI:
Tarhana çorbasının yapılışı tarhana akşamdan
bir tencereye su ile ıslanır. Sabahleyin çorbaya beyaz çalgam, nohut ilave
edilerek kaynatılır. Çorba piştiğinde ocaktan alınarak soğumaya bırakılır.
Çorbaya tereyağı yakılır. Bir baş samursak dibekte dövülerek hafif tuz ilave
ederek karıştırılırılıp çorbaya katılır. Çorbaya ekmek doğramak çorbayı yiyenin
isteğine bağlı. Çorbanın yanında pekmez helva gibi yiyeceklerle yenilir.
---------------------------------
BORANILAR:
Pirpirim, Narpız, Baldırcan, Kenger, Yemlik
Boranısı gibi çeşitleri çoktur.
--------------------------------
KÖFTE ÇEŞİTLERİ:
Sulu Köfte, İçli Köfte, Mercimekli Köfte,
Sümüt Köfte, Eşgili Köfte, Çiğ Köfte, Patatesli Köfte, Sarımsaklı Köfte
daha birçok çeşitleri vardır.
---------------------------
YAHNİ ÇEŞİTLERİ:
Kuru Fasulye, Taze fasulye, Nohutlu,
Patatesli, Mantar, Bezelye, Ebe Gümeci Yahnisi çeşitleri ve Paça gibi çeşitleri
vardır.
----------------------------
HOŞAF ÇEŞİTLERİ
Ekşi elma, tatlı elma, güz elması, şeftali,
ayva, güz armutu, aşılak, kuru üzüm, kayısı, kara erik, incaz eriği, vişne,
kiraz, böğürtlen, kuşburnu, yemişen bu tür meyveler yaz mevsiminde cinsine göre
dilimlenir. Kabuğu soyulur, erik ve kiraz cinsleri tüm olarak güneşte
kurutularak saklanır. Kış mevsiminde hoşaf yapılarak yemeklerin beraberinde
yenilir.
---------------------------
PİLAV ÇEŞİTLERİ:
Bulgur Pilavı, Yumurtalı Bulgur Pilavı,
Pirinç Pilavı, Narpuzlu Pilav, Körmenli, Etli ve Havuçlu Pirinç Pilavı,
Salçalı, Dövme Pilavı, Fasulyeli Pilav, Patatesli, Keşkah Güveç, Tava, Çoban
Aşı, Tamtum Aşı, Kabaklı Pilav gibi
çeşitleri çoktur.
-------------------------
SALATA ÇEŞİTLERİ:
Domates salatası, pirpirim salatası, marul,
narpız, bostan, kenger, ebegümeci salatası bu salataların içine zeytinyağı ve
siyah zeytin taneleri suda pişmiş yumurta,
limon ve peynir ilave edilir.
-----------------------------
TURŞU ÇEŞİTLERİ:
Turşu genelde acı ve tatlı biberden yapılır.
Domates, patlıcan, havuç, ayva dilimi ve sirke karışımından olur. Turşu genelde
güz mevsiminde hazırlanır. Turşuya hafif limon ekşisi karıştırılarak yapılır.
------------------------------
SARMA VE DOLMA:
Dut ve bağ yaprağı, lahana, kabak, pancar
yaprağı sarması gibi birçok çeşitleri vardır. Patlıcan dolması, domates, biber,
kabak, soğan, bostan, patates dolması gibi birçok çeşidi var.
------------------------
CERİT’TE YETİŞENLER:
Cerit dört mevsimi doya doya yaşayan bir
tabiata sahiptir. Taşı toprağı bereket fışkırır. Sebzesi, meyvesi, cevizi bir
başka lezzettir. Köyde aklınıza gelen her tür meyve, sebze ve tahıl çeşitleri
yetişir. Cerit’in taşında, toprağında, kayasında, ovasında, beton çatlaklarında
her çeşit meyve sebze yetişmektedir. Köyde her ailenin kendisine yetecek kadar
toprağı, bahçesi, bağı vardır. Her tarafı yeşillik meyve ağaçları, sebze
bahçeleri, buğday tarlaları çok çok ünlü cevizi vardır. Her bir yanından sular
fışkırır. Bağıyla bahçesiyle, dağıyla, ovasıyla, piknik alanları, alabalığıyla
ünlü bir köydür.
------------------------------
MEYVE ÇEŞİTLERİ:
Köyümüzde
(goz) ceviz başta gelir. Aşı cevizi, yerli ceviz, kalaycı cevizi. Cevizin
yararları saymakla bitmez. Her derdin devasıdır. Meyve çeşitleri: Ayva, hurma,
ekşi elma, gürün elma, beyaz elma, kırmızı elma, çilek, beyaz dut, karadut,
urumu dut, kara erik, sarıerik, incaz, yonuz eriği, şeftali, aşı şeftali,
kiraz, armut çeşitleri hacıhamza, taşlı armut, aşılak, güz armutu, nar, badem
gibi çeşitler vardır.
-----------------------------
SEBZE
ÇEŞİTLERİ:
Karpuz,
kavun, çapar kavun, domates, dolma biber, kırmızıbiber, cinbiberi, patlıcan,
fasulye, bezelye, soğan, sarımsak, patates, yerelması, bamya, turp, beyaz
çalgam, havuç, pancar, (Bezzik) uzun kabak, kış kabağı, bal kabağı, su kabağı,
bostan, hıyar, (Salatalık) hıta, lahana, karalâhana, marul, maydanoz,
kuzukulağı, çiğdem gibi çeşitleri çoktur.
-------------------------------
SEBZE MEYVE KURULARI:
Patlıcan, kabak, mantar, salatalık, biber gibi
sebzeler kurutulur. Bağ yaprağı, dut yaprağı gibi yapraklarda salamura
yapılarak kışın nefis dolma, sarma gibi çeşitleri yapılır.
-----------------------------
BÖREK VE KÖMBE ŞEŞİTLERİ:
Su böreği, kıymalı, etli, tavuklu, ısırgan
böreği, ebegümeci böreği, bazlama, yağlama, közleme, kömbe, kül kömbesi,
değirmen kömbesi, mısır kömbesi çeşitleri devam eder.
---------------------------
PİDELER:
Normal pide, etli pide, tahinli pide,
peynirli pide, çeşitleri vardır.
-------------------------
MANTILAR:
Etli mantı, tepsi mantı, peynirli mantı
çeşitleri vardır.
-----------------------
TATLILAR:
Baklava, normal tatlı, tel kadayıf, kıvrım,
un helvası, irmik tatlısı, (Hapsa) tahin pekmez, helva, (Ballı kaymak) oğul
balı, sütlü pekmezli bulamaç yağlı pekmez, kuymak.
-------------------------
AĞARTI ÇEŞİTLERİ:
Süt ve kaymağı, yoğurt ve kaymağı, katık,
çalkama, süzme, peynir, çökelek, tere yağ, ağız, teleme gibi birçok çeşitleri
vardır.
------------------------------
AĞARTILI YEMEKLER:
Yoğurtlu çorba, yoğurtlu pilav, yoğurtlu
sarma, katıklı çorba, katıklı aş, sütlü pirinç aşı, sütlaç, yoğurtlu cacık, yoğurtlu
mantı, yoğurtlu narpızlı, yoğurtlu dövme pilavı,
ısırgan
otundan yoğurtlu çorba çeşitleri vardır.
TARHANA YAPIMI:
Tarhana dövme ile yapılır. Tarhananın gevrek
olması için dört şart aranır. Dördü bir arada olmazsa tarhana gevrek ve güzel
olmaz.
-----------------------------------------------------
1- Buğdayı sert olmamalı Elbistan yazlığı denilen buğday olmalıdır.
2- Çok iyi pişirerek ocakta kürekleme işi ustaca yapılmalıdır.
3- Tarhana sabah erken serilmeli, havalar güneşli olmalı, esinti ve fırtına olmamalıdır.
4- Yoğurt yarı yağlı, yarı yavan, koyun, keçi, inek yoğurdu süzme normal ayran olmalıdır.
1- Buğdayı sert olmamalı Elbistan yazlığı denilen buğday olmalıdır.
2- Çok iyi pişirerek ocakta kürekleme işi ustaca yapılmalıdır.
3- Tarhana sabah erken serilmeli, havalar güneşli olmalı, esinti ve fırtına olmamalıdır.
4- Yoğurt yarı yağlı, yarı yavan, koyun, keçi, inek yoğurdu süzme normal ayran olmalıdır.
--------------------------
Tarhananın suyu ocakta iyice kaynatılır. Yarma
temiz suda yıkanır. Dövme kızgın suya dökülerek pişmeye bırakılmalı. Bir saat
sonra özel yapılmış tarhana küreği ile devamlı küreklenmelidir. Dövmenin kıvamı
tamam olunca kazanın ağzı kapatılarak bir müddet dinlendirilir. Sonra
bakraçlarla kazandan alınarak beton zemin üzerine temiz bir bez serilerek
üzerine boşaltılmalı.
Üç beş hanım bir araya gelerek yağlı
yoğurt, yavan yoğurt veya ayran karıştırarak büyük teşt dediğimiz leğenlerde
yoğrulurken içerisine kurutulmuş nane, kekik, çörekotu, narpız karıştırılır.
Tarhana için özel bir kuyu hazırlanır. Bu kuyuda sekiz ila on saat dinlenmeye
bırakılır. Sabahın erken saatlerinde kavak, çınar, meşe dalına veya bu iş için
özel hazırlanmış çığ üzerine sıkma halinde veya ağaç, mala ile çok ince
serilir, kurumaya bırakılır. İki veya üç gün güneşte kuruduktan sonra
toplanarak yün çuvallarında veya teneke kazanlarında saklanır. Kolay kolay
bozulmaz en az bir, iki yıl tazeliğini korur.
Tarhana yeni kurumaya başladığında firik
halinde, ceviz içi, badem gibi yiyeceklerle yenilir. Kurumuş haliyle çerez olarakta
yenilir. Tarhana Sıcak et suyuna batırarak ta yenilir. Soğan ile tereyağında
kızartılarak yenilir. Ateş
üzerinde
ekmek sacında gevretilerek yenilir. Tarhana hafif ılık suda yumuşatılır.
Pekmez, tef helva, kuymak gibi şire çeşitleriyle yenilir.
----------------------------
ÜZÜM BAĞLARI:
Güney, Taşlık, Harap, Hanifoğlu, Yalangoz,
İğde Üzüm Bağları, Ateş Yusuf Bağı, Hatın Holuğu Bağları, Bilallar ve
Gözüböyükler Bağları, Körhasanlar ve Mollalar Bağları, Arılıkta Pendirler
Bağları, Cuhla Ömerler, Ateş Veliye ait Bağlar, Toraman Bağları, Demirci
Salman’ a ait bağ. Teslimeler, Fakılar, Mucuklar ve Devrent Bağları, Engizek
Alikocalar, Biçmoluk ve Cüceler Bağları, Yalancılar Bağları.1956/1967 yılları
arası Üzüm Bağları Cerit’linin geçim kaynağı idi.
-----------------------
ÜZÜM ÇEŞİTLERİ:
Ezezi, Sultan Ezezi, Kabarcık, Mahrabaşı, Ak
Üzüm, Patlak Kara, Peygamber Üzümü, Kurunur Üzümü, Asma Üzümü birçok çeşitleri
vardır.
------------------------
ÜZÜMÜN PEKMEZ OLUŞU:
Üzümler olgunlaştığında güz mevsiminde
kesilir. Salkımların çürümüş hetifleri bağda ayıklanır. Katırlarla, merkeplerle
masereye taşınır, farçlara dökülür. Üzerine bir miktar beyaz toprak serpilir.
Bu toprak pekmezin ekşi olmamasını önler. Ayağa çizme giyilerek tepelenir,
şerbeti çıkarılır. Çıkan şerbet farçtan olukla sala dökülür. Salda
bekletildikten sonra yine holuklar aracılığı ile tortluk denen ocağa
gönderilir. Şerbet duruluncaya kadar kaynatılır. Şerbet ocağın kenarında ki
büyük sala aktarılır. Sırası geldiğinde şerbet ana ocağa aktarılır, kaynatılır.
Pekmez gıvama geldiğinde ocaktan alınarak
başka bir sala boşaltılır. Burada kulplu bir tas ile savrularak pekmez
soğutulur. Bu arada çıkan köpük özel yapılmış ağaç kaşıklarla yenilir.
Soğuduktan sonra tenekelerle eve taşınır. Kalaylanmış büyük don kazanı
dediğimiz bakır kazanlara veya özel yapılmış sallarda saklanır. İyi pişirilmiş
bir pekmez kışın soğuğunda donar. Bıçak ile dilim dilim kesilerek sofraya
getirilir.
-----------------------
KURU ÜZÜM:
Kuru üzüm genelde peygamber üzümünden en güzelleri
seçilip çürükleri alınır tek tek hetiflenir. Sonra zeytinyağı ile yağlanarak
temiz bez ve gazete üzerine serilir. Kurumaya bırakılır. Bir hafta
güneşledikten sonra tekrar toplanıp yıkanır. Bir ve ya iki saat güneşletilir
daha sonra saklamak için beyaz torbalarda veya sandıkta saklanır. Bozulma
ihtimali yok.Yılın dört mevsiminde sade ve ceviz içi ile yenilir.
---------------------------
MASERE:
Masere yedi farçtan birkaç saldan bir
büyük, bir küçük ocaktan meydana gelir. Farçlar bir metre ile iki metre kare
halinde bir metre derinliğinde. Masere ocağı yuvarlak ve derin bir kuyu
halindedir. Kuyunun etrafı ateşe dayanıklı kiremit taşları ve kireç ile örülür.
Ocağın pekmez kaynayan ve tortluk denilen bölümü, özel yapılmış uzun tandır taşlarıyla
çevrilir. Bu tandırların ön kısmı biraz dar, arka kısımları geniş olur.
Tandırlar kenar kenara dizilir. Araları hamur ile birbirine yapıştırılır.
Tandırların ucuna gelen kısmına bakırdan özel yapılmış kalın ve derin bir teş
yerleştirilir. Pekmez kaynatılacak hale getirilirken ocakta büyük odunlar
yakılır. Şimdiyse maserenin adı bile kalmadı.
------------------------
NİŞE YAPIMI
Nişe en iyi birinci buğdaydan yapılır.
Buğdayın beyaz olmasına önem verilir. Buğday önce bol suda yıkanır. Don kazanı
dediğimiz büyük kazana veya kulplu kazana buğday ıslatılır ve ağzı kapatılır.
En az bir hafta bekletilir. Nişe olgunlaşırken suyu köpüklenir ve ekşi ekşi
kokar. Birkaç tane ele alınır ezilir, olgunlaşıp olgunlaşmadığına bakılır.
Eğer
olgunlaşmışsa büyük teş dediğimiz leğenlere alınarak, ayağa çizme giyerek
tepelenir. Eleklerden geçer. Süzme torbası dediğimiz beyaz torbalara koyularak
ağzı bağlanır, ekmek tahtası üzerine konur, üzerine bir ağırlık konur. Suyu
çekilinceye kadar bekletilir. Torbanın ağzı açılarak sabun kalıbı kalınlığında
ki nişe bıçakla kesilir.
Beyaz bez üzerine serilir. Güneşli havada
kurutulur ve bastık, sucuk, bestil yapımında kullanılır.
----------------------------
HAPSA YAPIMI:
Eğer bastık, bestil, sucuk için hapsa yapılacaksa
büyük kazanlarda hazırlanır. Acele yemek için küçük tava veya küçük bir kazana
pekmez konulur. Yeterince su katılır. Karıştırarak ocakta kaynatılır. Şerbet
haline gelen pekmeze nişe ilave edilir. Tam kıvama gelinceye kadar ateşin
üzerinde karıştırılır. Katılaşınca ocaktan indirilir, soğumaya bırakılır. Acele
yenilecekse üzerine tereyağı dökülür sofraya getirilir.
--------------------------
BASTIK YAPIMI:
Pekmeze yeterince su katarak şerbet haline
getirilir. Ocakta kaynatılır. Şerbete nişe katarak karıştırılır, kaynatılır.
Hapsa haline getirilir. Hapsa cıvık şekilde hazırlanılır. Kıvama geldiğinde
yine kazandan bakraçlarla alınarak düz bir zemine serilen iki metre kare beyaz
bezler üzerine dökülüp sıva malası ile ince bir şekilde beze yapıştırılır.
Kurumaya bırakılır.
Güneşte iki gün kurutulur, bezler toplanıp
üst üste yığılır bastığı bezden almak için bezin arka kısmı ılık su ile
ıslatılır. Bez yumuşayınca bastıkta kendiliğinden soyulur. Bir müddet dinlenir.
Tekrar bastık birbirine yapışmasın diye beyaz buğday unu ile unlanır. Unda
birkaç saat bekletilir. Sonra makaslarla kesilerek küçültülür. Dürülerek şuka
yapılır. Kışın yemek için sandıklarda saklanır kolay kolay bozulmaz. Yılın dört
mevsimde yenilir.
-----------------------------
SAMSA YAPIMI:
Samsa
bastıktan yapılır. Samsanın bastığı çok ince hazırlanır. Ceviz, fıstık, badem
gibi çerezler dibekte dövülür, un haline getirilir. Bastık makaslarla küçük
parçalar halinde kesilir. Üzerine ceviz, badem, fıstık ezmesi konulur ve muska
gibi üçgen şeklinde dürülür. Sonra nişe ile unlanır kolay kolay bozulmaz. Yılın
dört mevsimde sade yenilir.
--------------------------
SUCUK YAPIMI:
Sucuk, pekmezden ve şekerden yapılır. Yine
bastıkta olduğu gibi hapsa hazırlanır. Sucuğun hapsası özel çalılarla ve bu iş
için hazırlanmış motorlarla çırpılır, hapısa katılaştırılır. Altmış santim
uzunluğunda ceviz içi ipliğe dizilir. Gerekirse badem, fındık, fıstık gibi
çerezlerde ipliğe dizilerek sucuk yapılır. Hapsa tam kıvama geldiğinde derince
bir kap içerisine koyulur. Ve hapsanın içine birkaç defa batırılıp çıkartılır.
Bu işlem iki veya üç defa tekrarlanır. Daha
sonra uzun bir şapta üzerine birer birer asılarak kurumaya bırakılır. Kuruyunca
nişe ile unlanır, sandıklarda saklanır. Yılın dört mevsiminde yenilir.
----------------------------
PESTİL
YAPIMI:
Pestil
yine pekmez ve nişeden yapılır. Pekmeze, su karıştırılarak ateşte kaynatılır.
Hapsa tam kıvama geldiğinde soğumaya bırakılır. Hapsa yuka tepsilere ve
sinilere koyulur, iyice katılaşması beklenir. İki santim kalınlıkta, üç beş
santim uzunluklarda mutfak bıçağı ile dilim dilim kesilir. Bezler üzerine
serilerek güneşte kurutulur. Kuruma işlemi bitince pestilin birbirine
yapışmaması için nişe veya un ile unlanır. Bozulma ihtimali yoktur. Yılın dört
mevsiminde yenilir.
----------------------------
ŞEKER
HAPSASI:
Bir kazana yeterince su konulur. Ateşte
iyice kaynatılır. Kaynamış suyun içerisine yeterince toz şeker konulur,
karıştırılır. Nişe ilave edilerek tam kıvama gelinceye kadar hafif ateşte
karıştırılır. Pişince ocaktan indirilir, soğumaya bırakılır. Üzerine tereyağı
dökülerek sofraya getirilir.
------------------------------
BULAMAÇ
YAPIMI:
Pekmez bir tavaya konur bir miktar su
karıştırılır, ocakta bekletilir. İçerisine halis beyaz buğday unu katılarak
ateşin üzerinde karıştırılır. Tam kıvama gelinceye kadar kaynatılır. Bulamaç
olgunlaştığında ocaktan indirilir, soğumaya bırakılır. Üzerine tereyağı dökülür
ve sofraya getirilir.
----------------------------
KUYMAK YAPIMI:
Pekmez
ve şekerden yapılır. Pekmeze ve şekere su ilave edilmeden pekmeze sade tereyağı
ilave edilerek pişirilir. Genelde kuymağı yeni doğum yapmış hanımın yemesi için
hazırlanır.
----------------------------
DİRİ
OMAÇ:
Pekmezden birkaç çeşit omaç yapılır. Diri
omaç için tepsiye pekmez koyulur. Bulgurun ufağı olan sümüt ufağı un haline
getirilmişi katılarak kıvama gelinceye kadar karıştırılır. Yemeden önce
gerekirse içine ceviz içi doğranır veya sade yenilir.
-----------------------------
KIRMA YAPIMI:
Kırma, omacın bir başka çeşidi, yine
pekmezden yapılır. Pekmeze biraz su katarak şerbet haline getirilir. Ateşte
kaynatılır. Şerbet olgunlaştığında içerisine bulgur unu, ufak dövme kırığı
ceviz içi badem, fındık, fıstık, bulgur konularak karıştırılıp kaynatılır. Tam
katılaştığında ocaktan indirilir, soğumaya bırakılır. Soğuyunca başka bir kaba
boşaltılır. Kolay kolay bozulmaz. Tarhana çorbasıyla ve sade olarak veya ekmeğe
dürülerek yılın dört mevsimde afiyetle yenilir.
------------------------
KARSAMBAÇ:
Genelde kış mevsimlerinde yapılır. Bir
tepsiye pekmez konulur. İçerisine biraz eskimiş kar karıştırılarak soğuk soğuk
yenilir.
-----------------------
TEF:
Üzümün
iyisini pekmez yapmak için ayırırken çürükleri fazla yumuşakları seçilir.
Normal yumuşamış hafif çürük olanları da atılmaz. Büyük bir kazan içerisine az
pekmez şerbeti karıştırılarak, siyahlaşıncaya kadar kaynatılır. Piştiğinde
soğumaya bırakılır. Daha sonra başka bir kaba aktarılır. Yılın dört mevsiminde
yenilir. Genelde tarhana çorbası ve ayran ile yenilir.
---------------------------
YATSINCALIK:
Üç öğün yemek dışında yatsıncalık denilen ve
özellikle kışın soğuk günlerinde yenilen dördüncü bir öğündür. Bu öğünde
tarhana, ceviz, badem, bastık, pestil, sucuk, samsa, kuru üzüm, Cerit
elması, portakal, mandalina gibi yiyecekler yenilir.
---------------------------
KORE GAZİLERİ:
Mahmut Hasan Karasu yaşıyor, Çoban Yusuf
yaşıyor, Ahmet Ozan yaşıyor, Mustafa Köker yaşıyor,Ömer Berker ve Killi Ali
Küçük (Ölü)
------------------------
DELİLER:
Adı Mehmet, Lakabı Fişöke sağır. Bu insan
tam deliydi. Derelerde bulduğu leşlerin ciğerlerin söker, koynuna koyar,
acıktıkça yerdi. Kendisine dokunulmazsa kimseye saldırmazdı. 1959 yılında vefat
etti. Adı Elif,
Lakabı
Devlip bazen soyunur sokakta çıblak gezerdi, bazen giyinir kuşanır bir hanım
efendi olurdu. 1960 yılında vefat etti.
-----------------------
MECNUNLAR:
Küpeli Güccük, Ejder, Kerem Salman, Durmuş,
Mustafa Zeki vefat etmişlerdir. Mehmet Tekel kayboldu, Duran,
Cevdet ve Tola yaşıyorlar.
Not: Eski
tarihlerde köyde hiç engelli bir kişi ve iki delinin harici deli yoktu.
22 Ocak 2016 da güncellendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder