Aramızdan Ayrılanlar

KAYBETTİKLERİMİZ
KAYBETTİKLERİMİZ
Çağrı Güler Mustafa Baykut M. Ali Güneş Urus Kemal Gülsüm Çakıl Ayşe Ibrık Hüsne Zorkun Bağdat Elmas Emine Güler Dursun Sivri Havva Rande Cennet Mağara Hüsne Berk Hortlu Hacı Vakkas Kaya Kazakçı Yusuf Yusuf Kırıcı Mustafa Dinler Semerci Durdu Emine Yarbaş Mercen Yıldızlı Mahmut Ali Sultan Karagöz Elif Dolgun Ramazan ve Ülkü D.Şehitleri Emine Kozak Ambarcı Elif Doruk Ali Fatık Onaran Ahmet Dinler Osman Ahmet Zeynep Gök Hasan Dilbaz Hanifi Kekil Mısto Hüseyin Ömer Çirkin Zeynep Nurhak Sinan Dolgun Azzıkçı Ali Hava Kekeç Ümmusün Mehmet H.Kökenöz Ayşe Kökü Hanım Tükel Mehmet Aygörmez Elif Aygörmez Ayak Cuma Mehmet Yalçın Hatice Sarıaltun Beser Mustafa Recep Mehmet İmam Cuma Ayşe Kınalı Mehmet Koca Ayşe Karabıyık Ayşe Demir Nalbant Hasan Ahmet İğde Bömrklü Onbaşı Mehmet Havuç H.Temizyürek M.Onaran E.Çetinkaya Cengiz Sümbül Fatma Berker U.Ahmet Gök Fatih Yakar ve Eşi Hasan Arı ve Eşi M.Ali Arı Hatice Yıldızlı Fahri Yıldızlı İsrafil Yıldızlı Abdurahman Çolak ve Eşi Alırza Ünal Kızı emine Mehmet Kardeş ve Eşi Akif Kuş Fatma ve Merve Koca Furkan ve Nursel Mehmet Dilik ve Eşi Ayşe Dilik Teslime Dilik Ayşe Dilik Salman Malkoç Beser Malkoç Fadime Malkoç Esin Malkoç Beser Mıstık Kasım Zorkun Duran Tekin İbrahim Kozak Nurgül Kozak Canan Kozak Cansu Kozak Enes Kozak Edanur Çalışkan Elif Yeşil Emre Çalışkan Gülsüm Çalışkan Hatice Sivri İsa Filiz Mehmet Canlı Mehmet Çadır Muzaffer Deşir Nursel Hasırcı Ramazan Kırıcı Salman Erinci Yakup Zorkun Yusuf Kelle LİNK ADI Cahal Berk Ebili Berk Mehmet Berk Ökkeş Berk Mıstık Berk Ayşe Berk Selver Berk

11 Nis 2019

Şairin Kendi Kaleminden


                    ŞAİR’İN KENDİ KALEMİNDEN:
      Ey Sevgili Halkım bana bu Âşıklık mahlasını sizler verdiniz. Âşık Ali olarak sizinle doğdum, sizinle büyüdüm, sizinle uyudum sizinle uyandım, sizinle ağladım, sizinle güldüm, sizinle üzüldüm, sizinle neşelendim, sizinle çalıştım sizinle yoruldum. Sayenizde şair ve yazar oldum iyiki varsınız.
       Ben Âşık Ali Ataş:
      Rahmetli anamın dedikleri doğrudur 11 Temmuz 1946 Tarihinde, Kahramanmaraş’ın Çağlayancerit köyü anam değirmen gözündeki tarlamızda ekin biçerken beni dünyaya getirmiş. Her nedense nüfusa 08 Şubat 1948 doğumlu olarak kaydettirmişler. Adım Ali, soyadım Ataş. Âşık Mahlasımdır. Burcum (Aslan). Okuma yazması olmayan bir ailenin üçüncü evladıyım. Babam, Pazarcık’lı olduğunu Cerit’e sonradan geldiklerini söylerdi. Dedemin doğumu bilinmemekte, 01.07.1862 tarihinde vefat etmiştir. Babam Dabanlı aşiretinden Veli Ataş. Lakabına (Ateş) derlerdi. Anam Fatma. Kızıllı aşiretinden Kara Bekir’in torunudur. Lakabına (Gıro’nun) kızı derlerdi.
       Çocukluğum:
      Yoksulluklarla geçen çocukluk yıllarımı çok çok iyi hatırlıyorum. Ben şimdiki çocuklar kadar şanslı bir çocuk değil idim. Oyuncaklarım olmazdı. Tahtadan, kartondan, tenekeden oyuncaklarımı kendim yapıp kendim oynamak isterdim. Fakat babam oynamama izin vermez, oyuncaklarımı kırardı.
       Biz fakir bir aile idik, Mezarlık yakınlarında, odası olmayan, taş duvarlı üzeri mertekli çapkılı toprak örtülü duvarları çamur sıvalı, iki katlı kırk beş metre kare bir evimiz vardı. Odamız yoktu alt katta sığırlarımız yatar, üst katta ana baba çocuklar on baş horanta bir arada yaşadık.
     Sobamız yoktu. Evin bir köşesinde ocak vardı. Kış günü ocakta iri odunlar yakardık Ateşin başına toplanır, ısınmaya çalışırdık. Evimizin üç kat yatağı vardı. Beş erkek kardeşin üçü yatağın başucundan ikisi ayakucundan yatağa girer, bir yorganda beşimiz yatardık. Üç kız kardeş ayrı bir yatakta yatardı. Anne baba bir yatakta yatarlardı.
     Yün döşeğimiz yoktu. Çapıt minderlerde çapıt yorganlarda yattık. Tüm evlerde olduğu gibi bizim evimizde de su yoktu. Köyün gelini, kızı Keziban Hatun Camisi’nin önündeki pınardan bakraçlarla evlerine su taşırlardı. Evimiz pınara çok uzaktı. Bizlerde yaz kış bakraçlarla evimize su taşırdık. O tarihlerde köye üç dört metre kar yağardı. Pınara gidemediğimiz günlerde anam ocakta kar eriterek içecek suyumuzu ve sığırlarımızın içecek sularını temin ederdi.
       Köyde elektrik yoktu:
      Geceleri gazyağı lambası, çam, çıra, lastik kırıntıları yakarak evimizi aydınlatırdık. Özel bir odamız yoktu. Gece gaz lambasının ışığında ders çalışırdım. Babam çok zaman bana kızardı dersine gündüz çalış yarına yakacak gazyağı yok, lambayı yakma, derdi. Bazen lastik bazen çıra yakar ışığında derse çalışırdım. Özel ayakkabım yoktu. Katran lastiği ya da babamın sığır derisinden yaptığı ham çarığı giyerdim. Çorabın ne olduğunu bilmezdik. Buğday, arpa, nohut ekmeğini bilmezdik.
      Genelde gilgil darı ekmeği yiyerek büyüdük. Çok zaman kahvaltısız okula giderdim. Akşam yemeğimizden birkaç lokma kalmış ise sabahleyin onu atıştırır okula öyle giderdim. O günlerde köye 4 metre kar yağardı. Sokaklar kapalı, imkânlar kısıtlı olduğu halde. Şimdiki gibi okullar tatil edilmezdi. Öğlen okuldan eve gelmezdim. Yemeğim, çantamda bulunursa iki diş tarhana ve iki cevizdi.
      Şimdiki gibi okulumuzda kalorifer yoktu. Okula giderken bir parça yarıntı odun götürür odunları sobada yakarak ısınırdık. Sınıfta seksen beş erkek öğrenciydik. Aramızda kız öğrenci yoktu. O tarihlerde kız çocukları okula gönderilmezdi. Çünkü köyde ileriyi ve geleceği göremeyen örümcek kafalı insanlar çoktu.
      Öğrencilik yıllarımda gazete ve kitap okumayı çok severdim. Fakat okuyacak ne gazete ne kitap bulabilirdim. Muhtar Salman Engizek’in sebze bahçesini sulardım. Ağabeyli karakolundan köye gelen askerler Karagöz isimli gazeteler getirirlerdi. Muhtar okuduğu gazeteleri atmaz, bana verirdi. Gece gündüz o gazeteleri okurdum.
       Keven içinde uyurdum:
      Keven; güzün dağlardan sökülerek katır ve merkeplerle yükleyerek getirilirdi. Kışın ıslayıp doğrayarak sığırlara yedirilen bir bitki türüdür. O zamanlarda köylü genelde hayvancılıkla geçimini sağlardı. Keven getirmeyen ev olmazdı. Yumuşak olması için kışın yağmur alacak şekilde evin önüne süyüklerin altına veya ağaçların başına yığarlardı. Bizim evin önünde bir dut ağacımız vardı.
      Babam keveni dut ağacının başına yığardı. Geceleri arkadaşlarımla oyun oynardık. Eve geç geldiğimde babam kapıyı açmazdı. Dut’a çıkar, kevenin orta yerinden kendime yer açar üzerimi kefenlerle örter orada uyurdum. Mevsimlerden güz babam bir gün sabah namazını kıldıktan sonra keven almak için dut’a çıkmış, aşağıya keven atarken üstüm açılmış.
      Uyku ile uyanıklık arasında bir “Ali” sesi duydum. Gözümü açtım ki babam. Ne yapıyorsun burada, dedi. Ne yapayım? Kapıyı açmıyorsun, burada yatıyorum, dedim. O gün üzerime yağmur yağmış ıslanmıştım.
      Kalk dedi, beni aşağı indirdi, eve çıkardı, anama şunun elbiselerini değiştir, dedi. Elbise olarak uzun etekli fistanım vardı. Anam şaşırdı. Neredeydin üstünü nerede ısladın, dedi? Kevenin içinde uyuyordum. Üzerime yağmur yağmış orada ıslanmışım, dedim. Anam babama kızdı. Sen kapıyı açmazsan çocuk nereye gider? Bu çocuk hastalanırsa sana sorarım dedi. Babam bir daha kapıyı kilitlemedi. Çocukluğumda bunları da yaşadım. 
       İlkokul Yıllarım:
      Okul çağım gelmiş geçiyordu. Babam beni okula göndermek istemiyordu. Benim defter kalem alacak param yok, diyordu. Ben ise okula gitmek için gece gündüz ağlıyordum. Evden gizlice kimliğimi alıp okula gittim 1956 yılında okula yazıldım. Keziban Hatun Camisi’nin yanındaki Molla Yusuf’a ait taş duvarlı üzeri mertek, çapkı ve toprak ile örtülü, duvarları çamur sıvalı, tek odalı evde okula başladım. Benden öncede birçok büyüklerimiz buradan diploma almışlar. Şubat tatilinde köylülerin yaptırdığı tek katlı 2 derslikli okula taşındık. Bir ay okula kalemsiz deftersiz gittim. Babam bana defter kalem almıyordu.
      Cevizimiz çoktu. Evden ceviz çalıp rahmetli Hoca Salman Bahçe’ye cevizleri verir kalem defter silgi aldım. Başka defterim olmadığı için deftere yazdığım günlük derslerimi siler bir gün sonra yeniden yazardım. Eski defterler şimdiki defterler gibi kaliteli değildi samanlı defter derlerdi yazıları silerken çok zaman sayfaları yırtılırdı. Okul bitinceye kadar bir defteri kullanırdım.
      Dini Dersler Aldım:
      İlkokulun yanı sıra köyün Fahri İmamı Hasan Basri Tükel hocadan dini dersler aldım hocamın sayesinde.
      Şimdiyse namaz kıldığım camilerde imamın olmadığı zaman müezzinlik ve imamlık yapıp namaz kıldırdığım olmuştur. Okulda elimden her iş gelirdi. Kırılan sıraları oturakları tamir eder kırılan camları takardım. Öğretmenim ve arkadaşlarım bana usta derlerdi. Öğretmenim Ali Asker Osmaniyeli idi. 1960 yılında kendisinden ilkokul diplomamı aldım. Öğretmenim beni götürüp okutacaktı. Anam babam göndermediler.
      Okuyamadım. Öğretmenim 50 yıl sonra hanımıyla ziyaretime geldiler. Eski tanıdıklarını sordular, hepsi de rahmetli oldu, dedim. Ancak tanıdığınız ailelerden bir tanesi sağ dedim onu da gidip ziyaret ettiler. Öğretmenim 14 Mart 2020 tarihinde (88) yaşında vefat etti. Kendisine rahmet, ailesine sabırlar diliyorum.
       Okulumuzda Su Yoktu:
      Başta anlattığım gibi köyün bir tek pınarı vardı. Tüm evlerde su olmadığı gibi okulumuzda da su yoktu. Teneffüse çıktığımızda Su içmek için okula yakın evlere koşardık evlerde su olmadığı zaman okula üç yüz metre uzaktaki pınara
      Yağmurda yağsa, karda yağsa koşarak gider, su içer, nefes nefese okula dönerdik. Derse geç kaldığımızda vay başımıza gelenlere öğretmenimiz bizi cezalandırırdı. Yarım saat sınıfın bir köşesinde tek ayaküstü bekletirdi. Ya da kışın soğuğunda göğsümüzü açtırır yirmi dakika kar üzerine yüzün koyu yatırır sırtımıza basardı. Kimseye şikâyet edemezdik.
        Şiir yazmaya başladım:
       Öğrenciliğimde çok güzel resim çizerdim. Ressam olmayı düşünürken birdenbire İlkokul dördüncü sınıfta iken şiir yazmaya başladım. Hayal gücüm çok fazlaydı isteseydim hikâye ve romanda yazabilirdim ressamda olabilirdim.
      Ama Şiir yazmayı tercih ettim. Yazdığım şiirlerde genelde Çağlayancerit halkının dertlerini, yaşantılarını dile getirdim. Şiirlerimde kimseyi ötekileştirmedim. Devamlı birlik beraberlik çağrıları yaptım. Günümüzde de aynı çağrıları yapmaya devam ediyorum. Üzüntümü, sevincimi, öfkemi, kısacası tüm duygularımı şiirlerimle anlatmaya çalışırım. Gençlikte yazdığım şiirleri bir Elbistan yolculuğumda kaybettim. 65 yaşımdan sonra daha güzel daha anlamlı şiirler yazmaya başladım.
       Okuyucularımdan genelde Hasan’la ilgili şiirlerimden çok eleştiriler alırım. Soruyorlar bu Hasan kim? Üstat Merhum Karakoç’un dediği gibi “Ha Hasan’a Ha Sana” derim. Hedefteki kişi, bir semboldür, O sembol isimle bir başkası veya bir konu anlatılır. Bu anlatım bazen şikâyet bazen sevinç bazen hüzün bazen övgü bazen taşlama bazen beddua olabilir.
         İlham kaynağım:
       1984’lerde Şair Abdurrahim Karakoç’un Hasan’a Mektuplar” isimli bir şiir kitabı elime geçti, onu okudum. O kitabında sanki Cerit’i ve Cerit’liyi anlatıyordu. Bu şair benim ilham kaynağım oldu. Yazdığım şiirleri yeri geldiğinde gençler ve yaşlılar arasında ezberlenerek günümüzde okuyan kişiler gayet çoktur.
          Köye kitap satanlar gelirdi:
        1956-1958 yıllarında köye katırlarıyla kitap satan insanlar gelirdi. Köprübaşındaki Karaveli Ali’ye ait ahşap evin çardağında kitap sergisi açarlardı. Ancak kitapların kapak yazılarını okurdum. Orada bulunan Salman K. isimli yaşlı amca okumaya meraklı olduğumu biliyordu. “Ali bana baba de, sana istediğin kitapları alırım.” dedi öyle sevindim ki Salman amcaya hiç tereddüt etmeden baba dedim. Bana istediğim dört tane şiir ve hikâye kitapları.
       Aldı sevincimden uçuyordum koşarak eve geldim Babam evde Kur-an okuyormuş “Nerden aldın o kitapları?” dedi. Salman amcaya baba dedim, o aldı. deyince babam sinirlendi. Sayfasını bile açmadığım kitapları elimden aldı, yırttı, ateşe atıp yaktı. Beni de iyi bir dövdü. Ağlayarak Hacı dayıma gittim onda kitaplar olduğunu biliyordum. Dayımdan emanet birkaç kitap aldım.
       Dayı beraber gidelim babam şimdi senin kitapları da yakar dedim. Dayım ile birlikte eve geldik. Babam yine kitapları elimde görünce çıldırdı. “Bu defa kime baba dedin?” deyince dayım enişte “Kitaplar benim, emanet verdim. Okusun sonra alırım kitaplarımı yakma” dedi. Bir hafta içinde dayımdan aldığım 5 tane şiir ve hikâye kitaplarını gece gündüz okuyup bitirdim.
       Saz çalma merakım:
      Durup durur iken beni saz çalma merakı sarmıştı fakat sazım yoktu. Beş kiloluk bir vita yağı kutusundan kendime bir saz yaptım. Kısa zamanda teneke sazımla saz çalmayı öğrendim. Daha sonra harçlıklarımı biriktirip kendime bir saz aldım. Nota bilmem ama her türlü makamı rahatlıkla çalarım. Köyde düğünlere giderdim sabahlara kadar çalıp söylediğim oldu. Saz çaldığımı duyan köyün Bazı örümcek kafalı insanları
      Babama saz çalmanın günah olduğunu, öldüğümde cehennemde yanacağımı söylemişler. Babam bu insanların sözlerine inanarak cehennemde yanmamam için saz çalmama izin vermedi. Bir müddet sazı komşularda sakladım. Bir gün komşudan sazımı alıp eve geldim. Saz çalıyordum. Aniden babam geldi. Ben sana saz çalma demedim mi deyip sazı elimden aldı, Cehennemde ben yanacağım sen değil sazımı kırma dedimse de dinlemedi sazımı duvara vurup kırdı.
      Sazımın kırılmasına dayanamadım. Bu şiiri yazıp babama not bıraktım.
                               ---===---                            
                 Baskıyı artırdın şu benden yana,
                 Babacığım beni getirdin cana,
                 Biricik sazımı çok gördün bana,
                 Duvara vurarak kırdınız babam.
                                ---===---                                
      O gece evimden ve köyümden kaçtım. O tarihlerde köyün yolu ve arabası yoktu. Peşimden gelen olur korkusuyla yola gitmedim. Tepeden tepeye giderek, bazı yerlerde kısığın o azgın ve soğuk sularını geçerek On dört saat aç susuz, yaya yürüyerek köye otuz kilometre uzakta olan asfalta vardım. Gece bir yük kamyonuna binerek Kahramanmaraş’a gittim. Kimseyi tanımıyordum. Yatacak yerim de yoktu. Birilerine sordum. Bana bir yer tarif ettiler, gittim. Tarif edilen yer, han imiş.    
       O gece handa yattım sabah kalktığımda hancı para diye geldi param yok dedim hancıya derdimi anlattım. Bana bir haftalığına bir kaç kuruş verdi. İlk işim bir ekmek iki domates alıp karnımı doyurdum. Bu handa günlüğü On kuruşa bir yıl kaldım. İşsizdim inşaat işçiliği yaptım: İnşaatlarda çalıştım.
      Hamallık, ayakkabı boyacılığı, seyyar satıcılık yaptım. Günlük gazete ve dergiler sattım. Daha sonra bir fotoğraf makinesi alarak fotoğrafçılık yaptım. İlk işim hancıya olan borcumu ödedim.
      Şiir yazmaya devam ediyordum. Yazdığım şiirlerimi matbaalarda çoğaltarak çarşıda, pazarda, mahallelerde satmaya başladım. Biriktirdiğim üç beş kuruş ile kendime bir saz aldım. Şiirlerimi satarken çok zaman sazım yanımda olurdu. Bulunduğum müsait ortamlarda çalar söylerdim. Etrafıma toplanan insanlara irticalen türküler söylerdim.
      Bu da insanların hoşlarına giderdi. Fakat zabıtalar bana bir türlü rahat ettirmezlerdi.
       Bakınız Kiminle Atıştım
      Birçok şair ve âşıklarla karşılaşıp tanıştım. Şairlerle karşılıklı atışmalar yaptım. 1967 yılıydı Maraş’ta çarşı başında şiir satıyordum. Başı poşulu, sırtı abalı, ayağı şalvarlı ham çarıklı, kıl çoraplı, iri yarı bir insan gördüm. Yanına sokuldum. Yazın bu sıcağında neden bu kıyafetle gezdiğini kim olduğunu irticalen şiirlerimle sormaya başladım Yoldan geçenler başımıza toplandı.
                                 ---===---                        
                 Kıl çorap kıl şalvar çarık ayakta,
                 Neden böyle giyersiniz sıcakta?
                 Birde teybiniz var durur kucakta,
                 Sorduğum soruya cevap ver emmi.
                                  ---===---                        
     İrticalen aniden bana cevap vermeye başladı. Ben ona, o bana epey devam ettik. Ve bana söylediği şiirinden bir tanesi şöyle.
                                  ---===---                        
                 Dikkat eyleyin yazdıkça yazdınız,
                 Çok ileri gidip fazla azdınız
                 Kıyafetle aklınızı bozdunuz,
                 Bunları kafana takma yeğenim.
                                  ---===---                                   
      Epey atıştık atışmamızın devamını 5.inci şiir kitabım (Düşünüyorum)’un 61’inci sayfasından okuyabilirsiniz. Şiirinin son kıtasında Abdulvahap Kocaman olduğunu öğrendim. Şaşırdım, özür dileyip elini öptüm. Sırtımı sıvazladı. Nereli olduğumu sordu Cerit’liyim dedim. Önceleri de ismini duyardım. Abdulvahap Kocaman’ı tanımazdım.
       Böylece tanışmış olduk. Meğerse kendisi de teybe okuduğu şiir kasetlerini satıyormuş. Atışmalarımızı kasete kaydetmiş.
       Kasette kendi sesi olan ve atışmalarımızı kaydettiği o kasetiyle birlikte bana 2 kasetini hediye etti. Bu büyük şairi asla unutamam. 14 Ağustos 2005 tarihinde vefat etti. Kendisine Allah’tan rahmet ailesine ve tüm sevenlerine sabır ve baş sağlığı diliyorum.
      Türkiye’de bir çok İl dolaştım:
      Halkım beni Âşık Ali olarak tanıdı. Sayfanın başında da anlattığım gibi Âşıklık mahlasını bana bu halk verdi. Macerayı ve övünmeyi sevmem. Olduğum gibi görünmeye, göründüğüm gibi olmaya çalışırım. Velhasıl gurbetin kahrını çok çektim. Anam, şehre gelip gidenlerle evine dönsün diye ara sıra haber salıyordu. Annemi kıramazdım. Geçmişte babama olan dargınlıklarımı, kırgınlıklarımı bir kenara bırakarak tekrar köyüme döndüm. Son zamanlarda içine kapalı biri olarak toplumdan uzaklaştım.
         Asker arkadaşlarım:
       Askere gittim. İlk birliğim Sivas Temel tepe. Köye mektup yazarak sazımı istedim. PTT ile gönderdiler. Komutanlarım saz çalmama müsaade ederlerdi. Cumartesi Pazar günleri Alay’ın anons cihazından çalar söylerdim.
      Sivas’ta Yılmaz Güney ile tanıştım. Üniversite okuduğu için askere geç geldiğini söylemişti.1984 yılında Fransa’da vefat etti. Allah rahmet eylesin. Ailesinin ve sevenlerinin başı sağ olsun. İki ay sonra Tokat’a tayin edildim. Tokat’ tada Muhlis Akarsu ile tanıştım. Akarsu ile subay gazinosunda bir defa sahne aldım. İki ay sonra usta birliğine gitmek üzere kura çektik. Muhlis Akarsu, Erzurum Hasankale’ye, ben Gaziantep topçu taburuna gidecektim. Komutan yerlerimizi değiştirdi. Ben Erzurum Hasankale’ye, Muhlis Akarsu Gaziantep topçu taburuna gitti.
       Muhlis Akarsu 1993 yılında eşiyle birlikte Sivas Madımak otelinde birçok âşık, şair, ozan, Arkadaşlarıyla birlikte yanarak can verdiler. Muhlis Akarsu ve eşini ayrıca o otelde yanan tüm şair ve ozanlara rahmet diliyorum ailelerinin ve sevenlerinin başı sağ olsun. Biz daha sonra Alay olarak Sarıkamış’a gittik yirmi dört ay askerlik yaptım. Asker ocağında şiir yazmaya devam ettim.
      Yazdığım şiirlerim bulunduğum il ve ilçenin mahalli gazetelerinde ve birçok dergilerde yayımlandı. O günkü gazete ve dergileri hala saklarım. Köyüme döndüğümde işsizdim. Yapacak bir işim yoktu. Birkaç yıl Çukurova tarlalarında çapa vurdum, pamuk topladım. Sonunda kendime bir meslek edinmeyi düşündüm.
        Radyo tamirciliğini seçtim:
       Bazı elektronik kitaplar okuyarak 1973 yılında radyo tamirciliğine başladım. Usta yanında çalışmadan radyo tamirciliğini en kısa zamanda kendi kendime A’ dan Z’ ye öğrendim. Aldığım bir avuç radyo parçalarını bir araya getirerek dış kabini dâhil yeni radyolar imal ettim.
       O tarihlerde ilçede elektrik yoktu. Gazocağında demir ısıtarak radyonun lehim işlerini yaptım. O tarihlerde radyolar PTT’ye kayıt ettirilirdi birkaç radyoyu kayıt ettirdim.
     1984 Yılında köye elektrik geldi yine elektronik kitap ve dergiler okuyarak televizyon tamirciliğini de öğrendim. Tamirciliğim sırasında 30 kilometreye kadar yayın yapabilen radyo vericisi yaptım. Bu vericiyle çalıp söylediğim türkülerimi
      Cerit halkına ve çevre köylere dinlettim. (2000) Yılında bir müzevirin şikâyeti üzerine mahkemeye verildim. İki yıl yargılandım. Ceza aldım herhangi bir sicilim olmadığı için beş yıl suç işlememek şartıyla davam ertelendi.
        İki Yıl ilçede Çay Ocağı Çalıştırdım:
      Köye ilk televizyonu ve jeneratörü ben getirdim. Bir dinamo, bir su motoru alıp bir Demircinin yanında bir jeneratör yaptım. Bir televizyon aldım. Televizyonu bir müddet evde seyrettik. Sonra bir iş yeri kiralayarak 1977-1978 yıllarında iki yıl çay ocağı çalıştırdım. Çay ocağını kapattığımda veresiye defterinin sayfasını açmadan sobaya vurup yaktım. Tamirciliğin yanı sıra bir müddet fotoğrafçılık elektrik tesisatçılığı, su tesisatçılığı yaparak geçimimi sağladım. Yaşadığım hayatımı, üzüntülerimi, sevincimi, pişmanlıklarımı, ibretlik Olayları tüm yönleriyle anlatsam sayfalar yetmez. Birçok insanın hayatı acı tatlı yaşanmış gerçeklerle doludur. Yaşananların bir kısmı anlatılabilecek ve ders alınabilecek türlerden olduğu gibi bazı olaylar ise yaşayanda sır olarak kalır.
       Bir yakınıyla dahi paylaşamaz. O insanın kendisiyle birlikte mezara gider. Ben de o insanlardan biriyim. Her insan için yaşanmış üzüntünün, sevincin, başarının ve başarısızlığın hayatın birer parçası olduğunu anlatmaya çalıştım. Hayattan ümit kesilmemesi gerektiğini, insanlar arasında akrabalıkların, komşulukların, dostlukların,
      Arkadaşlıkların bitmemesini daim olmasını isterim.
Çektiğim cefa ve sıkıntılara rağmen bugün her şeyimi babama borçluyum. Allah rahmet eylesin. Eğer babam sazımı kırmasaydı belki köyümden ayrılıp gurbete gitmezdim. Hayatın zorluklarını, çilelerini yaşamasını bilemezdim. Belki de şiir dahi yazamazdım.
      Çocukluğumda babamdan gördüğüm ağır baskılar bugün dahi rüyalarıma girer. “Maalesef babama olan evlatlık borcumu ödeyemediğimi,
       Geçmişteki hatalarımı ancak kendim de baba olduğumda anladım.” Her çocuk benim gibi o yaşlarda kendi egosunu öne çıkarır. Ama zamanı gelince babanın ve ananın kıymetini değerini anlar.1990-2000 yılları arasında bir kamera alarak
Düğünlerde bayramlarda kamera çekimleri yaptım.
      Köyümde Her Yenilikte Öncüydüm:
      Köyüme Fotoğrafçılığı ilk ben getirdim. Motorsiklet’i ilk ben getirdim. Televizyonu ben getirdim. Kamerayı ben getirdim.
      Jeneratörü ben yaptım. Telesekreterli telefonu ben yaptım. Radyo vericisini ben yaptım. Radyolu plakçaları ben yaptım. Teypli radyoyu ben yaptım.
       Ev ile dükkân arasında konuşmak için duafon cihazını yaptım, Commadore 64 bilgisayarın ilk ben getirdim. İlk sazı ben getirdim ve çaldım.
      1983’lerde bir öğretmenimizin teşvikiyle köye telefonun gelmesinde en ödeydim.
      Radyo televizyon tamirciliğinde en öndeydim. Evinden ve köyünden kaçan ilk benim. Köyüme gelen her yenilikte imzası olan biriyim.
      21. Asrın Depremini Yaşadım:
      06 Şubat 2023 tarihinde sabah saat 04.17 de 7,7 şiddetinde büyük bir deprem yaşadım felaketi olan ikinci depremi yaşadık.
      Bu depremde ne ailem ne akrabalarım bedenen bir zarar görmedik. Fakat birçok tanıdık dost ve arkadaşlarım hayatlarını kaybettiler onlara yüce rabbimizden rahmet ailelerine sabır 
      Yaralananlara acil şifalar diliyorum. Bu deprem beni ruhen çok çok etkiledi. Çok duygusallaştım çok zaman kendi kendime ağlıyorum.
      En ufak bir acı beni çok etkilemeye başladı. Bazen aklıma kötü şeyler geliyor ağlıyorum İnanın bana böyle bir hal oldu…
 
      Özel albümüm yok:
     Teyp kasetlerine kendi eserlerimi ve bazı sanatçıların eserlerini sazım eşliğinde okudum. 60’lık ve 90’lık olarak 30 tane teyp ses kayıtlı kasetlerim var. 1985 de İlk bilgisayarım Comador 64 ile tanıştım. 10 yıl uğraştım. Oyunlar ve bazı programlar yazdım. Sonunda boşa uğraştığımı anladım. Hiçbir işime yaramadı en son bir arkadaşıma hediye ettim. 2004 yılında bilgisayar ve internet ile tanıştım. Teknolojiden yararlanarak tüm ses kayıtlarımı, videolarımı, makalelerimi, şiirlerimi internet ortamına aktardım. Ayrıca Kahramanmaraş Aksu TV’de, Adıyaman Asu TV’de birkaç defa canlı yayınlara katılıp şiirler okuyup sohbetler ettim.
      Web Sayfalarım:
     Hasan Üstgül abimiz adıma yaptığı
     http://www.atasali.com/ sayfası ile
Çağlayancerit’i ilk olarak dünyaya tanıttım. Ayrıca sayfalarımda şiirlerimi makalelerimi günlük haberleri ve ilçemizi adım, adım tanıtmaya devam ettim. Web sayfamızı 20 yıl kullandım 31 Mart 2023 tarihinde sayfa kapatıldı. Aşağıdaki sayfalarımla şiirlerimi haberleri ve Makalelerimi yayımlamaya devam ediyorum.
      http://atasali.blogspot.com.tr/
      http://cerithaber.blogspot.com/
      https://atasalibelgesel.blogspot.com/
      Sayfalarım sayesinde dünya insanları
Çağlayancerit’i ve Âşık Ali’yi daha yakından tanıdılar. Halkla iç içe oldum. İnternet ortamında çok şair ve yazar dostlarım olmuştur. Birçok şairlerle atışmalar yaptım. İlçemiz öğrencilerinden diğer birçok ilimizden üniversite okuyan gençlerimiz ve hiç tanımadığım birçok üniversite bitirmiş öğrenciler biyografimden, yazılarımdan, şiirlerimden Faydalanarak tezlerini tamamlamışlardır.
       Bu da benim için sevindiricidir. 31 Ağustos 2013’ te yayımlanan Çağlayancerit’in Sesi gazetesinde Yedi ay kadar köşe yazarlığı yaptım. Bu gazetede makalelerimin yanı sıra birçok şiirlerimde yayımlandı. 1967-2024 yılları arasında yazdığım tüm şiirlerimi ve birçok makalelerimi kitaplaştırdım. 01 Temmuz 2023 itibarı ile 13 tane basılmış kitabım var. Bu güne kadar 3008 sayfa kitap yazmışımdır.Çağlayancerit ile ilgili (Cerit name) isimli kitabımda yayımlandı. 1 tane (İstemiyorum) isimli basıma hazır şiir kitabım daha vardır. Nasip olursa 2024 yılı sonunda bu kitabımda basılacaktır. Ben bu kitapları para kazanmak için yazmadım. Geriden gelen nesillere bir eser bırakabildiysem ne mutlu bana. Kitaplarım büyük bir hazine kültürüne sahiptir. 2 erkek 3 kız babasıyım 17 torunlarımın dedesiyim…
          Yazdığım Eserler:
           1. (Çağlayancerit) 2011 Yılında çıktı.
           2. (Anlatamadım) 2012 Yılında çıktı.
           3. (İnanmadılar) 2014 Yılında çıktı.
           4. (Dinlemediler) 2015 Yılında çıktı.
           5. (Düşünüyorum) 2015 Yılında çıktı.
           6. (Umudu Kestim) 2017 Yılında çıktı.
           7. (Küstüm Ben) 2018 Yılında çıktı.
           8. (Yaranamadım) 2019 Yılında çıktı.
           9. (Kimi Koydun ki) 2021 Yılında çıktı.
         10. (Sitemim Vardır) 2021 Yılında çıktı.
         11. (Vasiyetname) 2023 Yılında çıktı.
         12. (Düşünen mi Var)? 2023 yılında çıktı,
         13. (İstemiyorum) eserim basıma hazırdır.
         14. (Cerit Name) kitabı 2023 Yılında çıktı.

                              Âşık Ali ATAŞ

 

2 yorum:

Samsun Haber dedi ki...

Saygılar Ali bey.

Tohum Ekme Makinesi dedi ki...

Elinize sağlık. saygılar