Yıl1955 de Biçmoluk oymağına yaşlı bir adam gelmişti. Adı sorulduğunda beni gösterirdi. Belli ki ismi Ali’ydi. Bu insan oymakta bir hafta misafir kaldı. Konuşmayı sevmeyen bir hali vardı. Oymakta bulunan herkesin nasıl bir insan olduğunu, adamın kaç çocuğu olduğunu, isimleriyle söylerdi. O tarihlerde ağabeyim askere gitmişti. Anneme ‘’Fadime Teyze düşünme.
Oğlun askere giderken trende biraz sıkıntı çekti. Şimdiyse rahat. Yakında çavuş oluyor. Birliği Erzurum.’’ Dediğinde annem şaşırdı. ‘’Derviş baba oğlumun yanında mıydın?’’ dedi, seslenmedi. Oymağın insanları Ali Amcadan ayrılmak istemezdi. Kırk yıllık ahbapmış gibi yanına gelen her insanla dost olur, oymaktaki insanlar kendisine derviş baba diye hitap derlerdi. Beni çok seviyordu. Bir an bile yanından ayırmak istemezdi. Hangi komşuya gitse beraber giderdik. Gündüzleri komşuları gezer, akşam olunca bizim eve gelir, beraber yatardık. Bir gün bana ‘’Ali köye git. Sizin asmadan üzüm getir, yiyelim.’’ dedi. ‘’Ali amca sen bizim asmayı nerden biliyorsun?’’ dediğimde ‘’Biliyorum. Evinizin önünde kabarcık üzümü asması var.’’ dedi.
Acele köye gelip bir kaşıklık üzüm kesip götürdüm. Üzümü yedi. sessizce bana dua etti. Eliyle ikide bir suratını tutuyordu. Dişinin ağrıdığı belliydi. Kimseye demiyordu. Bir gün “Ali seninle Cüceler Oymağına gidelim” dedi. ‘’Cüceler nerede?’’ dediğimde eliyle cüceleri tarif etti şaşırdım. ‘’Sen önden yürü. Ben seni takip ederim.’’ dedi. Önünde yürüyordum geliyor mu diye iki adımda bir dönüp bakıyordum.
Yüz metre kadar peşimden geldi. “Niye arkana bakıyorsun? Beni kaybetmekten mi korkuyorsun?” dedi ‘’Evet!’’ dedim. Bu defa kendisiyle el ele tutuşarak elli metre kadar yürüdük. Bir anda elimi bırakıp yanımdan kayboldu, panikledim. Sağa sola baktım kimse yok. Baktım üç yüz metre ileriden gidiyor. Peşinden koştum. Ben vardıkça uzaklaştı. Benden önce Cüceler Oymağına vardı. Ne kadar koştumsa ulaşamadım izini kaybettirdi. Oymakta bulunan evlere tek tek sordum. Kimse gördük demedi.
Ağlayarak eve geldim. Anam ‘’Ne oldu? Niye ağlıyorsun?’’ dedi. ‘’Ali amca beni attı gitti.’’ dedim. ‘’Oğlum Allah bilir ama o iyi kimselerden biriydi. Belki gelmez. Unut onu.’’ dedi.
O gece rüyamda gördüm. Cerit’te Kör Hasan Hacı’nın evinde olduğunu söyledi. Sabahleyin erkenden köye geldim. Hacı Emminin evine vardım. ‘’Bugün size biri geldi mi?’’ dedim. Hacı Emmi ‘’ Kısa boylu yaşlıca bir adam geldi, konuşmuyordu. Eliyle dişini tutuyordu. Sordum seslenmedi galiba bu adam dilsiz dedim. Dişinin biri çürümüştü. Dişini çektim. Yarım saat önce güney bağlarına doğru gittiğini söyledi. Akşama kadar o çevreleri aradım bulamadım.’’ Bu kişi altmış altı yıldır hayalimden gitmez Bir türlü unutamıyorum...
---------------------------------
UNUTAMADIKLARIM (2)
Biçmoluk'ta tek katlı yüz metrekare ahşap bir evimiz vardı. Evden beş yüz metre aşağıda kara ardıcın yazı dediğimiz yerde büyük bir ardıç ağacı vardı. Rüyamda ardıcın altında oturuyormuşum. Aşağıdan yukarı tanıdığım bir köylümüz geldi. ‘’Ali burada ne yapıyorsun?’’ dedi ‘’Oturuyorum.’’ dedim. Adam yanımdan ayrılırken sağ tarafına dön. Peygamber efendimize bak.’’ dedi. Dönüp bakmama kalmadı öyle bir tokat yedim ki anlatamam ağlayarak uyandım.
Sesime babam ve annem uyandılar. ‘’Ne oldu?’’ dediler. ‘’Biri bana tokat attı.’’ dediğimde babam ‘’Ne tokatı sen rüya görmüşsün. Yat yerine.’’ dedi. Yattım ama uyuyamadım. Sabah kalktığımda sağ yanağım kızarmış. Annem ‘’Yüzüne ne oldu?’’ dedi aynaya bakmadım ama gece ‘’Gece yediğim tokatın izi olabilir.’’ dedim olamaz deyip şaşırdılar. Kimseye söyleme dediler. Ve bugüne kadar kimseye anlatmadım. O gün gördüğüm rüya bugün görmüşüm gibi hafızamda durur...
-------------------------------
UNUTAMADIKLARIM (3)
1973 Yılında mezarlığa yakın köye uzak iki katlı ahşap bir ev yaptırdım. Güzün eve taşındık. Yoldan geçen insanlar “Bu adam ne kadar korkusuz? Mezarlığın yakınına ev yaptırdı.’’ diyenler oluyordu. Köyde elektrik yoktu. Ortalık karanlık. On yedi Kasım Cuma gecesi saat iki'de dışarı çıkmıştım. Mezarlıkta iki metrekare genişliğinde, iki metre yükseklikte beyaz bulut şeklinde bir ışık yanıyordu. ‘’Acaba birisi mezarlığa el feneri düşürmüş olabilir mi?’’ dedim. Kendi el fenerimi alarak evden çıkıp ışığa doğru yürüdüm. Yaklaştığımda ışık benden uzaklaşmaya başladı. Dualar okuyarak ilerledim.
Mezarlık çok taşlı olduğu için yürümekte zorlanıyordum. Yaklaştıkça ışık daha da uzaklaştı.
Bir müddet sonra kayboldu. Bulunduğum yerde etrafıma baktım. Işık ilk gördüğüm yerde tekrar gözüktü. Yanına yaklaşırken yine kayboldu. Eve geldim. Dönüp baktığımda ilk gördüğüm yerde yanıyordu, şaşırdım. Gördüklerim ne hayal, ne rüya, gerçekti. Bir müddet seyrettim. ‘’Bu işte bir hikmet var.’’ dedim. Mezarda yatanlar için üç ihlas bir fatiha okuyup odama girip yattım. Fakat sabaha kadar uyuyamadım. Yarım satta bir çıkıp baktım şafağa karşı aniden havaya savrulup kayboldu. Aradan kırk sekiz yıl gibi bir zaman geçmesine rağmen. Geceleri her dışarı çıktığımda o ışığı bir daha görür müyüm diye mezarlığa bakıyorum… Âşık Ali Ataş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder